Bir kalbimiz var
“Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam”
-Seyyid Nesimi
Derdimiz büyük, mevzu derin, aşkımız hakikat. Doğru kelimeyi bilmediğimizden anlatamayız derdimizi. İşimiz bir hayli zor. Ama mutluyuz, kalbimizi konuşuyoruz çünkü. Kalp, hüzünle, muhabbetle içimizde yol alan, yoğrulan ve genişleyen bir ırmak... Bu ırmak, ezelden ebede boy süren hikâyemizin adıdır.
Yaz sıcağını, ilk üzümü yediğimiz ânı hatırlarız. Suya düşen karıncaları kurtarmanın sevincini yaşar, onlar için seçilmiş kahramanlar olduğumuz günler gelir aklımıza. Evlerine dönen karıncalar bizden bahseder, onlarla dost olmanın ayrıcalığını yaşarız. İçimizde bir sevinç, kalbimizde bir serinlik… “Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.”
Gariplerin hüznünü, karıncayla muhabbeti, âlemin sevincini yaşatan kalbimize teşekkür ederiz sonra.
Kalp unutmaz.
Derdimiz; kalbimizdir, gönlümüzdür. Kalbimizde türkülerle çıkarız yola. En güzel türkü kalpten kalbe söylenendir. Sarılmak ve tebessüm etmek de türkünün içinde; seksenlik bir teyzenin, “Ay doğuyor, şu güzelin resmini çeker misin yavrum” demesi de. Aldığımız nasihatler, dinlediğimiz kıssalar da türkünün içinde.
Kalpten kalbe söylenen türküyle erişiriz samimiyete. “İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün, nasıl kayıp gidecek elinizden.”
Gönülle çıktığımız yollar engellerle dolu hatta sisli olabilir. Kutsal şehrimize yol buluruz sisler arasından. Orada bir geceden bir sabaha, bir güzellikten bir başka güzelliğe koşan çocuklar vardır. Elleriyle pamuk şifleyen, o pamuklardan tüm çocuklara yatak-yorgan yapan kadınlar vardır… Orada gözleriyle/sözleriyle kesip biçen, sağlam evler inşa eden, yollar açan ve dağlardan su indiren adamlar vardır.
Yolda ne kadar yanılırsak yanılalım, ne kadar yaralanırsak yaralanalım; türküler söyler, yıldızlarla tebessüm ederiz. Yine o içli türkülerle sararız yaramızı.
Gönlün halleri kelimelerle anlatılamaz. Orada çiçekler, yıldızlar, garipler var. Gönül, gariplerin suretidir. Gönülden tanışık olmamız da bundan, sebepsiz ve hesapsız olmamız da. “Kalpten kalbe bir yol vardır, görülmez.”
İki gönül arasındaki muhabbetin âleme sığmaması nasıl anlatılabilir ki…
Gönüller aynada kendini ilk defa gören çocuk gibi sevinç çığlıkları atar. Birinde yarım kalan yollar diğerinde tamamlanır, birinde batan güneş diğerinde doğar. Aynı nehirde yosun bağlamış taşlar gibidir onlar. Korkularıyla, yaralarıyla birbirlerine şifa olurlar.
Gönül, meydanda uçuşan güvercinlere, oradan oraya koşuşturan çocuğa gider. Çocuğun elleri ve gözleriyle muhabbet etmek ister. Beli iki büklüm, elinde bastonuyla yürüyen teyzenin gücü kuvveti, gençliği olmak ister. Bir güzellikte herkese yetmek, tastamam olmak ister.
Biri dünyanın bir ucunda, diğeri öbür ucunda birbirlerine muhabbet duyan iki gönül, yürürler yol boyunca. Sonra içli bir türkü yükselir dağların ardından ve mesafeler kalkar…
Kalbimiz; gönlümüz, evimizdir, kıblemizdir. Söze başlarken de yürürken de yönümüz hep oraya döner.