Terakki meselesi
İnsan, yaratıldığından beri değişen bir varlık, ilerleme de bu bağlamda kaçınılmaz. Tarih içinde kimi toplumların diğer toplumlara göre daha ileri gittiği de bir gerçek. Şüphesiz bunda coğrafi, siyasi, askeri, ilmi, iktisadi vb. pek çok şart önemli rol oynuyor.
19. yüzyılda Osmanlı merkezde olmak kaydıyla tüm İslâm dünyasının Batı karşısında geri kaldığı tartışılmaz bir vâkıadır. Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde “Büyük Ümitler” başlıklı ilk bölümün sonunda Hayri İrdal, bu gerçekle Birinci Dünya Savaşı’nda çok sert ve acı bir biçimde, ama oldukça geç yüz yüze geldiğimizi itiraf eder:
“Beni bu acayip dünyadan, yorgunluğunu bir türlü anlayamadığım bu kargaşalıktan Birinci Dünya Harbi kurtardı. Onunla sanki ilk defa ayağım toprağa bastı. Fakat çok geç kaldığımı hissediyordum.” (SAE, 76)
Batı’nın bizden ilim, hukuk, iktisat, teknoloji, siyasi düzen bakımlarından ilerlediği daha önce fark edilmemiş miydi acaba? Elbette fark edilmişti. Tanzimat’tan bu yana tüm Türk aydınları, Batı’nın üstünlüğü ve geri kalmışlıktan kurtulmamız konusunda hemfikirdiler. Namık Kemal de meselâ “İstikbâl” başlıklı makalesinde; “ilim ve irfanın aydınlık sabahı Garb’ın ufuklarında ışık saçtığından beri, ziyası buralara dahi yansıdığı için birtakım gerçekler çaresiz gözümüze çarpmaya başlamıştır” der. “İbret”te Batı’nın teknoloji, tıp, hukuk, eğitim, sanat ve ticaret alanındaki ilerlemelerini sayar. “Terakki”de bir süre yaşadığı Londra’daki terakki vasıtalarını, “İnsan yalnız Londra’yı im’an-ı nazarla (dikkatli bir bakışla) hayranlıkla temaşa eylese göreceği bedâyi (güzellikler) akla veleh getirir (aklı şaşırtır)” diyerek hayranlıkla seyreder. Bu makalesinde de belirttiği üzere Batı, parlamenter sistemi, hukuk kurumları, eğitimi, kütüphaneleri, sanayisi, teknolojisi, ticareti ve teknolojisi itibariyle büyük ilerlemeler kaydetmiştir. O hâlde izlenecek yol bellidir: “.. mademki Avrupa bu hâle topu iki asır içinde gelmiş ve mademki esbab-ı terakkice (ilerleme vasıtaları bakımından) onlar mucit olmuş, biz o vesaiti (vasıtaları) hazır bulacağız; iş etraflı tutulursa hiç olmazsa iki asır içinde olsun biz de en mütemeddin (uygar) memleketlerden sayılacak bir hale gelebileceğimizde hiç iştibah ( şüphe) var mıdır?” İlk bakışta çözüm çok basit gibiydi. En azından Namık Kemal’in nesli için bugünkü derecede karmaşık değildi. Onlara göre Batı’yı örnek alarak kolayca ilerleyebilirdik.
Ama 1954’te tefrika edilen “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde Tanpınar, hâlâ ‘Türk modernleşmesi’ni hicvettiğine göre bu işte bir yanlışlık olsa gerek! Yanlışlıkların bir kısmına yazar, romanında temas eder. Kanaatimce en büyük eksiklik, terakkinin temelinde yatan ‘ter ve kan’dan oluşan ihtiyaç ve büyük gayret kültürüne vakıf ve sahip olmamaktır. İnsanı hukuka, adalete, ilme, sanata tutkuyla bağlayan o kültürdür. Dolayısıyla o çalışma ahlâkına, disipline, hukuk, adalet ve hürriyet aşkına sahip olmadıkça, ne kadar ‘yeni kurum’ inşa ederseniz edin, ne kadar teknolojiye sahip olursanız olun gerçek anlamda ilerlemiş sayılmazsınız. Daha önce de yazmıştım, maddi medeniyetin altında, onu besleyen ruh, kültür olmalıdır, aksi hâlde kültürsüz bir terakki, yani tıpkı “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” gibi büyük bir ‘yalan’la kendimizi kandırırız! Hâlihazırda yaşanan budur! O kültür olmadığı için bugün ilerleme adı altında doğa, tarih ve şehirler talan edilmekte, başta dijital teknoloji olmak üzere, kimi teknolojik araçlar, insan hak ve hürriyetini, etik değerleri hallaç pamuğu gibi atmakta, tıp ticari bir meta hâlini almaktadır.
İkinci büyük yanlışsa maziyi, gelenekleri toptan ilerlemeye engel görmek! Tanpınar’ı döneminin şuursuz aydınlarından farklı kılan böyle bir toptancı zihniyete kapılmamasıydı. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde Muvakkit Nuri Efendi’ye söylettiği; “Hal yoktur; mazi ve onun emrinde bir istikbal vardır. Biz farkında olmadan istikbalimizi inşa ederiz.” (SAE, 86) cümlesi, geçmişle gelecek arasındaki münasebetin bir toplumda ne kadar önemli olduğuna işaret eder. Namık Kemal de aynı kanaatte; “… dünyada bir mesud gün yoktur ki saadeti dünden hazırlanmış olmasın” demiştir. Gerileme nasıl bir sürecin ürünüyse, ilerleme de öyledir…
Kültürsüz ve dünsüz terakki! Yaşadığımız budur!..