Büyüyenay Yayınları Ahmed Esad Ben’im’in ‘Ramazan Geldi Hoş Geldi’ ile Sermet Muhtar Alus’un ‘Eski İstanbul’da Ramazanlar ve Bayramlar’ kitaplarını ramazan ayında okurla buluşturdu. Ahmed Esad, Abdullah Uçman tarafından yeniden yayıma hazırlanan kitapta İstanbul’da 1917 yılında geçirdiği Ramazan günlerini anlatıyor. Yayınevinin ‘Sermet Muhtar İstanbul Kitaplığı’ dizisinden çıkan diğer kitap ise İstanbul aşığı yazarın Ramazan’a ve bayramlara dair yazılarının harika bir derlemesi.
TANER AY
Sonunda ‘Ramazan geldi hoş geldi, baklava tepsisi boş geldi’ tekerlemesi gerçek oldu: Benim çocukluğumda mahallemizin dar gelirli memurları ve emeklileri Ramazan geldiğinde, iki tepsi baklava yaptırırlardı. Biri komşulara dağıtılırdı, diğeriyse mahallenin çocuklarına, esnafına, bekçisine, davulcusuna ve postacısına giderdi. O vakitler tepsiler de tepsiydi hani, her birinden en az beş kilo baklava çıkıyordu. Bugün, geçtik beş kiloluk tepsileri, iki buçuk kiloluk küçük tepsilerdeki baklavanın fiyatı bile 2 bin 365 lira ile 2 bin 940 lira arasında değiştiği için, on bin lira emekli maaşı alan bir emeklinin Ramazan ayında baklava siparişi vermesi mümkün değildir.
Eski Ramazanlardan, gazetelerin ekleriyle, yeniden okumak için raflardan indirdiğimiz kitapları da unutamıyorum: Ahmed Rasim, Kamil Miras, Semih Mümtaz ve Ahmed Esad Ben’im, her evin Ramazan neşesiydi. Sanırım, onların arasından da, Ahmed Rasim ustamızın Muzaffer Gökman’ın sadeleştirmesi ve notlandırmasıyla çıkan ‘Ramazan Sohbetleri’ ile Ahmed Esad Ben’im’in ‘Ramazan Geldi Hoş Geldi’si en fazla okunan kitaplardı.
Ahmed Rasim’in ‘67 baskısı ‘Ramazan Sohbetleri’ kitaplığımda duruyor, Ahmed Esad’ın ‘49 baskısı ‘Ramazan Geldi Hoş Geldi’sine ise ‘75’ten sonra ne oldu, anımsamıyorum. Kapağını çok sevdiğim o kitabı yıllardır sahhaflarda bulamıyorum. Bu yüzden, geçenlerde Büyüyenay Yayınları’ndan Mustafa Kirenci dostumuz, Ahmed Esad’ın yeni baskısıyla Sermet Muhtar’ın ‘Eski İstanbul’da Ramazanlar ve Bayramlar’ını bana bırakınca, nasıl sevindiğimi anlatamam.
Ahmed Esad’ın kitabının yeni baskısını yayına Abdullah Uçman hazırlamış. Davut Köse’nin kapak tasarımında ilk baskının altı renkli ve Münif Fehim imzalı kapak resmini kullanmasıysa çok hoş. Ahmed Esad’ın çocukluğu, kışın ılık güneşiyle canlanan, yazın da imbatın tatlı meltemleriyle ferahlayan Bâyezîd semtinin mahallelerinden birinde geçmiştir. Üstadımız, mahallesinin nüfusunu, birkaç bostanda çalışan Arnavutların dışında, Türklerin oluşturduğunu yazıyor. Mahallenin sınıfsal yapısındaysa üst tabaka çoğunluğu temsil ettiğinden, kira nedir bilinmiyormuş. Ahmed Esad, bize ‘17 yılının Ramazan ayını işte o mahalleden anlatıyor. Bayılacaksınız, aynı zamanda şaşıracaksınız da, çünkü gençlerin çoğu iftar topunun sesini hiç işitmedi, mahya dediğinizdeyse suratınıza tuhaf tuhaf bakıyorlar. Şehzâdebaşı’ndaki tiyatrolar ve Süleymaniye’deki Tiryaki Çarşısı ise çoktan kayboldu. Oraları artık Ahmed Rasim’den, Sermet Muhtar’dan, Osman Cemal’den, Reşad Ekrem’den ve Hikmet Ferudun’dan okuyup, tahayyül etmeye çalışıyoruz. Ahmed Esad’ın üslûbu da onlarınki kadar leziz, okurken ‘17 yılındaki İstanbul’un Ramazan davulcuları, iftar ve sahur sofraları, kandiller, mahyalar, mukabeleler ve diş kiraları bir bir gözlerimin önünde canlandılar. Bu değerli kitap için Abdullah Uçman’a, Mustafa Kirenci’ye ve Büyüyenay Yayınları’na minnettarım.
İtalyan ressam Hermann David Salomon Corrodi’nin, Galata Köprüsü üzerinde satıcıları, alışveriş yapanları ve Valide Sultan Cami’yi resmettiği tablo.
‘AHMED RASİM’DEN BİLE DAHA İSTANBULCU’
Sermet Muhtar için bir şey dememe gerek var mı, benim Sermet Muhtar okumayı ne kadar sevdiğimi herkes biliyor. Sermet Muhtar bana göre Ahmed Rasim’den bile daha sıkı İstanbulcuydu, makalelerinde ve romanlarında İstanbul’un dışına hiç çıkmadı. Bir zamanlar, bilhassa da Kadıköyü’nde yaşayanlar, ‘31ile ‘52 arasında, Sermet Muhtar yazılarının tutkunlarıymış. Ama, makalelerinin ve tefrika romanlarının pek çoğu kitaplaşmadan gazetelerde kaldığından, ustamız maalesef ölümünden sonra unutuldu. Ben ‘80’li yıllarda Bâyezîd Kütüphânesi’nde eski gazeteleri tararken, onun Akşam gazetesindeki yazılarını keşfetmiştim. O yıllarda bazı yayıncılara önermeme karşın, hiçbiri ilgilenmedi, merâk dahi etmediler.
Yıllar sonra, ‘90’larda, İletişim Yayınları birkaç Sermet Muhtar basarak, bir ‘devrim’ yaptı. Ancak, nedenini tam öğrenemedim, o kitapların devamı bir türlü gelmedi. Bu yüzden Büyüyenay Yayınları’nın ‘Sermet Muhtar İstanbul Kitaplığı’ dizisini çok önemsiyorum. Mustafa Kirenci’nin ve Eren Yavuz’un yayıma hazırladıkları bu dizi umarım çok kitaplı olur. Dizinin on üçüncü kitabı ‘Eski İstanbul’da Ramazanlar ve Bayramlar’ başlığını taşıyor Kitap, Sermet Muhtar’ın Ramazan’a ve bayramlara dair yazılarının harika bir derlemesi. Üstadımızın yazılarının diline hiç müdahale edilmemesiyse, ayrıca çok değerli bir vefa örneği.
Biliyorsunuz, ‘sadeleştirme’ dedikleri şey yüzünden Ahmed Rasim’in, Hüseyin Rahmi’nin ve Refik Halit’in bazı eserleri ‘okunamaz’ durumda.
‘SERMET MUHTAR’ VEFÂKAR İSİMLER SAYESİNDE YAŞIYOR
Mustafa Kirenci ve Eren Yavuz, derlemeyi dört bölüm olarak yapmışlar. Hepsi de çok keyifli metinler. Sermet Muhtar’daki argonun ise önemi büyüktür. Sermet Muhtar aynı zamanda bir İstanbul argocusudur da; ama İstanbul argosunu, argomuzdan ayırın. Hatta, İstanbul argosu semtlere göre bile değişiyor, örneğin Beyoğlu argosu Suriçi’nin argosundan epeyce farklıdır. Özdemir Arkan bunu görerek, ‘Beyoğlu’ kitabında Beyoğlu argosu için ayrı bir bölüm yapmıştı. Kopernik Kitap’ın çıkardığı ‘Sermet Muhtar Külliyatı’nı henüz görmedim, bu diziyi de değerli dostumuz Alâattin Karaca ile Gulzar Mammadova yayıma hazırlamışlar. Ötüken Neşriyât’ın ise birkaç Sermet Muhtar romanı basacağını duymuştum.
Umarım gazetelerde ve dergilerde hiçbir Sermet Muhtar makalesiyle tefrika romanı kalmadan hepsi kitaplaştırılır. Bugün Sermet Muhtar huzur içinde uyuyorsa da, Eser Tutel, Mustafa Kirenci ve Alâattin Karaca gibi vefakâr isimler sayesindedir. Yeri gelmişken buradan sormadan geçemeyeceğim: Peki, Reşad Ekrem’in ‘İstanbul Ansiklopedisi’nin bir tıpkı basımı yapılamaz mı?