CHP’yi ve DEM’i döve döve…
İktidarın siyaset planını şöyle okumak mümkün:
Halk güçten anlar. Asla zayıf görünmeyeceksin, söylem ve eylem olarak mümkün olan her yerde güç kullanacaksın.
CHP’ye ve halka, mahalli seçimlerde birinci parti çıkmanın hiçbir anlamı olmadığı hissini vermek için merkezi iktidar olarak fütursuz tavrı sürdüreceksin.
Bunları açalım:
Evet, Erdoğan, 31 Mart seçimlerinden sonra kısa bir tereddüt geçirdi. Yaşadığı yenilgiydi, bu açık. Ancak hala iktidardaydı, Cumhurbaşkanlığı gibi sınırsız yetkilerle donatılmış bir makamın sahibiydi ve merkezi iktidar olarak “Yerel”i de kuşatmak mümkündü.
“Yumuşama” derken, “Muhalefeti terbiye etme”yi kastettiğini ifade etmişti. “Yumuşama” hamlesi, ilk elde CHP’nin zafer dili kullanmasını önlemeye yönelikti. Nitekim CHP de “Normalleşme” diliyle çıktı. Yeni CHP lideri, “Normalleşme” diyerek, kendi kemik kitlesinin ötesine ulaşmayı hedeflediğini söyledi.
Ancak iktidar “yumuşama”da durmadı, “yumuşama” savunma pozisyonuydu, oysa Erdoğan savunmayı kendisine yakıştıramazdı. “Reis” karizması, savunma dili ile bağdaşmazdı. Kitleler, savunma dilini satın almazlardı. “Başaramamışlık” yapışırdı üzerinize. Üstelik, ekonomi halkı boğmaktaydı. “Ben ekonomistim” iddiası çökmüştü. Partinin dayandığı taban bile, emeklisi, işçisi, işsizi, çiftçisi, büyük şehirlerdeki kamu görevlisi ile boğulma hissi yaşamaktaydı. İşte asgari ücret, açlık sınırının altındaydı ve iktidar orada bir artış yapmamak için kıvranıyordu.
Bu açık zaaf haliydi ve “Reis”lik siyasette böyle satılamazdı.
Güç kullanımı bu değerlendirmenin içinden çıktı.
Yargı elinizdeydi. Meclis elinizdeydi. Güvenlik güçleri elinizdeydi. Medyanın büyük kısmı elinizdeydi.
Bildiğini oku ve medya gücü ile onu halka pazarla…
CHP’li ve DEM’li belediyelere yönelik baskı süreci böyle başladı. Peş peşe ve fütursuzca gelen kayyımlar, gözaltılar, tutuklamalar, Doğu – Güneydoğu’da devreye sokulan gösteri yasakları… Bir yandan “Öcalan açılımı – Kandil’e ön açma” gibi terörist başı ve terör üssü ile diyalog söylemleri seslendirilirken, diğer yandan Yerel seçimlerde yer yer “Kent uzlaşısı” tanımlaması altında gerçekleşen CHP ile DEM işbirliğini “terörize” etme politikası… Ne yaparsan yap medyan var ve satabilirsin anlayışı…
Bir yandan “SGK prim borçları” sebebiyle CHP’li belediyelerin gelirlerine ipotekler…
Bu arada, her türlü gücü kullanma sarhoşluğu içinde baltayı taşa vurma sonucu doğuracak “Kreş kapatma” girişimleri…
Öte yandan “Yargı aktivizmi” denen şey… Geçmişte Yargının kötü kullanımından çok çekmiş bir toplum alanına “Yargı kararı” diye her türlü baskıyı ve hukuksuzluğu meşrulaştırma politikası…
Bütün kürsüler “Cumhurbaşkanı” sıfatıyla Erdoğan’a ait.
“Cumhurbaşkanı” sıfatıyla ama, “Partili” olmanın bütün ağırlığıyla… “Hakim dil” ona yakışıyor! Ya da “Savunma dili” diye bir şey yok. Konuş, konuş, konuş… Bilmem kaç tv kanalında günde birkaç kere canlı yayında en güçlü ses tonuyla Erdoğan…
Bütün siyaseti bürüyen isim o.
Şu sıralar CHP, yerel seçimlerde birinci parti olmanın keyfini yaşamaktan çok uzakta. Sanki iktidarın salvoları karşısında savunma psikolojisi içine itilmiş görünüyor. “Dayak yeme ve savunma psikolojisi” ise kendi kemik kitlesinde bile “zaaf” diye okunuyor. CHP yanlısı medya bile, iktidardan çok CHP liderliğini sorguluyor. O yüzden CHP içinde çok daha keskinlik arayışında bir “iç muhalefet” oluşuyor. Kılıçdaroğlu’nun “Hesaplaşma dili”nden heyecan duyan bir CHP’li kitle olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Cengiz Aytmatov’un “Kopar Zincirlerini Gülsarı” romanı böyle bir psikolojiyi anlatır.
Ne olacak? Süreç nereye doğru ilerleyecek?
Evet, siyaset bir süreç işi… Tabii bugünden yarına şu politika ipi göğüsler demek mümkün değil.
Erdoğan’ın Bahçeli ile kurduğu bir oyun planı var. “Toplum güçten anlar” der, bir oyun planı kurarsınız ama, bir yerde de toplum “Bu kadarı fazla” diyebilir. Güç kullanımı, diyelim ekonomide, kitleleri isyan ettirebilir. Diyelim Yusuf Tekin’in “Kreş” hamlesi ters tepebilir. CHP’li belediyeler belki “Halka dokunma”yı başarıp, iktidarın güç kullanma tavrını püskürtebilir.
Terörist başı ile, Kandil ile kurulan ve DEM’i ortak cepheye alıp yeni bir seçim hesabını içeren havuç – sopa politikası, bir yerde patlayabilir. Mesela her gün yenisi gelen kayyımlar, gözaltılar ve tutuklamalar ile…
Kim bilir belki de Erdoğan ve Bahçeli’nin her haftanın grup konuşmalarında sergilenen ve tepeden tırnağa “güç kullanımı”yı yansıtan oyun planı tutar. Ne de olsa sokakta kadın dövenleri bile film gibi seyreden kitlelere sahibiz. Ve ne de olsa “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” diye kadim bir bilgimiz var. Belki de birilerimiz düşmanlaştırdıklarımızın dövülmesinden keyif bile alıyoruz.