Yıldız Ramazanoğlu yeni öykülerini ‘Adem’in Cevap Vermesi’nde bir araya getirdi. Ramazanoğlu 14 hikâyede kişisel acılar ve travmaları anlatırken en çok savaşların ve darbelerin açtığı ağır yaraları aktarıyor: “Edebiyat, yaşadıklarımızdan ayrı bambaşka bir dünyadan haberler getirmez. Hayatla aynı anda ilerleyen bir vakanüvis hatırlaması da değil.”
MELEK GEDİK / İSTANBUL
Roman, hikâye ve köşe yazarı Yıldız Ramazanoğlu’nun yeni öykü kitabı ‘Adem’in Cevap Vermesi’ okuyucuyla buluştu. İz Yayıncılık etiketiyle çıkan ‘Adem’i yani insanoğlunu anlatan 14 öykü bulunuyor. ‘İnsan’, ‘Sarsıntı’ ve ‘Yaşantı’ olmak üzere üç bölümde sunulan öykülerde, hem varoluşal yalnızlık hem de savaşların, darbe girişimlerinin yıkıcı etkileri gözler önüne seriliyor. Gündüz karanlığa, duygular korkuya çalınıyor; öyküler hislere tercüman oluyor... ‘Elektrik’, o hikâyelerden biri: “Savaşlarda ilk kaybedilen şey hakikatse eğer; ikinci elektrik. Halkları cezalandırmaya kalkışan saldırıların ilk hedeflerinden biri elektrik trafoları çünkü. Amina Şilyak, Saraybosna elektriğini kaybettiğinde nasıl ilkel bir hayata dönüş yaptıklarını anlatmıştı.” ‘O Gece’ öyküsünde ise en kanlı darbe girişimi olarak kayıtlara geçen 15 Temmuz ihaneti, lise öğrencisi Cemal’in gözünden aktarılıyor. Ve daha bunlar gibi niceleri yine kitapta yer alıyor... KARAR yazarı Ramazanoğlu ile kitabını konuştuk.
* Kitabınızda tam 14 öykü var. Hepsi de insanoğlunu anlatıyor. Çok merak ediyorum böyle bir kitap yazmaya nasıl karar verdiniz? Nasıl bir ruh haliyle çıktı bu öyküler ve karakterler?
İtikadımıza göre insan günahsız olarak doğar. Adem’e cinsiyetli bir kimlikten bakmadım, varoluşumuzda ete kemiğe bürünüp kadın ya da erkek diye görünmemizin çok ötesinde bir ortaklık var. Yeni konuşan bir bebekken, akşama bir şey getireceğini vadeden baba bunu yapmadığında ilk insanın içindeki seslere hercü merce bakarak başlamak istedim. Dilimiz hangi ara yalana, zehire dönüşüyor, insan kültürün içinde nasıl şekillenip masumiyetini kaybediyor. Bunları anlamak isterken çıktı Adem bölümü.
* Kitabınız üç bölümden oluşuyor: Adem, Sarsıntı ve Yaşantı... Burada ademin yani insanın derinlerine inen bir kurgu var. Bu kurgu çatısını nasıl oluşturdunuz, bu hikâyelerde ne anlatmak istediniz?
İnsanın dünyayla uyumu ve uyumsuzluğunu ancak yazarak anlayabiliyorum. Biz hangi süreçlerden geçerek dünyayla uzlaşmaktayız ya da dünya haliyle aramızdaki ebedi zıtlığı kemaliyle taşımak mümkün mü? Verili mutluluklar evreninde herkesin anlayıp mutmain olmayı becerdiği genel geçer yaşantıda bazılarının anlayamadığı, kaçırdığı şey nedir? Kendime sorular sordum biraz.
* Kitabınızın ikinci bölümü olan ‘Sarsıntı’da hikâyeler daha çok darbeler görmüş karakterlerin ruh halleriyle ilgili. Darbe ve sarsıntı kelimeleri sizin dünyanızda nasıl birleşti?
‘Sadme’ demek daha iyi olabilirdi. İnsan birçok acıya ve hayal kırıklığına hazır olduğunu duyumsar ki buna elverişli bir yaratılış söz konusu. Fakat ağrı eşiğimizi, dayanma gücümüzü aşan bir şey olur bazen açık, korunmasız bir alanda şimşek çakmakla kalmaz, üzerimize yıldırım da düşer ve buna dair bir hazırlığımız yoktur. Toplumsal manada da bireysel düzlemde de aldığımız darbeler birbirinin parçası bir bakıma.
* 28 Şubat, 15 Temmuz... Bunlar Türkiye’nin kara günleri. Peki siz bu günleri, kitabınızla bir araya getirerek neyin mesajını vermek istediniz? Türkiye’de kültür-sanat, darbeler tarihiyle iç içe mi?
Edebiyat, yaşadıklarımızdan ayrı bambaşka bir dünyadan haberler getirmez. Hayatla aynı anda ilerleyen bir vakanüvis hatırlaması da değil. Kurgu ve gerçeklik arasında salınarak başımızdan geçenlere yavaşlamış estetik bir zaman bilinciyle yeniden bakar. Sinemadaki görsel bakış burada kelimelerle kurulur. Muhayyileyle yeniden icat ediyoruz başımızdan geçenleri. Hatta gerçekler ağır bastı bu kitapta.
* Kitabınızda fark ettiğim önemli bir nokta var: Sığınmacı meselesine olan duyarlılığınız. Şu an savaş ve savaş mağdurları herkesin gündeminde. Sizin gündeminize nasıl ve neden girdi göçmenler?
Türkiye bir kavşak noktası mülteciliğin misafirliğin ve göçün. Ülkemizin demografik yapısını bile değiştiren bu akışın yol açtığı dönüşüme, gündelik hayattaki yansımalarına ve son tahlilde kardeşlik bilincine daha çok eğilmemiz lazım.
* Peki, kitapta sizi çok etkileyen bir hikâye var mı?
En etkileyici hangisi buna okuyanlar karar vermeli. Fakat mesela ‘TIR’lar Neden Bu Kadar Yaklaşıyor’ hikâyesi bitmiş değil. Hala içimde yazılmaya devam ediyor. Mevcut gerçekliğimiz sanki bu hikayede saklı. İçinde çarpışmalar, kanatlar, oylumlu yollar…
ARTIK ‘LİKE SİSTEMİ’NİN KURBANLARIYIZ
* “Mahrem alan sahip olmak, bir bebeğin bile ihtiyacı...’ ya da ‘Tecrit kötülüğün zıddıydı hiç yalnız kalamamak” kitabınızdaki çarpıcı cümlelerden yalnızca biri. Bir yazar olarak yalnız kalamamaktan mı şikayetçisiniz yoksa tüm insanlığın ortak ihtiyacını mı yansıtmak istediniz?
Görme ve görülme çağındayız. Herkes yaşamında bir kere bir dakikalığına meşhur olacak der Andy VVarhol. Çağın vebası ‘like sistemi’ nin kurbanlarıyız bir bakıma. Kendini olduğundan farklı gösterme çabası, sürekli ‘görülme’ arzusu çağın derin insani yoksunluğunun göstergesi. Günde binlerce uyarana maruz kalan insanın en büyük ihtiyacı artık arada bir itikaf halini deneyimlemek. Sürüklenmeyi başka türlü yavaşlatmak mümkün görünmüyor.