Kur’an’dan önce Türkçe yok muydu?

Türkçeyi Kur’an-ı Kerim’in kurduğunu, inşa ettiğini savunan insanlarla karşılaşıyorum zaman zaman. En son çek değerli büyüğüm, hocam, ilk kitabımın isminin kaynağı Adem Kandemir Hocamdan da bu manada bir değerlendirme dinledim. Şair dostum Bünyamin Yıldız’ın da meseleyi böyle gördüğünü gördüm. Kur’an’dan önceki Türkçeye Türkçe denemeyeceğini de savunuyorlar. Bu tezi savunanların en öne çıkanı gözlemlediğim kadarıyla mesele ile ilgili iki kitabı yayımlanmış olan Lütfi Özaydın Hocamız. Kendisi değerli şair ve fikir adamımız İsmet Özel’in çevresinde bulunan Özaydın Hocamızın bu sıralar rahatsız olduğunu haber aldım. Rabbim şifasını Lütfi Hocamızın üzerinde tecelli ettirsin inşallah.

Lütfi Özaydın Hocamız “Türkçe Kur’an ve Sünnet’ten doğmuş bir lisandır ve bu lisanımızın her veçhesinde kendini göstermektedir” diyor ikinci kitabının arka kapağına bu cümlesi alınmış. Söyleyen Bilmez Bilenler Söylemez Hocanın ilk kitabı. İkinci kitabının adı ise İltifat Ağyaredir Dost Acı Söyler) Kitaplarında Arapçadaki hangi kelimelerin Türkçeye nasıl geçtiğinin örneklerini izah ede ede veriyor. Bunu yaparken de Arapçadan geçmek ifadesi yerine Kur’an’dan geçtiğini, yüzyıllar içerisinde Kur’an ve Hadisi Şeriflerle yoğrulan kulaklarımızın, zihnimizin bu Kur’an kelimelerini kendi dilimizde imal ve isti’mal etmemize imkan verdiğini anlatıyor. Hangi kelimeleri örnek veriyor, biraz sayayım: evc kelimesinden uç kelimesinin geldiğini kame yekümü’den küme, akıl balığ olmak derken kullandığımız baliğ kelimesinin buldum ve oldum kelimelerini doğurduğunu, inanmak kelimesinin imandan geldiğini, emr imren kelimesinden imrenmek kelimesinin geldiğini, ile kelimesinin illa ve illa’dan geldiğini, iken kelimesinin kane’den geldiğini, eski metinlerde sıkça karşımıza çıkan ol kelimesinin Arapçadaki yani Kur’an’daki “el” takısından geldiğini, parmak kelimesinin banmak’tan; onun da arapça “benne” kelimesinden geldiğini, eşek şakasındaki şakanın eşakka kelimesinden geldiğini, kısa’nın kıssa’dan, kesme’nin makas’tan geldiğini söylüyor. Kız’ın, sağlamanın, çığırın, dayamanın, sataşmanın, abartının, paylaşmanın, şaşmanın, tarlanın, kadarın, kayırmanın, ilin, birikmenin, yağmurun, işin, yılanın, çevrenin, başarmanın, dirinin, derinin, erin, azın, çomakın, etmenin, istemenin, bitmenin, yarmanın, eriğin, sürmenin Kur’an’dan geldiğini savunuyor.

Sadece bunları mı söylüyor. Buraya henüz almadığım daha birçok açık, seçik, net Türkçe dediğimiz kelimelerin Kur’an dilinden dilimize, zihnimize, kalbimize yerleştiğini iddia ediyor.

Şunu da itiraf edeyim ki çok da güzel izah ediyor. Türkçeyi biraz daha bilmesek Lütfi Hocanın tüm anlattıklarına şeksiz şüphesiz inanacağız; onun tabiri ile söyleyeyim: imanacağız.

Açıkça söylemekten çekinmeyeceğim: Hocanın anlattıklarının doğru olması bir köktendinci, bir şeriatçı olarak beni mutlu edebilirdi belki en azından Kur’an ile barışık yaşamanın yüzyıllar içerisinde dilimizdeki bir kısım hayati kelimeleri nasıl ördüğünü, vahyin kelimelerinin dilimize nasıl bir güzellik getirdiğini kabul edebilirim. Ama bu durum Türkçenin Kur’an’dan önce olmadığı çıkarımına bizi götürmemeli diye düşünüyorum.

Hiçbir dilin bir başka dilden üstün olduğuna inanan biri olmadığım için Arapçanın Türkçeden üstün olduğunu da kabullenmem pek mümkün görünmüyor. Bazı dillerin üstün olduğu hissi bırakması sadece ve sadece o üstün görülen dili kullananların o dildeki potansiyeli kullanmayı ihmal etmemeleri ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Aklı başında hiçbir dindarın, Allahseverin diller bazında Allah’ın ırkçılık yaptığını söylemeye cesaret edemeyeceğini düşünüyorum.

Lütfi Özaydın Hocamıza ve onun her daim destekçisi kıymetlimiz İsmet Özel’e bir Necip Fazıl Sezai Karakoç Rasim Özdenören hattı takipçisi olarak daha temkinli bir yoldan gitmesini önerebilirim en fazla. Çünkü yakıştırma yolu, yakıştırarak mana arama bulma yolu bir kelimenin kökünü, kökenini bulma çabası içinde riskli, hatalara kolay düşürücü bir yoldur.

Lütfi Hocaya itiraz edemeyeceğimiz bir husus var, elimizi kolumuzu bağlayan bir husus: Türkçenin eldeki en eski metinleri milattan sonra 780’li yıllara ait. Yani vahiyden, Kur’anı Kerim’in nuzûlünden 70 yıl kadar sonrasına ait. Dolayısıyla Kur’an’dan önce Türkler şöyle konuşurlardı, dillerinin şöyle şöyle özellikleri vardı diyemiyoruz. Kur’an’dan önce Türkçenin olduğuna dair veya nasıl olduğuna dair bir iddiada bulunamıyoruz. Hitit Sümer bağlantılarını ise ben zorlama bağlantılar olarak görüyor, milletimizi İslamdan koparmak için başka kök arayışları olarak algılamaya yakın duruyorum.

Hocanın gördüğüm kadarıyla hiç hesaba katmadığı iki husus var, onları da zikrederek bu mevzuya bir virgül koyayım: 1. Hocanın yaklaşımı özünde evrimci bir yaklaşımların zaafını içinde barındırıyor: “Kısmak” “kıssa”dan geldi ise kıssa neden kaybolmadı. Çevre civardan geldi ise civar neden yaşıyor diye sormamız gerekiyor. 2. Husus: Türkçenin bir kısım ek kök hususiyetleri olduğu meselesini Hocamız fazla es geçiyor.

Fazla kapılmamak şartıyla Lütfi Özaydın Hocanın çabalarının yine de ufuk açıcı olduğunu söylemeden de edemeyeceğim. Rabbim şifa versin. Samimi çabalarını bereketlendirsin. Amin.

Bugün Ümraniye Kitap Fuarındayım

Salı günü Ağrı’da olacağım inşallah. Bugün saat 14.00’te Ümraniye Kitap Fuarında İz Yayıncılık standında okurlarım ile buluşacağım. Onlara minik büyük hediyelerle geleceğim. Bir bakmışsınız ki okurlarla Muhammediye okumaya dalmışız imza gününde. Ne güzel olur… Dua ile selam ile…

YORUMLAR (34)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
34 Yorum