Mazi mi hâl mi, gerici mi ilerici mi?..

Kanaatimce Türkiye’nin; Türk modernleşmesinin, Türk sanatının en büyük sorunlarından biri, içinde var olduğumuz ve içimizde var olan geleneği -bu kimi kez dini inançlar, düşünceler ve pratiklerdir, kimi zaman geleneksel müziktir, kimi zaman Divan edebiyatıdır, kimi zaman kılık kıyafetlerdir vs.- ilerlemenin ‘engel’i olarak görerek, sırf onları kaldırmaya yönelik reformlar yapmaya yönelmektir. Bu itibarla genelde mazimiz –buna içinde var olduğumuz ve içimizde var olan kültür ve medeniyet de diyebiliriz- bize bir problem olarak görünür. Böyle olunca da genelde yeni, eskiyi daima kötüler, kendine yol açmak için tuttuğu yol da budur.

Gerçekten böyle midir acaba? Gelişmek, yeni olmak, ilerlemek; örneğin sanatta kendi şahsiyetini bulmak, seleften/ gelenekten kopmak, ona başkaldırmak, onu reddetmekle mi mümkün olur? Mazimiz midir bize çelme atan, yükselmemize engel olan? Veya onu inkar ve reddetmeden, ondan da istifade ederek yenileşmek, gelişmek, ilerlemek mümkün değil midir? Sonra yeni nedir? Eskiden olmayan şey midir? Eskiden olmayan ‘yeni’ bir şey var mıdır, yoksa yeni eskiden doğan bir şey midir, devam zincirinin göreceli son halkası mıdır? Eskimeyen yeni midir? Yeni ebedi midir, bir süre sonra o da zaman zincirine eklemlenen bir ‘eski halka’ olmayacak mıdır? Sonra geçmişi, içinde var olduğumuz ve içimizde var olan kültürü, zevklerimizi, yaşama tarzımızı, alışkanlıklarımızı; türkülerimizi, şarkılarımızı silmek, unutmak mümkün müdür? Tam burada Tanpınar’ın “Mahur Beste”sinde geçen şu cümleyi yazmalıyım: “Şark öldü diyorsun. Ahmet Ağa öldü gibi bir şey bu.” Gerçekten açıklaması bu kadar kolay mı? Şark ya da mazi veya hatıralar ölür mü? Hayır! Yaşanan her şey iz bırakır ve bırakılan her iz, bir gün hafıza denilen -bilinçaltı da diyebiliriz, bilincin dışı da- karanlık kuyudan hortlayarak çıkıverir. Hatıralar uyur evet, ama uyanmayacaklarını kim iddia edebilir?.. Uyurlar, ama ölmezler! Volkanik bir dağ gibi, dipte her an patlamaya hazır, kıvrılıp yatan bir ateştirler. Hani Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde evin köşesine atılmış eski bir alaturka saat vardır, adı Mübarek! Bozuktur güya, eski püskü bir saat! Ama arada bir aniden sanki bir şeyi hatırlamış da uyanmış gibi çın çın öter ve sonra yine susar! Tanpınar bence tam da söylediğimi ima eder; mazi ölmez, sadece uyur!

Biz bazı Türkler, zamanın bu parçalanmaz vasfını, yani mazi-hâl ve istikbal bütünlüğünü, bu üç kategorinin aslında birbirine bağlı tek bir zincir olduğunu bir türlü kavrayamamış, hâli ve istikbali inşa edebilmek için maziden kurtulmak gerekir gibi, psikolojiye, sosyolojiye, hatta fiziğe aykırı bir teze saplanıp kalmışızdır. Bazıları ise çöküşün sebebi olarak maziden kopmayı görmektedir… Oysa zaman, durmaz devinir, ileriye doğru akar ve değiştirir, vasfı budur. Ama tekrar edeyim, değişen zamanın kendisi değildir, önüne kattığı dünyadır, varlıklardır.

Türkiye, zamanın bu vasfına, bu gerçeğe sırtını dönerek, yıllardan beridir sanat-edebiyat ve siyasette, ilimde vs. ilerici ve gerici gruplara ayrılmak suretiyle, zaman denen büyük sel önünde sürrealist bir komediyi -insanlık komedyası dense sezadır- sahneleyip duruyor. Zaman denilen o büyük ve kadim dev de önündeki gölge oyunculara bakıp gülüyordur eminim.

Tanpınar Türkiye’nin bu mazi ile hâl, eski ile yeni arasında kalma hâlini, o kalıplaşmış ‘ilerici-gerici’ dairesinin dışında kalarak dile getirir. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nün şu satırlarında sanki konuşan Hayri İrdal değil Türkiye’dir, ama durumunu içtenlikle itiraf eden Türkiye:

“Her ne olursa olsun mazim bugünkü vaziyetimden bana bütün bir mesele gibi geliyor. Ne ondan kurtulabiliyorum ne de tamamiyle onun emrinde olabiliyorum.”

Evet, adına ne dersek diyelim, Türkiye’de mazi büyük bir meseledir. Ama ama!.. Türkiye ne mazisinden kurtulabilmekte -çünkü başta da söylediğim gibi bu mümkün değildir, içinde var olunan ve içimizde var olan kültürden kopamayız, zaman bir bütündür- ne de bütünüyle mazinin emrinde olabilmektedir… Bütünüyle mazinin emrinde de olamaz, çünkü zaman durmaz, mâzi, hâle ve istikbale doğru akar.

Mesele şudur: Hâl ve istikbal, mazinin çocuğudur! Önemli olan Muvakkit Nuri’nin (mazinin) iş ahlâkını ve disiplinini, hâlin ve istikbalin tekniği-bilgisiyle buluşturmaktır. Gerisi kör döğüşüdür!..

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum