Ya meydanlarda olsaydı
Bir seçim maratonu yaşanıyor. “Son düzlüğe girildi” denir böyle son haftalar için… 14 Mayıs’a doğru da bayram sonrası böyle bir milat oldu. “Herkes bayram sonrası asılır seçime”, dendi.
Son düzlük, at yarışlarında jokeylerin bütün gücüyle yarışa asıldığı zeminin adıdır. Atlarının bütün performanslarını ortaya koymak isterler. Olağanüstü bir performans. Atı çatlatırcasına…
Doğru herkes asılıyor seçime… Herkes meydanlarda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu seçime olağanüstü bir anlam verdiği her halinden anlaşılıyor. Sanki önceki bütün seçimler bir yana bu bir yana… “Bir dönem daha” istedi halktan. Aslında çok az siyasetçiye nasip olacak bir “iktidar doyumu” yaşadığı söylenebilir. “Tek belirleyici” hale geldiği bu iktidar dönemiyle siyaset hayatını taçlandırabilirdi. Ona razı olmadı. Niye, diye düşünüldüğünde akla bu dönemin kendisi için “çok tatmin” edici olmadığı tespiti geliyor. “Niye çok tatmin edici değil?” diye sorulduğunda da akla, bir, ekonomideki iddialarının halkı canından bezdirecek bir hayat pahalılığı getirmesi geliyor. İki, hukuk alanındaki sorunların, “Tek belirleyici” olarak kendisini “totaliter” bir konumda göstermesi geliyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi…
Toplumun geniş kesimlerindeki soru şu: Nerede adalet nerede kalkınma?
21 yıllık iktidarın ardından Cumhur İttifakı adına toplumun önüne konan seçim vaatlerinin içinde iki önemli ayağı, “Daha çok demokrasi için yeni bir anayasa ve hayat pahalılığını ortadan kaldırma” oluşturuyor.
Son birkaç gün içinde ekranlara Ak Parti’nin iki önemli siması, Numan Kurtulmuş ve Efkan Ala çıktı. İkisine de hukuktaki yanlışlıklar, özgürlükler, demokratik açılımlar ve ekonomide iyileştirme vaatleri soruldu, “İktidarsınız vaat edeceğinize yapsanız ya…” denildi.
Bu sorular, aslında sergilenen yönetim anlayışı ile sorunlu alanların iyileştirilemeyeceği kuşkusunu da yansıtıyor. Neden? Çünkü yargıdaki siyasallaşma bizzat iktidarın seçtiği bir şey, ekonomideki savrulma da, Erdoğan’ın “Ekonomistlik” iddiası ile ilgili. O zaman kim düzeltecek?
O yüzden anketler ilk defa Tayyip Bey’i, “açık ara önde”lerden “Başabaş” ya da “Gerilerde” konumuna düşürüyor.
Tayyip Bey, 21 yıllık “başarı alışkanlığı”ndan sonra böyle bir durumu kabul edecek insan değil. Aday olmasaydı, zirvede tamamlayacaktı, ama şimdi “kaybeden” olarak sonlandırma riski var. Bu riskin derin kaygılar oluşturması tabii. Muhalefet de onu “sandıkta yenmek” gibi bir iştahla seçime yükleniyor.
Bu atmosferdeki bir son düzlükte, Erdoğan’ın “canhıraş” bir mücadeleye soyunduğu söylenebilir. Canhıraş “yürek parçalayan” anlamına geliyor.
2014’te, 2017’de de meydanlarda sesi kısılmıştı Tayyip Bey’in… Van’da adeta boğulurcasına bir sesle insanlara hitap etmeye çalıştığını hatırlıyorum.
Asılınca böyle asılıyor siyasete…
“Hırs siyasetçinin yakıtıdır” denir…
Ülke için deyin, kendisi için deyin… İnsanoğlu yenilmeyi sevmez.
Bu süreçte ülkenin yüreği ağzına geldi Tayyip Bey’in ekranda rahatsızlanması ile… Orada bulunan insanlara “Eyvah eyvah” diye çığlık attıran bir durum olmuş belli ki…
Türkiye böyle bir paniği 2006 yılında yaşamıştı yine Tayyip bey ile ilgili olarak. Aracında rahatsızlanmış, hastaneye yetiştirilmiş ama makam aracının kapısı içerden kilitlendiği için ön cam oradaki inşaattan getirilen balyozla kırılarak arka kapı açılmış ve Başbakan Erdoğan sedye ile doktorlara teslim edilmişti.
O anı hatırlayabiliyor musunuz? Balyozla makam aracının kapısına vuruluyor, vuruluyor, içerde Başbakan fenalaşmış…
Tv’deki olay yine de kontrol edilebilir bir ortamda. Beştepe’de…
Erdoğan meydan meydan dolaşıyor, bir günde oradan oraya koşuyor. Akşam da tv kanallarına konuk oluyor. Ya şu olay herhangi bir meydanda konuşurken gerçekleşseydi… On binlerce insanın gözü önünde… Evet sağlık ekipleri var, her an müdahale edilebilir ama ya bir kargaşa olsaydı… Öyle anların paniği kontrol edilebilir mi?
Daha önce yazdım, “Bu kadar Erdoğan siyasal iletişim açısından doğru mu yanlış mı?” diye… Parti ve kişisel çıkar için bir tür “Devletin kullanımı” görüntüsü oluşuyor. Ayrıca “kaybetme kaygısı”nı yansıtıyor.
Bu, “siyasal iletişim” açısından bir sorun.
İşin “Sağlık” kısmına gelince, orada “Etrafındakiler”in sorumluluğunun devreye girmesi gerekiyor. İnsan bazen “Ötekiler”e yüklediği olumsuzluklarla “Ya ötekiler gelirse…” gibi bir kaygıyla hareket edip, “Kendisinden başkasının ülkeyi – kurumu iyi yönetemeyeceği” gibi bir düşünceye kapılabilir. Ama insan hayatı sınırlı. İster istemez nöbet değişimi yaşanacak.
Yola çıkıldı bir kere… Daha sakin bir tempo içine girilebilir. Millet 21 yılı artısı – eksisi ile biliyor. Karne milletin önünde. Daha sakin, lütfen daha sakin… Kendi kendimizi doldurmaktan kaçınmak da bir iç disiplin işi…