Ferit Edgü’nün Anadolu’su
Ferit Edgü’yü 22 Temmuz 2024’te kaybettik.
Onun “Hakkari’de Bir Mevsim” (1977)’ini yeniden okurken aklıma Yakup Kadri’nin “Yaban” (1932)’ı geldi. Karaosmanoğlu romanında Porsuk Çayı’na yakın bir köyde Anadolu gerçeğiyle karşılaşan Türk aydınını ve köylüsünü anlatıyordu. Edgü de eserinde aşağı yukarı aynı konuyu ele aldı. Ama zaman ve çevre farklı, ilkinde Kurtuluş Savaşı yıllarının Anadolu’suna ve köylüye o yılların yarattığı ruh hâliyle bakan bir Türk aydını var. İkincisinde ise savaş yok, üstelik aydınla köylü arasında bir ‘dil’ sorunu var… Dolayısıyla bakış açıları, içinde bulundukları coğrafî şartlar, kültür, olayların geçtiği zaman farklı. Ama bence iki eserin de ortak yönü, aydınların Anadolu’daki bir köyde kendilerini ‘yaban’ hissetmeleri.
Tam da burada Edgü’nün yaklaşık 6 yıl Münih ve Paris’te yaşadıktan hemen sonra 1964’te Hakkâri’nin Pirkanis Köyü’ne öğretmen olarak gidişinin onda nasıl bir duygu ve düşünce uyandırdığını merak ettim. Bunu biyografik özelliği de olan söz konusu romandan çıkarmak mümkün elbette. Meselâ romanda kahraman, “Bundan önceki yaşamım sanki tek başıma (…) denizlerde, tek kişilik bir teknede geçmişti.” (s. 49) der, hatırladığı “kentler, büyük, kalabalık, gürültülü kentler”dir (s. 49)
Hayatını o zamana değin İstanbul’da, daha sonra da Münih ve Paris’te üstelik bir sanat çevresinde geçirmiş genç bir ressam ve yazarın Anadolu’nun Doğu’sundaki mahrumiyetlerle dolu bir köye, üstelik “dilinden anlamadığı insanların arasına”, “ufuksuz bir toprak parçası”na öğretmen olarak gittiğinde ilk yaşadığı şey, büyük bir şaşkınlık ve acemiliktir elbette. Tıpkı kendisinin de söylediği üzere bu çorak toprağa düşen bir ‘kazazede’dir o.
Ama en önemlisi oraya adım attığında henüz kendisini tanımamasıdır. Kente ilk inişinde bir Süryani kitapçıyla tanışırken söylediği şu sözler bu bakımdan oldukça dikkat çekicidir:
“… artık kendimi tanıtmam gerekiyordu. Kendini pek tanımayan ben bu ihtiyar kitapçıya kendimi tanıttım.” (s. 36)
Kendimi tanıttım diyor da aslında kendi dahil kimseyi tanımamaktadır (s. 42) henüz. Süryani kitapçının deyişiyle “yolunu şaşırmış bir denizci”dir o, yani Türk aydını…
Ve sonra kendisiyle ve içinde yaşadığı toprakla, toplumla -toprağın, insanın acısıyla demeli- yüz yüze gelme süreci: Köyde art arda yaşanan çocuk ölümleri, buna karşı çaresizlik, yoksulluk, vahşi tabiat, kuma sorunu ve eğitimde yoksunluklar, devletin veya devleti temsil edenlerin bu sorunlara karşı lakaytlığı, otoriter, gözetleyici -öğretmenin mektupları açılır ve okunur- hatta tehditkâr tavırları.
Özetle bu romanda Anadolu/ Hakkâri, kendini tanımayan Türk aydınının ıstırap verici ve şok edici gerçekle karşı karşıya kalıp piştiği, kendini tanıdığı ve bulduğu yerdir. Nitekim roman kahramanı da “çilesini burda çekecek bir derviş gibiydim.” (s. 176) der. Burada tam da Byung- Chul Han’ın “Palyatif Toplum” adlı eserini anmam gerekiyor. Chul Han bu eserinde günümüzdeki palyatif toplumların acıyı sadece bir sağlık sorunu olarak görüp, insanın daha çok üretebilmesi için en küçük bir belirtide dahi ortadan kaldırmaya yönelmelerini eleştirir. Oysa insan gerçekliği önce acıyla hisseder ve hakiki olan her şey acı vericidir. Eskilerin çile dediği acı, insanı terbiye eder. Martin Heidegerr’in dediği gibi “Acı, iyileştirici gücünü hiç ummadığımız bir yerde gösterir.”
Edgü için Hakkâri’nin Pirkanis Köyü, çaresizliğin, yalnızlığın; dolayısıyla acının coğrafyasıdır. Kahraman, yaşadığı, şahit olduğu mahrumiyetler, acılardan sonra -Süryani kitapçının verdiği yol haritasındaki girdaptan geçerek- kendini ve Anadolu’yu tanır; bebelerin ölümünü görerek, ölmeden, çıldırmadan da nasıl yaşanabileceğini, koyunların nasıl doğurduğunu, kurtların nasıl köye indiğini, bütün bir kış boyu soğuğun sıfırın altında yirmibeş dereceyi bulduğunda insanın nasıl dayandığını, kendi soluğuyla nasıl ısındığını (…) nasıl kendisiyle konuşup dertleştiğini öğrenir.
Anadolu, o çorak ve sert coğrafya Edgü’nün kendini aradığı, bulduğu yerdi.
“Hakkâri’de Bir Mevsim”, kahramanın “Yepyeni bir yolculuğun eşiğindeydim” cümlesiyle biter. Edgü’ye son yolculuğunda rahmet diliyorum…