Mehmet Doğan’ın ardından...
Geçen hafta Mehmet Ağabeyin ölüm haberini duyunca önce idrak edemedim. Öyle oluyor insan hiç beklemediği ölümlerde, günlük hayatın akışında sıradan bir haber gibi geliyor önce, sonra yavaş yavaş ayılıyorsunuz. Ama hâlâ hayattaymış gibi! Türkiye Yazarlar Birliğine gitsem, işte o zaman, mekânın sessizliği suratıma vurduğunda kavrayacağım acı gerçeği! Çünkü paylaşılan bir mekânda ancak fark ediliyor gidenin yokluğu…
Benim gibi üniversite öğrenimini 80’li yıllarda Ankara’da yapmış, edebiyata, okumaya, yazmaya, şiire, öyküye meraklı pek çok gencin Mehmet Doğan’la ve Türkiye Yazarlar Birliği’yle yolu kesişmiştir bir şekilde. Ben de o yıllarda tanımıştım onu. Sanırım yüksek lisans yaptığım 1985-88 yılları arasındaydı. İlk ne zaman karşılaştık hatırlamıyorum. O zamanlar Türkiye Yazarlar Birliği Bayındır Sokaktaydı galiba. Cemal Kurnaz Hocamın Muallim Naci’nin “Osmanlı Şairleri” üzerine bir sohbetini dinlemiştim, bir de Rahmetli Ragıp Karcı’nın “Yeni Bir Sevda Süleymanı” adlı şiir kitabıyla ilgili sohbeti. İlk gidişlerimdi. Sonra bu tanışıklık sürdü… Yıllık’a bir iki kez bazı bölümleri yazdım, bazı söyleşileri yönettim vs.
Demem o ki, Ankara’da edebiyata hevesli bir genç olarak ilk duraklarımdan biridir Türkiye Yazarlar Birliği. Mehmet Doğan’ı orada gördüm, orada tanıdım, oturduk, sohbet ettik, bazı şiir şölenlerinde, sempozyumlarda beraber olduk. Belki Mehmet Ağabeyin nesli daha muhafazakârdı, belki biz onları öyle görüyorduk, belki de kanımız yeniye daha kaynıyordu, bilmiyorum, edebiyata bakışımızda farklılıklar olduğunu hissederdim. Zamanla mesafe azaldı, galiba ben ona yaklaştım, meselâ dilde, kelimeleri kullanmada giderek Mehmet Ağabey gibi hassas olmaya, o türedi dilden uzaklaşmaya, sağlam, ayağı yere basan, köklü kelimelere dönmeye başladım. Bazen telefonda bazen Ankara’ya gittiğimde konuşurduk, Türkçe konusunda çok hassastı, dil giderse kültürümüz gider fikrindeydi. Akademiyi ve Milli Eğitim Bakanlığını bu konuda şiddetle eleştirmekten geri durmadı.
Mehmet Doğan, aslında bir sanatkâr değil, araştırmacı ve fikir adamıdır. Tabii olarak siyasi fikirleri de vardı. Fikirleri itibarıyla kanaatimce İslâm’la milliyetçiliğin iç içe girdiği bir dünya görüşüne sahipti. Ama İslâmsız, salt ırka dayanan bir Türklüğü kabul etmezdi. Fikri olarak Nurettin Topçu’dan ve “Hareket” dergisinden etkilenmiştir. Nitekim “Hareket”te yazılar yazdı, Âkif’in düşüncelerinin izinde yürüdü. Modern ‘İslâmcı edebiyat’a da muhtemelen kullandıkları dil ve Batı edebiyatının etkisine kapıldıkları gerekçesiyle mesafeli durdu. Din ve Osmanlı eksenli bir dünya görüşüne sahipti, ama dilde ve edebiyatta merkeze Türkçe’yi, milli coğrafyayı ve milli tarihi yerleştirmişti. Türk dünyasına bu görüşleri doğrultusunda açıldı, Müslüman kimliğiyle!.. Türkiye’nin Türkiye dışındaki Türklerle bu minvalde kültürel münasebetler kurması için büyük çaba gösterdi, yazar ve şairleri ortak faaliyetlerde buluşturdu.
Şunu da eklemeliyim, tarihle, özellikle yakın tarihle ilgilenmiş, dönemin süreli yayınlarını, belgeleri gözden geçirmiş, bu konuda pek çok yazı, eser kaleme almış, Osmanlıyı karalamaya yönelik söylemlere çoğu kez sert bir şekilde cevap vermiş, bu konuda polemiklere girmiştir.
Fikirlerinden taviz vermedi, birtakım imkânlardan faydalanmak için iktidara yakın olmaya da çalışmadı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, Ankara’nın sıkıcı, kurak, çorak ikliminde, kurduğu Türkiye Yazarlar Birliği, biz genç heveslilerin nefes aldığı yegâne kültürel vahaydı. İlk edebi sohbetlerimizden bir kısmını orada yaptık, ilk tanışmalarımız orada oldu.
Mehmet Ağabey, özel sohbetlerinde nüktedan ve şakacı, ama fikirlerinde sert ve sabitti!..
Severdik, o da bizi severdi. Biz yeniydik, 1980’lerde “Tutunamayanlar”a tutunmuştuk, İsmet Özel sevdalısıydık. Dilimizde yeni ‘tümceler’ vardı. Tarihe daha temkinli bakıyorduk. Yeni bir dil, yeni bir üslûp arıyorduk. Onlar ak sakallılardı, bize göre muhafazakârdı.
Dışarıdan bakınca, özellikle polemikçi üslubunda sert gibi görünse de, sohbetlerinde onu hep gülüşü, samimiyeti, nükteli konuşmalarıyla hatırlayacağım. Kimi zaman düşüncelerimiz, üslûplarımız farklı olsa da o biz gençlere daima ‘aynı gemi’de olduğumuzu hissettirdi. Ve biz Mehmet Ağabeyin yanında bilirdik ki sonuçta ‘aynı gemide’yiz, rotamız aynı…
Mekânı cennet olsun…