Aynılaşan dünya...
Byung Chul-Han, “Ötekini Kovmak” (Çev. Mustafa Özdemir, Ketebe Yay., 2024) adlı eserine “Ötekinin var olduğu zamanlar sona erdi.” diye başlar. Kitap boyunca tekrarlanan hüzünlü bir mırıldanıştır bu! Neoliberalizm, küreselleşme ve dijital düzenin insanı sürükleyip bıraktığı yer, ‘aynılığın cehennemi’dir. İletişim değildir kurulan artık, bağlantıdır.
Aynılık nedir? Aynılık, o büyük dijital gürültüde ve peş peşe akan görüntüler ırmağında insanı farklı kılan, diğerine göre ‘öteki’ yapan özge sesinin ve bakışının kaybolmasıdır. Bu aynılık cehennemine düşen insan, artık durmaksızın kitlenin -koronun mu demeli- söylediklerini ve yaptıklarını tekrar eder. Oysa tekrar, otomatik ve şuursuzca bir tepkidir, sürüleşme işaretidir. En önemlisi bilme’ye ilişkin değildir. Çünkü bilme, şahsi bir tecrübe ve idrakle bilgiyi ‘kendi mülkü’ yapma -kemal- sürecidir, bundan dolayı zor ve yavaştır. Aynıların tekrarı sadece slogandır… Örneğin cemaatler, aynılaştırır, insanın kendi/ öteki olmasına izin vermez. Narsist bir tavırla sadece kendine bakar ya da bakılmasını ister, ötekine karşı sağır ve dilsizdir. Oysa şahsiyet/ kendi olmanın biricik yolu, öteki dediğimiz varlığın aynasına bakmakla mümkündür. Aslında öteki bizim varlığımızın teminatı ve kanıtıdır. Tüm varlıklar zıttıyla kaimdir, her ‘şey’ kendini öteki sayesinde bilir ve tanımlar. Kıyas, kendimizi bilmenin, görmenin ve tartmanın yoludur. Ama kıyas için mutlaka öteki’ne ihtiyaç vardır.
Günümüzde özellikle dijital iletişimde herkes aynılık dairesinde, özge ya da özgü bir bakış olmaksızın -çünkü bakış gerçekte kalbî bir iletişimdir- bakar. “Bugün dünya bakış fakiridir” diyor Chul-Han. Dijital ekran ‘bakış’ı olmayan bir penceredir. Günümüzde bakış yok, gözetleme vardır, bir tür panaptikon tahakkümü. Büyük, dijital bir gözetleme kulesi, orada büyük bir göz, hücrelerindeki insanları gözetler, gözetlenen göreni görmez. Tıpkı George Orwell’ın 1984’ündeki gibi; her yerde her duvarda bir poster, posterde kocaman bir yüz, altında şu yazı: “Büyük Biraderin Gözü Üstünüzde”!.. Görülen herkes aynının cehenemindedir işte! Şimdi daha da gelişti durum: İnsanlar özgürlükleri kısıtlanmaksızın, gönüllü olarak dijital panoptikonun önünde her şeylerini -gözetleniyormuş gibi hissetmeden- gözler önüne seriveriyorlar.
Bakış gibi ses de kaybolmuştur bu dijital gürültü içinde. Oysa ses de ruha değer ve etkiler. Ama çoğalmış/ aynılaşmış ses, öteki sesi de bastırıyor. Öyle diyor Chul-Han; “Artık aynının dijital gürültüsünde ötekinin sesini duyamayız.”, sadece birtakım hayaletlerle iletişim/ bağlantı kurmaktayız.
Dikkat ediyor musunuz, aynılaşma sanata da sirayet ediyor, aynılaştıkça özge temaşa, özge ses, özge dil de kayboluyor, edebiyat siliniyor. Aynı kümeler bir de aralarında adeta top çeviriyorlar. Oysa her edebi metin, birinden ötekine ‘kendince’ ulaşma çabasıdır, bu nedenle öteki’ne muhtaçtır, “Şiir ötekiyle sohbeti arar”. Ama niçin, elbette kendi boşluğundaki acıyı veya neşeyi ötekinin boşluğuna bırakmak için. Ses, bir kulağı bulsun diye çıkarılır. Dinlemek, -hatta okumak- ötekinin sesini kulağımızda -ruhumuzda- misafir etmektir, hatta misafirperver bir sessizliktir.
Bir de like toplumundan bahsedeyim. Hani şu sosyal medyada çoğumuza sirayet eden beğenilme hastalığından. Like kültürü kendini odağa koyan narsist bir tavırdır, yaralanmayı değil övülmeyi bekler. Like toplumunda sadece kendinizle ve benzerlerinizle karşılaşırsınız. Oysa yara “ötekinin içeri girdiği aralıktır”.
Son olarak, yeni insan sadece performans öznesidir, ürettiğiyle değer bulur. İşte bu nedenle zaman sadece kendine aittir, çünkü neoliberal anlayış ötekine ayrılan zamanı bir verim, üretim kaybı olarak görür. Behçet Necatigil, bunu yıllar önce fark etmiş ve “Sevgilerde” şiirinde Byung Chul-Han’a selam göndermiştir:
“Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya
her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.”
Bu dizelerde Elias Canetti’nin deyişiyle “evleri mesken tutan”, sadece kendine dönük bir adam akan zamana bakıp kalmıştır…