İmajların markajı
Dünya giderek dekorlaşıyor. Bu gösteri çağında her yer bir sahne gibi. Hakikat, imajların markajı altında. Plastik kokuyor her yan. Aplikasyon endüstrisi, şovu mahremiyete tercih etti. Bir efekt çağındayız şimdi.
Mevlana İdris’in müthiş dizelerini hatırlama vakti:
“Kameraya bakıp kalabalık şeyler söylemek
ve gülümsemekle meşgulüz şu an
Sonra oturup düşüneceğiz bütün bu olanları”
Konsept kafelerin, sahte çiçeklerin, yapay ilgilerin, akıllı teknolojilerin arasında kendimizi arıyoruz. Tarifeler, abonelikler, paketler, kimlik kartları ve yeni aidiyetler. Kişisel gelişim endüstrisi, kariyeri şahsiyete tercih etti. Bir ambalaj çağındayız şimdi.
Turgut Uyar’ın efsane dizelerini hatırlama vakti:
“Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar”
Filmin koptuğu, ahengin kesildiği, akışın bozulduğu günlerdeyiz. Su aksa yolunu bulacak ama HES’ler sardı her yanı. Turizm endüstrisi, ticari olanı doğal olana tercih etti. Bir sembol çağındayız şimdi.
Birhan Keskin’in harika dizelerini hatırlama vakti:
“Artık her şey tüccarların elinde”
İnsan büyük bir hızla nesneleşiyor. İnsan hakkında konuşurken habere odaklanıp hikayeyi ıskalamak moda artık. İnsan onuru, zedelenmeme hakkı, masumiyet karinesi, mahremiyet gibi kavramlar artık antik dönem tabiri gibi.
Düşene vurmamak, yanlışa tahammül etmek, acemiliğe inanmak, kötüyü örtmek, müjdelemek gibi ifadelerin yer aldığı “Unutulan Kelimeler Sözlüğü” hazırlasam kim itiraz edebilir ki?
Zaman geçer, bazı kelimeler eskir ve tükenir. Bu normaldir. Çünkü kültür durağan değil akışkandır. Korunmaya değil yenilenerek sürdürülmeye ihtiyaç duyar. Bu akış kesildiğinde tanımlar silikleşir.
Türkiye’de böyle oluyor. Tanımlar silikleşiyor ve kültür eriyor. Yerini sahte kimlikler, yapay öfkeler, suni gündemler dolduruyor. Bunun sonuçlarını gözlemleyebiliyoruz.
Her geçen gün daha fazla görünür hale gelen göçmen karşıtlığını da sermaye, nesneleşme, kültürsüzleşme bağlamlarında okumak mümkün.
Korumasız durumdaki göçmenleri önüne gelen taşlıyor. Tarihi bir komplekse dayanan Arap düşmanlığı hızla büyüyor. Hükümet bu büyük kriz karşısında “Din kardeşimiz, ensar/muhacir” dışında söylem ve çözüm üretmeyi başaramıyor.
Trabzon’da Kuveytli bir turiste saldırılmasının ardından hükümet, yabancı nefretiyle mücadele etmesi gerektiğini nihayet anladı. Oysa yoksul yabancılara yönelik bunca zamandır devam eden saldırılar için de adımlar atılmasını beklerdik. İnsanın değerini taşıdığı pasaport, getirdiği döviz belirlememeliydi.
Aylarca bulunamayan bir hırsızın, kaymakamın arabasındaki teybi çaldıktan birkaç saat sonra yakalandığını duymuştum. Kuveytli turiste yönelik saldırıdan sonra olanları takip ederken bu hikayeyi hatırladım.
Turizm geliri ve döviz girişi sayesinde Türkiye, ırkçılıkla mücadele etmeye karar verdi. Bu ambalaj devrinde normal değil mi?
Gerçi sosyal demokrat olduğunu iddia eden ana muhalefet liderinin bile seçimin son iki haftasında mülteci karşıtlığı üzerinde sörf yaptığı bir düzlemde iktidardan daha fazlasını bekleyecek yüzümüz var mı?
İnsan onurunu savunacağız ama nasıl? Üstümüz başımız plastik kokarken, her şey tüccarlara kalmışken, turizm kültürü kurutmuşken…
Nesneleşmeyeceğiz ama nasıl? Her anımız seyredilirken, her yanımız sarılmışken, her acımız satılmışken…
Yenilmeyeceğiz ama nasıl?
İnatla, ısrarla ve umutla.