Plevne’den Stara Zagora’ya
Bulgaristan muhabbetine devam… Balkan dağları beni bekliyor. Plevne’den Stara Zagora’ya doğru süzülüyorum. Yol üzerinde bir Roman köyüne uğruyorum. Dünyanın en güzel esmerlerinden birinin yaptığı uzun -ama çok uzun- bir yemek ve yol duasının ardından düşüyorum dağlara…
* * *
İlk uğrak yerim komik bir şehir; Bulgaristan coğrafyasının tam merkezinde yer alan Gabrovo. Şehrin sembolü, kuyruğu kesik bir kedi. Oradaki insanların kötü ve onların hayvanları sevmediği anlamına gelmiyor bu sembol. Gabrovoluların kent simgesi, onların dillere destan olmuş şakaları, mizahi yönü ve cimriliğinden kaynaklanıyor. Kuyruksuz kedinin anlamı: “Evin kapısından daha çabuk içeri girsin ki odadaki sıcaklık çıkmasın.”
Üç saat kadar kaldım Gabrovo’da. Etrafı yemyeşil orman ve dağlarla çevrili tipik bir Bulgar şehri. Şaka müzesi, şaka evleri görülmeye değer güzellikte. Bir de Bulgaristan’ın hiçbir yerinde görmediğim kadar heykeli orada gördüm. Yol boyunca neredeyse iki adımda bir heykel var. Şehrin meydanında, dağlarda, tepelerde… Bizde o kadar Atatürk heykeli yok. Bulgar çetecilerinin heykelleri. Öğrendiğime göre Türklere karşı savaşan eşkıyaların heykelleri onlar. Bulgaristan’da cami ve Türk/Müslüman bulundurmayan tek şehir unvanı da onların.
Eşkıyaları onların olsun. Ama şu fıkra da Gabrovoluların: Adam eve gidince karısı, “Niye geç geldin?” diye sormuş. Adam da “Yürüyerek geldim, otobüse binmedim, on lira kazancım oldu.” demiş. Bunun üstüne kadın demiş ki “Keşke taksiye binmeseydin de elli lira kâr etseydik.” Valla değişik.
* * *
Bulgar halk müziği eşliğinde devam ediyor yolculuğum. Yeri gelmişken Bulgarların kültürlerinde, folklor ve halk şarkıları dışında fazla bir orijinalliğe rastlamadım. Belki vardır ama bana denk gelmedi işte. Üzerinde düşünmeye değer bir mevzu. Ama ihtişamlı Balkan dağlarına söz yok. Yemyeşil. Tepelerin, ormanların içinden Balkan dağlarının zirve noktasına ulaşıyorum. Sisten göz gözü görmüyor. Bir dağ evinde manda yoğurdu molasında buluşuyorum Stara Zagora’dan beni almaya gelen arkadaşımla. Bakalım Stara Zagora ne tür sürprizler hazırlamış…
* * *
Stara Zagora. Önceki ismi Eski Zağra. Bölgenin ekonomik merkezi olmasının yanında Bulgaristan’ın altıncı büyük şehri. Nüfusu 350 bin. Osmanlı döneminde nüfusun büyük çoğunluğu Türk olan şehirde günümüzde 30 bine yakın Türk/Müslüman yaşıyor. Gelenek göreneklerine düşkün Türk/Müslüman ahalisi var. Dört tane cami gördüm mesela. Gençler cıvıl cıvıl. Camiyi çok seviyorlar. “Türkiye” deyince çok mutlu oluyorlar. Bursa’ya, Balıkesir’e, İstanbul’a giden akrabalarını saymaya başlıyorlar hemencecik. Dünyada az bulunan ağaç türleriyle tanınıyor Stara Zagora. Her taraf ıhlamur ağaçları. Sicim gibi yağmur var, siz yoldasınız ama ıslanmıyorsunuz, çünkü ıhlamur ağaçları her yerde.
Bulgaristan’da pek çok şehirde gördüğüm bir şey burada çok yaygın. Neredeyse her sokakta renkli ya da siyah beyaz, ölenler adına bastırılıp ağaçlara, duvarlara asılı ölenin kısa hayat hikâyesini anlatan a4 ebatlarındaki kağıtlar… Kim ölmüş kim kalmış, o a4 kağıtlardan takip edebilirsiniz. Vefat edenlere hürmet fazla bu şehirde. Yaşayanlara saygıda kusur yok. Hele misafirseniz ellerinden ne gelirse tebessüm, cömertlik namına ikrama boğuyorlar. Hele hele bir de “Türküm, Türkiye’den geldim” deyin akan sular duruyor. Madalyonun öbür yüzü biraz farklı. Bulgaristan’ın en ırkçı şehri olarak da biliniyor. Genel olarak Türklere dönük önyargıları hâlâ devam ediyor.
* * *
“Allah’a emanet ol Stara Zagora” deyip Edirne’nin yolunu tutacağım. Ecdadın at koşturduğu, camiler, kervansaraylar, köprüler, çeşmeler, han ve hamamlar yaparak insanlığın hizmetine sunduğu bereketli Bulgaristan ovaları bir bir arkamda kalıyor.
Bulgaristan notları şimdilik bu kadar. Niğbolu’yu, Razgrad’ı, Şumen’i, Rusçuk’u, Silistre’yi, Varna’yı, Burgaz’ı, Dobruca’yı, Deliorman’ı, Harmanlı’yı, Kazanlık’ı, Köstendil’i, Aytos’u, Silven’i anlatamadım. Meriç ovalarını, Arda boylarını, Kırcaali bölgesini, Rodop dağlarını da anlatamadım. Dahası Mimar Sinan’ın birbirinden güzel köprülerinden, camilerinden bahsedemedim. Gönül telimizi titreten Arda havalarını, yanık Rumeli türkülerini anlatamadım. Nasip. Azımı çoğa sayın.
Bir de kitap önerisi: Zağra Müftüsünün Hatıraları. Seversiniz.
Mutlu pazarlar.