‘Ayaşlı ile Kiracıları’ ahlakî bir romandır
Epeydir Memduh Şevket Esendal’ın “Ayaşlı ile Kiracıları”ı hakkında yazmak istiyordum. Nasip bugüne imiş!
Bir teamül oluşmuş gibi, çoğu eleştirmen bu romandan bahsederken, yazarın Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Ankara’yı anlattığını ve dönemin insan manzaralarını çizdiğini belirtiyor. Bu cümleleri Yakup Kadri’nin “Ankara”sı için rahatlıkla kurabiliriz; çünkü Karaosmanoğlu’nun niyeti gerçekten de inkılâpların inşa etmekte olduğu veya inşa etmek istediği Ankara’yı -yer yer çarpıklıklarıyla da- anlatmaktır. Milli Mücadele sonrasının ruhu ve inkılâpların yarattığı atmosfer, bu eserde tüm şehri ve insanları kuşatıyor. Zamanın ruhu romana hâkim. Ama aynı şeyleri “Ayaşlı ile Kiracılar”ı için söyleyemeyiz, Cumhuriyet’in ilk dönemindeki siyasi, sosyal, inkılâpçı ruh yoktur bu romanda. Bence yazarın amacı da bu değildir zaten.
Kimileri Esendal’ın belki de bir sosyal hiciv yazdığını, örtük biçimde o dönemdeki toplumsal çürümeyi eleştirdiğini söyleyebilir. Çünkü gerçekten de romanda Ayaşlı’nın kiraya verdiği o dokuz odalı bölümde kumardan fuhşa her türlü rezalet sahnelenir. Ama İttihatçıların kara kutusunun hayatı boyunca ‘temkin’i elden hiç bırakmadığını ve inkılâpçı kadro içinde yer aldığını bilenler, CHP Genel Sekreteri Esendal’ın -temelde muhafazakâr değerlere sahip olsa da- böyle bir dönem eleştirisi yapmayacağını da çok iyi bilirler…
Evet, “Ayaşlı ile Kiracılar”ı bir ‘dönem romanı’ ya da Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Ankara’dan toplumsal manzaralar yansıtan bir eser değildir ama, yazarının ahlâk anlayışını -özellikle kadına ve aileye bakışını- kuvvetle ifade eder. Romanda Ayaşlı’nın kiraya verdiği odalar, içindeki insanlar ve hayat itibarıyla bir batakhaneyi andırır. Yeri gelmişken Peyami Safa’nın “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu”ndaki ilk bölümde de olayların böyle karanlık, kirli bir pansiyonda geçtiğini belirteyim. Ferit’in yaşadığı yerde de bir ahlakî çürüme var, ama oradakiler “Ayaşlı ile Kiracıları”ndaki kadar yozlaşmış değiller. Esendal’ın romanında özellikle kadınlar, ahlakî yozlaşmanın en bariz örnekleri. Eserde bir bankacı olan anlatıcının evlendiği Selime ile arkadaşı Dr. Fahri’nin evlendiği Melek Hanım dışında iyi eğitim almış, ahlâken temiz kadın yok gibi. Meselâ hizmetçi Halide, değişik erkeklerden hamile kalan, fuhuş âlemlerine düşen bir kadın, Hâki Bey’in karısı Turan Hanım odasında kumar oynatan, evli olmasına rağmen gayr-i meşru ilişkiler kuran, odasına yabancı erkekler alan, anlatıcıya açıkça cinsel ilgi duyan biri. Abdülkerim’in eşi İffet Hanım da öyle! Adının aksine iffetsiz, bir süre sonra Turan Hanım’ın odasında kumara alışan, erkeklerle oynaşmaya ve içkiye başlayan bir kadın. Başkaları da var. Meselâ Faika Hanım’ın annesi Makbule Hanım genelev işletiyor, yeni hizmetçi Ziynet, Halide’nin yerine apartmanda bir süre hizmetçilik yapan Raife’nin kızları, Turan Hanım’ın arkadaşları Süsen, Ressam Berin ve Cavide, hepsi ahlakî değerlerden yoksun. Bunlardan bir kısmı bir iş bulmada yardım için anlatıcıya geliyorlar, ama bilgisizler ve herhangi becerileri yok, tek sermayeleri cinsel cazibeleri… Esendal, yer yer kadınlardaki bu olumsuz değişmeyi, moda tarzını, saçlarını kestirmelerini, bazı kahramanları aracılığıyla eleştiriyor. Belli ki toplumda yeni yeni ortaya çıkan bu görgüsüz, bilgisiz, abartılı makyaj yapan, ahlaken düşük kadın tiplerinden rahatsız.
İkincisi, eserinde çizdiği erkek veya kadın kiracıların çoğu kırık tipler: Faika Hanım-Fuat, Turan Hanım-Hâki, Faika Hanım-Fuat, İffet Hanım-Abdülkerim, tüm bu çiftler, evliliklerinde mutsuz, kadınlar başka erkeklere, erkekler başka kadınlara meyilli, bunlardan Şefik Bey’in sonu feci bir ölümle noktalanıyor, İskender Bey hapse atılıyor, Fuat Faika’yı bırakıp gidiyor. Ayaşlı’nın kira odaları bu bakımdan âdeta bir Sodom ve Gomore…
Memduh Şevket, toprağın adamı, kırların kokusuna hayran! Bu ahlakî yozlaşmadan rahatsız!.. Anlatıcının -bence romanda Esendal’ın sözcüsüdür- eserin sonuna doğru arkadaşı Dr. Fahri’nin evinde bir kızla yaptığı konuşma, hem o ketum yazarın kalbindeki sızıyı açığa vuruyor, hem de “Ayaşlı ve Kiracıları”nın ana meselesinin ne olduğunu açıklıyor. O konuşmada, genç kız toprağı ve doğayı sevdiğini söyleyen genç adama; “Kırda büyümüş adamlara hiç benzemiyorsunuz” der. Genç bankacının verdiği cevap manidardır:
“- Öyle, bu şehirler, şehircikler, beni bozdu.”
Evet, anlattığı da zaten çürümüş bir şehir, yozlaşmış, kirli, bozulmuş insanlardı…
Şu sözleri âdeta tüm romanın özeti:
“Ben viski kokan, radyosu öten, dans edilen, bol ışıklı bir salonda bu hanımı sevmek istemem.”
Rüyasında kır kokan bir istasyonda, gerçekte tam da anlattığı yerdeydi…