Yemen İç Savaşı’ndaki gözlemlerini edebi bir dille aktardığı ‘Beni Yemen’de İtalyana Benzetirler’ romanı okurla buluşan gazeteci yazar Samet Doğan:
“Savaş bölgelerinde tanıdığım insanları edebiyata taşıyarak, dünyanın başka yerlerindeki insanların onlarla bir bağ kurmasını istiyorum. Bu insanlar rakamlardan ibaret değil. 6 Şubat depremlerinde nasıl acı hissediyorsak, bir şehrin bombalanması da aynı acı. Gazeteci olarak analiz de yazabilirdim ancak gördüklerimden sonra anladım ki bizim hikayemizi bizden başka kimse yazmayacak.”
SALİHA SULTAN
Gazeteci yazar Samet Doğan’ın üçüncü romanı ‘Beni Yemen’de İtalyana Benzetirler’ Ketebe Yayınları tarafından bu hafta okurlarına sunuldu. Gazeteciliğe henüz yirmili yaşlarda Mavi Marmara gemisinde adım atan, 2010’larda patlak veren Arap Baharı sırasında Orta Doğu’da savaş muhabiri olarak görev yapan Doğan, ilk romanı ‘Cuma Günü Uçmayan Kuş’ta Suriye’de yaşadıklarını aktarmıştı. Doğan, okurlarını şimdi de 2015’te Yemen’de Husilerin yönetimi devralmasıyla son bulan iç savaşa götürüyor. O günlerde dış basında yankı bulan Türkiye’de ise bilinmeyen bir aşk hikayesini merkezine alan Doğan, bir iç savaş ikliminde başına gelen korkutucu olayları, tanıştığı yüzleri, gördüğü yoksulluğu, sefaleti ve yıkımı ironik bir dille kayıt altına alıyor. Romanına taşıdığı hikayelerde ‘profesyonel gazeteci pozu’ kesmeyen, aksine kendisi ile samimi bir dille hesaplaşan Doğan, manşetlerden inmeyen kanlı görüntüleri bütün dünyada kanıksanan Orta Doğu insanının acısını edebi bir dille aktarıyor. Son 14 yıldır gittiği her acılı coğrafyadan kimi zaman bir cenaze kamyonunda ceset kokularını soluyarak bir şekilde evine dönmeyi başaran kıymetli dostum Doğan ile yeni romanını KARAR okurları için konuştum.
Sevgili Samet, bir solukta okunan sürükleyici bir roman, tebrikler. Merkezinde Husi günlerinde Yemenli Arafat ile Sudi Arabistanlı Hüda’nın aşkı, dolayısıyla modern bir Romeo Juliet hikayesi var. Bir yanda iç savaş, bir yanda aşk ve senin bir İtalyan sanılıp kaçırılman. Bu romanın ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu?
Tamamı aslında gerçek hikayelerden oluşuyor. Tabii ki yer yer edebi müdahalelerim var ve kurgusal olarak bazı olayların veya karakterlerin yerlerini değiştirdim. Olay örgülerinde bazı değişiklikler yaptığım da oldu. Kendi içimde bir oyun da oynuyorum bazen, yaşadığım bir şeyi başkası yaşamış gibi yazabiliyorum. Çok da kendimi açık etmek istemiyorum çünkü. Yani bu romandaki hiçbir karakter kurgu değil, bizzat tanıdığım insanlar, yaşadığım veya tanık olduğum olaylar.
Arafat ile Hüda'nın hikayesi o dönemde dış basında çok büyük yankı bulmuştu. Türkiye’de ise gündeme bile gelmedi. Batı basınında günlerce manşet olan bir olayı sence biz nasıl atladık?
Aslında evet bütün dünya takip etti bu olayı. Hatta o kadar çok yer aldı ki basında Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği olaya müdahil oldu. Ben de o süreçte oradan bu konuyu haberleştirmiştim aslında ve çalıştığım kurumdan geçmiştim. Ama nedense Türkiye’de dikkat çekmedi. Çünkü bu imkansız aşk hikayesinin yaşandığı yer Yemen’di. Bu olay Doğu’da değil de Batı’da olsaydı günlerce televizyondan izlerdik. Nasıl daha geçen yıl Johnny Deep ve Amber Heard'ın mahkemesini bize canlı yayında günlerce izlettilerse öyle izlerdik. Zaten işte bugün de modern bir Leyla ile Mecnun hikayesi demiyor, Romeo ve Jüliet hikayesi diyoruz çünkü ne yazık ki her şeyin adını Batı belirliyor.
'SUUDİ ARABİSTANLI HÜDA'NIN SIKIŞMIŞLIĞI BANA HİÇ YABANCI DEĞİLDİ'
Seninle yaklaşık 15 yıldır tanışıyoruz. Bir ‘Yozgatlı olarak’ kadınlara bakış açın şahsen gerçekten takdir ettiğim bir tarafın. Yeni romanında da Müslüman ülkelerde kadının kültürel konumunu irdelemek gibi bir derdinin de olduğunu görüyorum. Neden böyle bir riske girdin?
O günlerde olayı takip ederken Suudi Arabistanlı Hüda'nın büyük bir sıkışmışlık içerisinde olduğunu gördüm. Birini seviyor, ama ailesi ve toplumu tarafından birini sevmiş olması korkunç bir şey gibi lanse ediliyordu ve Yemen'den ülkesine geri götürülüp yaşlı bir adamla evlendirilecekti. Çok büyük bir çaresizlikti. Bu çaresizlik tabii ki insanın kendisine de bazı sorular sormasına neden oluyor. Konu Yemen'de de hem entelektüeller, hem din alimleri hem de medya tarafından sürekli tartışılıyordu. Her yer yangın yeriydi ancak Arap kültüründe bir kız kendi başına seyahat edebilir mi gibi tartışmalar bile vardı. Oysa kız sadece bir şekilde geleceğini kurtarmaya çalışıyordu. Sevdiği insanla birlikte olmak, mutlu bir hayat sürmek, kendi tercihini yapmak istiyordu. Bu konuyla ilgili fetvalar bile yayınlandı o dönem. Öte yandan bu karşılaştığım hikaye bana hiç yabancı değildi, kendi yöremde, kendi büyüklerimden dinlediğim hikayelere çok benziyordu. Türkülerimizin çoğu bu temalarda malum. Ve işte hala da yaşanabiliyor bu hikaye. Hüda’nın derdi hala bizim kadınlarımızın da derdi, görmezden gelemezdim.
Mavi Marmara’da yolcuydun. Devamında İsrail tarafından yasaklılar listesine girdin. Orta Doğu’nun sancılı bütün coğrafyalarında savaş muhabiri olarak bulundun. Peki Gazze’ye gidebildin mi?
Geminin yolcusu olduğum için İsrail üzerinden gitme konusunda yasaklıyım evet ve hayatım boyunca o yolla Gazze'ye gidemeyeceğim. Yani Mavi Marmara’da görememiştim ama Gazze’ye girebilmek için tek bir şansım vardı, onu da değerlendirdim. 2013’te Sina Çölü’nü geçerek Gazze’ye gidebildim.
Senin gördüğün Gazze nasıl bir yerdi?
Hayatım boyunca gittiğim bütün savaş bölgelerinden, bütün ülkelerden daha canlı, daha umutlu topraklardı. Bütün her şeye rağmen diri ve birbirine inanılmaz bağlı insanların olduğu bir yerdi Gazze. Sanırım işte tam da bu nedenle yıllardır ve bugün dünyanın en güçlü saldırılarından birine dayanabiliyorlar. Arkasında süper güçlerin olduğu bir katliama azimle direnebiliyorlar.
'SINIRIMIZIN HEMEN YANI BAŞINDAKİ İNSANLARA KAYITSIZ KALAMAYIZ'
Savaş muhabirisin, sinema alanında senaryodan belgesele de birçok çalışman var. Peki, neden edebiyat, roman? Niçin yazıyorsun?
Savaş bölgelerinde tanıdığım bu insanları edebiyata taşıyarak, dünyanın başka yerlerindeki insanların onlarla bir bağ kurmasını istiyorum. Bu insanların rakamlardan ibaret olmadığını hissettirmeye çalışıyorum. Bir süre savaş bölgesinde fotoğraflar da çekiyordum, bir süre sonra bunların anlamını yitirmeye başladığını hissettim. Bir kare görüyor, otuz saniyelik bir video izliyoruz ancak dehşet devam ediyor. Bugün kendi ülkemizde acı bize yaklaştığında nasıl hissediyorsak, mesela 15 Temmuz’da ya da 6 Şubat depremlerinde nasıl acı hissediyorsak, bir şehrin bombalanmasının insanda bıraktığı etki de aynı acı. Halep’te mesela helikopterler insanların tepesine güdümsüz varil bombaları atıyorlardı. 30-40 saniye dehşet bir ses duyuyorsunuz ve sizin başınıza mı, başka bir komşunuzun başına mı düşecek bilmiyorsunuz. Dehşet. Biz bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak bu hikayelere sahip çıkmalıyız. İnşallah bizim başımıza gelmez ama bu insanlar asla kayıtsız kalacağımız bir yerde değiller, sınırımızın hemen yanı başındalar. Edebiyatı bu yolla kullanmak istedim. Analiz de yazabilirdim bir gazeteci olarak ancak ben sınırımızın öbür tarafındaki o güzel insanların hikayelerini anlatmak tercih ettim. Çünkü gördüklerimden sonra da anladım ki bizim hikayemizi bizden başka kimse anlatmayacak, yazmayacak.
'GAZZE'DE ÖLDÜRÜLEN İNSANLAR RAKAMLARDAN İBARET DEĞİL'
Malum klavyesi olanın kendini Orta Doğu uzmanı saydığı günlerden geçiyoruz. Bütün o coğrafyalardaki tecrübelerinin ardından son yedi aydır İsrail'in Filistin halkına uyguladığı soykırım sana ne hissettiriyor?
Orta Doğu söz konusu olduğunda Batı medyası sadece rakamlardan bahsediyor. Bugün şu kadar kişi öldü, şu kadar kişi yaralandı... Gazze'de öldürülen o insanlar rakamlardan ibaret değil. Ben yıllarca hem eğitimim hem de mesleğim sırasında bu insanların arasında yaşadım. İnsanın sadece canının değil, mahallesinin, çocukluk anılarının, tanıdığı herkesin, kültürünün yok olması da yıkımın içerisinde büyük bir yıkım. Rakamlar vererek insanları bu ölümlere alıştırıyorlar. İlk saldırılardan bugüne geçen süre boyunca da ne yazık ki yavaş yavaş bir kayıtsızlık oluşmaya başladı. Çünkü insanlar Orta Doğu’daki şiddet görüntülerini orayla özdeşleştiriyor artık.
Umutsuz musun?
Dünya halklarının bu zulmün tamamen karşısında olması bende bir umut ışığı doğuruyor. Batılı gençler Gazze’nin yanında, Amerika başta olmak üzere hükümetleri katliama ortak oluyorlar ancak onları gördükçe umutlanıyorum. Gazze çok büyük bir bedel ödüyor, ama dünya büyük bir uyanış içerisinde, halklar kendi ülkelerine karşı baskı yapıyorlar, bilinçleniyor. Bu durumun Gazze'nin makus talihini değiştireceğine inanıyorum.
'ZOR ŞARTLAR DAİMA GÜÇLÜ İNSANLAR DOĞURUYOR'
Romanın ilk sayfalarında 'acıyı paylaşmak'tan bahsediyorsun. Yolda ayağı taşa takılsa kaygı çubuğu yükselen insanlarla çevrili olduğumuz bu modern dünyada, Orta Doğu'da gördüklerine rağmen nasıl ayakta kaldın? Bunca acının ardından ne durumdasın?
Pek de iyi sayılmam. Kuyruğu dik tutmaya gerek yok. Zaman zaman psikolojik iniş çıkışlar yaşıyorum. Ama bir şekilde insan kendi kendini tedavi etmeyi öğreniyor. Mesela her durumun kendine özgü olduğunu kavramaya başlıyorsun bir süre sonra. En küçük olayda yere kapaklanan insanın durumunu da anlıyorsun, çocuklarını toprağa verip hala direnmeye devam edeceğini haykıran anne ve babayı da... Her durumun kendine özgü tarafları var. Kimsenin acısını yarıştırmıyorum artık. Hepsini anlamaya çalışıyorum. Ama şu da var ki zor şartlar daima güçlü insanlar doğuruyor.
Son olarak, romana verdiğin adın tersine bir soru, seni o savaş bölgelerinde İtalyanlardan, diğer ülkelerden gelen gazetecilerden ayıran şey ne?
Dostlarım bana sürekli Orta Doğu'daki savaş bölgelerinde nasıl bu kadar rahat dolaştığımı sormuşlardır. Aslında ben de onlardan biriyim. Beni İtalyanlardan ayıran şey bu sanırım. Bir keresinde Halep’te bir bombardıman olmuştu. Reuters’tan gelen bir grup gazeteci bu bombalanan yeri görmek istiyordu ve benim de destek aldığım, romanımda da adı geçen Ali isimli yerel bir genç gazeteciden kendilerini oraya götürmesini istediler. Onlarla gitmeyi kabul etmedi. Baş başa kaldığımızda “Neden adamları götürmedin ki, dünyaya sizin haberinizi duyuracaklar” dedim. Bana verdiği şu cevabı hiç unutmuyorum: “Onlar bombardıman olduğunda haber yapacakları için sevindiler.” Endişelendim, “Beni de mi öyle mi görüyorsun?” diye sordum, cevabı şu oldu: “Hayır sen onlardan değilsin.”