Anadolu çınarı
Türkiye çınarımız, ışığımız bizim. Türkiye, imanımız… Bizim imanımız mayamıza işlemiş, mayamız da burada çalınmış, bu topraklarda. Biz Orta Asya’dan, Türkistan’dan, Horasan’dan gelen erenler ve dervişler yoluyla bu toprağı vatan yaptık. Anadolu o kadar süratle kavranıldı ki bu bir tarihi mucizedir.
***
1071’de Malazgirt Savaşı oldu, 1075’te İznik’te Türk devleti kuruldu; Süleyman Şah devlet kurdu. Bu süratli ve derinliğine oluşta aynı zamanda insanlar da mayalandılar, kendi kendilerini yoğurdular.
Bu toprakların gerçek bir vatana dönüştürülmesi bir bilgi hadisesi, bir bilgi meselesi değildir. İmanın kalbe ve toprağın derinliklerine akmasıdır. Kalbe inmektir. Çok basit ilkelerin kalbe inmesiyle, kalben benimsenmesiyle ilgili bir hadisedir. Tam da bu sebepledir ki Anadolu herhangi bir yer değildir. Biz buranın taşıyla toprağıyla ve gazâ heyecanıyla yoğrulduk ve bu topraklarda bir medeniyet kurduk.
Bunlar bir bilgi meselesi değil bir iman meselesidir. O iman da öyle ölçüye tartıya gelen bir şey değildir. Yaşanan bir hadisedir.
Peygamberimizin sancaktarı Ebu Eyyub El-Ensari’nin İstanbul önlerinde toprakla haşrolmasının elbet bir anlamı vardı. Anadolu’yu Malazgirt’ten çok daha önce baştan sona alt üst eden alperenlerin Hz. Eyyup’un bu ‘iman yürüyüş’ünden habersiz olduğu düşünülebilir mi?
1071’de Anadolu’nun tapusunu Doğu Roma’dan gazâ ile alan Sultan Alparslan’ın Hz. Peygamberin İstanbul’a gönderdiği mektubun izini sürdüğü açık değil mi? Büyük Selçuklulardan sonra 1075’te Anadolu’da kurulan devletimize ve bu topraklara Haçlıların Türkiye demesinin bir anlamı yok mu?
***
Türkiye derken, coğrafi bir terimi kastetmiyoruz. Türkiye bir karşı duruşu, madde ile mananın çarpışma zeminini ve sonuçta mana medeniyetinin zaferinin tarihi ağırlığını ifade eder. Türkiye, bir milletin bin yıllık ‘buradaki’ oluşumunu, kültürünü ifade eder. Tüm bu tarihi-kültürel oluşumun, şuurun, sevginin ifadesidir. Bunların hepsini birden ifade eden bütünün adıdır Türkiye.
Müslümanlar bugün yeryüzünde geniş bir coğrafyada yaşıyorlar. Anadolu dediğimiz yer ise bu büyük çınarın kökünün dal budak saldığı coğrafyadır. Anadolu’yu sadece bir toprak olarak düşünmek bizim yapacağımız bir şey değil. Önemli olan toprak değil bir toprağın ifade ettiği anlamdır. Toprağın imanla yoğrulmuş ağırlığıdır, toprağın insanlardaki ağırlığıdır.
İslam’ın, İslam dünyasının çekim merkezi, ağırlık merkezi bu topraklar. Çünkü on birinci yüzyıldan itibaren İslam medeniyetinin her türlü ağırlığını Türk milleti taşımıştır. Sadece siyasi açıdan değil medeniyetin diğer alanlarında da bu böyle olmuştur. İlk Haçlı seferleri Kudüs’ün kaybıyla neticelenmişti. On üçüncü yüzyıldan sonra da beş Haçlı seferi düzenlendi. Hedef, yine Kudüs’tü. Haçlıları daha çıkış noktalarında; Kosova’da, Niğbolu’da, Mohaç’ta bozguna uğratan bu toprakların imanıydı. Bu sayede İslam dünyası ve Kudüs rahat nefes aldı. Geriye dönüp baktığımızda İslam dünyasının merkezinde -bugün olduğu gibi- yine Türkiye’nin olduğunu görürüz.
***
Bu toprakların bir farklılığı var. Bu topraklar, Kafkasya’dan Balkanlar’a, Kırım’dan Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafyadan yayılan zulümden kaçan ve emin belde arayan milyonları; renklerine, dillerine, soylarına bakmaksızın bağrına basan, onlara kucak açan yerdir.
Türkiye’yi, İslam coğrafyasından ayrı düşünemeyiz. Müslümanların derdiyle dertlenmek, ‘Müslümanların birliği’ uğruna gayret etmek, onun heyecanlarını paylaşmak elbette hakkımız ve vazifemiz. Ancak bunun için en başta yapılması gereken bulunduğumuz ‘yeri’ fark etmek, sonra adım adım ilerlemek. Yeni bir medeniyet tasavvuruyla dünyanın huzuruna çıkmaktır.
Haftaya devam edelim inşallah.