Granada, Elhamra, granat, la’l ve nar…
Bir arkadaşım yazınca; Granada, Elhamra derken tarihin derinliklerine, şiirlere, türkülere kadar gittim. Kelimeler böyledir, peşine düştüğü insanı önce sözlüklere, sonra inançlara, mitolojiye, hikâyelere, türkülere, şiirlere götürür…
Granada’ya baktım önce. Biliyorsunuz Granada İspanya’da bir şehir. Endülüslüler aynı şehre Elhamra demişler. Kelime büyük ihtimalle Latince granatium’dan türemiş. Bir mineral adı, bir süs taşı “granat”. Kırmızı kristallerinden dolayı, bu kelime kırmızı renk, nar anlamlarına da geliyor. Nitekim İspanyolcada granate, koyu kırmızı renkli, lâl renkli demek. Granada’nın nar anlamı da var. Zaten bir nar şehri… Elhamra da kırmızı renk demek. Belli ki Endülüslüler Granada’nın yerine, şehre Arapçada aynı anlama gelen Elhamra demişler. Bu arada Fransızca Osmanlıca sözlüğe baktım, “grenat” kelimesi için; “Nar tanesi renginde zî-kıymet (değerli) bir taş. Süleyman taşı, şebçerağ” anlamı verilmiş. Lugat-ı Naci’de “şebçerağ” için; “Bir cevher imiş ki gece vakti şule-feşân (ışık saçar) olurmuş.” deniliyor. Süleyman taşı denmesinin de bir sebebi olmalı ama bilmiyorum.
Nereye gittik?.. Granada, Elhamra derken kırmızı renkli, nara benzeyen granat mineraline. Şimdi Doğu’ya dönelim. Bu mineralin bizdeki eski adı la’l taşı. Batılıların ‘granat’ dediği la’l taşı, Divan şiirinde sık sık geçiyor. Ahmet Talat Onay, “Türk Edebiyatında Mazmunlar” adlı kitabında la’l kelimesi için “Yakut gibi kırmızı ve kıymetli bir nevi cevher” demiş. Şark edebiyatında renginden dolayı dilberlerin dudağı hep la’le benzetilmiş. Örneğin Fuzuli “La’l ü dürrü gösterir demadem/ Evrâk-ı gül içre şebnem”, yani la’l gibi kırmızı dudakları ve inci gibi dişleri, gül yaprakları içinde şebnem dizisi gösterir, diyor. Bir de Muradi’den örnek vereyim: “Sormak ayb olmasın ey dilber-i şîrin-harekât/ Leblerin la’l-i Bedahşan mı ya âb-ı hayât” Anlamı şöyle: Sormak -burada sormak tevriyeli- ayıp olmasın ey şirin hareketli dilber, dudakların Bedahşan’dan çıkan la’l cevheri mi veya ölümsüzlük suyu mu? Yeri gelmişken la’l cevherinin Bedahşan’da çıktığını ve Divan şiirinde la’l ile beraber bu yerin de anıldığını belirtelim.
Granada, granat, Elhamra, la’l… Mineraldi, kırmızı renkti derken, bir de nar anlamı var kelimenin. Geldik nar’a! O lezzetli nar meyvesinin adının kökü Arapça n-v-r’dir ve ışık, aydınlık anlamına gelen “nûr” kelimesiyle aynı kökten türemiştir. Nâr, biliyorsunuz bir meyve adı olması yanında ateş demektir. Yine kırmızı, kızıl renginden dolayı ateşle de bir bağ kurulmuş belli ki. Mitolojide ise genelde bereket ve doğurganlık sembolü… Yahudilikte, Hristiyanlıkta ve İslâm dininde nar kutsal bir meyve. Anadolu’da ve Azerbaycan’da evlenilmek istenen kıza nar gönderilmesi ise bir gelenekmiş! Sezen Aksu’nun bir şarkısında bu anlamda şöyle geçiyor:
“Şu gelen yâr olaydı, elinde nar olaydı.”
Yani bana evlenme teklif etseydi…
Şu Neşet Ertaş türküsündeki yâr üstüne yâr sevene edilen sitem ve aynı zamanda ince yergiye bakar mısınız?
“Kar yağar kar üstüne
Yâr sevmiş yâr üstüne
Varsın sevsin neyleyim
Turp yemiş nar üstüne”
Bir de Kars türküsü vardı galiba: “Kağızman’a ısmarladım nar gele nar gele/ Gümüş kemer ince bele dar gele dar gele”… Eş, belki hasta, belki hamile, muhtemelen canı nar istemiş, erin dilinden söylenmiş bir türkü.
Granada’dan yola çıktık, kırmızı rengin, narın peşinde ‘granat’ mineraline vardık. Başka bir kültür, aynı anlamda kendi dilinde Elhamra demiş şehre. Granat’tan la’l taşına geldik. Latincede granat, Şark’ta la’l taşı. Kelime la’l olup, Divan şiirinde, gelmiş sevgilinin dudağına konmuş, eni sonu granat taşı aslında, yakut!.. Bir de nar! Hem nar (meyve), hem de nâr (ateş)…
Gördünüz mü, bir Granada kelimesi bizi nâra attı sonunda!..