Hakikate sadakat

Bu ülkede kimin, hangi aydının, hangi toplum önderinin hakikat diye bir derdi var? Kimin hayır ve hakikat diye bir meselesi var? Var mı bu ülkenin hakikatini anlama derdinde olan? Topluma söz söyleme cesaretinde/durumunda olan insanlar ne kadar bağımsız bir zihinle yapıyorlar bunu?

Aydın ya da toplum önderi dediğimiz insanların önemli bir kesiminin milletin bütünlüğü meselesini önemsediklerini düşünmüyorum. Milletin hakiki derdiyle dertlendiklerini düşünmüyorum. Dahası, hakikat diye bir dertleri olduğunu düşünmüyorum. Gördüğüm, şahit olduğum bu.

Mesele önemli ama. Aydın, toplum önderi dediğimiz insanlar hakikati dillendirmeyecek de kim dillendirecek?

Sözün başında söylemek isterim: Türkiye’de sol-sağ, İslamcı fark etmiyor, aydınlar biraz da bürokrasi içerisinden çıkmıştır. Dolayısıyla devletle organik bağ içerisindedir. Aydınların kendilerine bağımsız bir alan oluşturabilmeleri için milletle ciddi bir organik ilişkisi olmalı, bu ilişkiden devşirdiği güçle kendisine bir kale inşa edebilmeli ve bu kalesini koruyacak güçleri bulunmalıdır.

Zor zamanlar yaşıyor Türkiye. Fetret zamanları diyenler var yaşadığımız yıllara. Hemen söyleyelim ama, söyleyecek sözü olanlar için fetret devri en önemli devirlerden biridir.

Aydın, milletten ve bu toprakların ruhundan aldığı güçle, değerle, birikimle, ortaya koyduğu düşüncelerle kendisi bizatihi iktidar olabilmelidir. Gerçek aydın tavrı bunu gerektirir.

Bugün bu anlamda toplumun bütününe seslenen aydın sıkıntısı çekiyoruz. Şimdi televizyon tartışmacıları vardır.

Televizyonlar, gazeteler insana hikmeti öğretemez. Hakikati gazete ve televizyonlarda bulmak mümkün olmadığı için insanlar belli bir doyum noktasına ulaşınca medyanın sunduğu suya sabuna dokunmaz köpüklerin geçici olduğunu görecek ve kendisine bir anlam arayacaktır. Çünkü insanın anlam arayışı tükenmez. Çünkü insan tükenmez.

***

Gerçek dava adamlarını ve kahramanları doğurabilmek için bazen çileli ve yenilgili mücadeleler gerekir.

Biz eskiden istikametimizi tayin etmek için minareye bakardık, minareyi gören hedefini belirlerdi. Bugün Türkiye’de bu anlamda minare olacak, minareden millet adına seslenecek insanlara ihtiyaç var. Türkiye’nin minareye çıkıp işçilerin, mağdurların, yoksulların ezanını okuyacak bir müezzine ihtiyacı var; beyaz camda her gün umut dağıtan sentetik kurtarıcılara değil.

Cemil Meriç, “Millet namusunu emanet edeceği kahramanlar arar” der. Kahramanlar sadece savaşta ileri atılıp şehit olanlar değildir; milletin büyük güç olma iradesini gerçekleştirecek şahsiyetli politikaları üreten ve uygulayanlar da kahramandır. Bizim bu kahramanlara ihtiyacımız var, fakat ne yazık ki Türkiye medyanın ürettiği kahramanlarla oyalanmakta. Kahraman olması gerekenler de küçük hesaplarla birbirlerini azaltıp durmaktalar.

Peki Türkiye’nin türküsünü kim söyleyecek?

Denizler üstten dalgalanır ama ırmaklar yatağındaki engebelerden dolayı alttan dalgalanır. Türkiye’nin türküsünü milletin gerçek dertleriyle dertlenen, zihninde ve yüreğinde daha iyi bir gelecek üretmenin/inşa etmenin yükünü taşıyan ve bu ülkenin gayri resmi tarihini yazan kitleler söyleyecek.

Bu ülkenin, hakikate sadakat şerefimizdir diyecek yürekli çocuklara ihtiyacı var.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum