Soylu ruhların bahçesi
Her şeyin bilinmesi gerekiyormuş gibi dünya meselelerine dalmış gidiyoruz. Kayboluyor, ruhumuzu yitiriyoruz. Kaybedilen ruhlarla ertesi günlere uyanıyoruz.
* * *
Oysa yalnız soylu ülküler değil miydi davamız?
Her şeyin meşru kılındığı günlere tutsak edildi ruhumuz.
Şekilsizlik içerisinde hamurumuzu yoğurup duruyorlar. Özgünlüğümüzü kaybediyoruz. Ruhumuza aşina olamıyoruz. Şarkıya değil dedikodulara dalıyoruz. Çirkinliklere bulaşıyoruz, kendimizi itiyoruz kirliliklere.
Cennet dediğin soylu ruhların bahçesidir.
* * *
Soylu ruhlar yolculuğunu ve şarkısını, kelimelerini ve dostluklarını güç olarak kullanmazlar.
Soylu ruhlar ürperirler, inanırlar, yeşerip sararmayı da yola düşüp yaralanmayı da iyi bilirler.
Onlar bilmenin kıymetini de bilirler, ötesinin bir sonsuzluk olduğunu da.
‘Yaşamak’ arzdan ve semadan bir hoşnutluktur onlar için. Onlar kendi yolunda incinmeden giderler.
Soylu bir gözyaşına, duaya, anneye inanır onlar. Onlar doğar, uzun yıllar delikanlı olarak yaşar ve yine delikanlı olarak göçerler bu dünyadan. Bittiği vakit “çok güzeldi” diye anacakları hikâyeleri vardır. Bitmez muhabbetleri, bitmez asaletleri, bitip tükenmez soylu hikâyeleri. Kıyamet günü onurlu hikâyeler anlatırlar. Hikâyelerine gönüllerini, şarkılarını katarlar.
Soylu ruhlar çocuklara, bahçelere, sevdalara aşinadır. Kendi olanlardır onlar. Birliği bilen, birlik ateşinde ruhunu alev edenlerdir. Yananlardır, kanayanlardır.
Deva sonsuzluktur onlar için.
Soylu ruhlar kararıp biten geceye, aydınlanan sabaha, tenhalara, sözün incesine, garibin nicesine sarılır.
* * *
Yalnız soylu ülküler yaşar.
Bir ruh diğer bir ruhta güzellik bulabiliyorsa daha söylenecek çok şarkımız var bizim.