Büyüyen Ay’ın ‘Kuşlar Kitabı’na ve ‘Ben Bir Tımarhâne Kaçkınıyım’a bayıldım. Ali Nazîmâ Bey’in ‘Kuşlar Kitabı’, son yıllarda en güzel sayfa tasarımı olan kitap. 6 farklı kaynaktan derlenen resimleriyle de bir matbûat şaheseri! Anıl Göç’ün yayına hazırladığı ‘Ben Bir Tımarhâne Kaçkınıyım’ın tefrikasını ‘37 ve ‘38 yıllarının Son Posta gazetelerinde arşiv çalışması yaparken görmüş ancak okumamıştım. Bu yüzden kitabı bir gecede bitirdim, çok da eğlendim. İyi ki Büyüyen Ay kitapları hayatımızda var!
TANER AY
1970’li yıllarda, Bilgi, e, Koza, Yankı, Baskan ve K yayınlarının bastığı kitapları hiç kaçırmazdım. Maalesef ‘80’li yıllardan son yedi sekiz yıla kadar onlar kadar hoş kitaplar basan yayınevleri hiç olmadı, ama Remzi’nin ‘Çilek’ dizisini ve Oğlak kitaplarını bu çölün dışında bıraktığımı da bilin.
Benim açımdan sevindirici olan, son yedi sekiz yıl içinde, takip ettiğim ve bastıklarını kaçırmamaya çalıştığım yayınevlerinin ortaya çıkmasıdır. Bu yüzden sık sık ‘70’li yılların bereketinin yeniden dönüş yaptığı hissini yaşıyorum: Büyüyen Ay, Ötüken, Domingo, Timaş, Jaguar, Doğu Batı, Sözcükler, Hece ve Fihrist gerçekten ‘şiir gibi’ kitaplar basıyorlar.
Büyüyen Ay’ın ‘Kuşlar Kitabı’na ve ‘Ben Bir Tımarhâne Kaçkınıyım’a bayıldım. Ali Nazîmâ Bey’in ‘Kuşlar Kitabı’, bana göre, son yıllarda en güzel sayfa tasarımı olan kitap.
Altı farklı kaynaktan derlenen resimleriyle de bir matbûat şaheseri! Ancak, niçin ‘Çocuk Kitapları’ dizisine alınmış, anlamadım. Çünkü yediden yetmişe herkesin çok seveceği ve elinden düşürmeyeceği bir kitap basmışlar.
Kitaba Ali Nazîma Bey’in Maârif dergisinde 1891 ve 1892 yıllarında yayımlanan yirmi altı makalesinin dışında Mehmed Rüştü’nün ‘Keklik’ yazısıyla ‘Kuşlara Dair’ başlıklı bir bölüm eklenmiş. Bunlara gerek var mıydı, emin değilim, bununla birlikte ‘Kuşlar Kitabı’nın herkesin kitaplığında bulunması ve her ebeveynin çocuklarına alması gereken bir kitap olduğu muhakkaktır.
Anıl Göç’ün yayına hazırladığı ‘Ben Bir Tımarhâne Kaçkınıyım’ın tefrikasını ‘37 ve ‘38 yıllarının Son Posta gazetelerinde, arşiv çalışması yaparken görmüş, ancak okumamıştım. Bu yüzden kitabı bir gecede bitirdim, çok da eğlendim. ‘Ben Bir Tımarhâne Kaçkınıyım’, Faruk Küçük isimli bir şahsın tuhaf hikâyesidir. Faruk Küçük ismi gerçek mi yoksa uydurma mı maalesef bilinmiyor, bu isimde bir şahıs yaşamışsa bile, anlattığı hikâye nerede gerçek, nerede kurgu, onu da anlamak mümkün olmuyor. Faruk Küçük, insanların akıl hastası taklidi yaparak doktorların kandırılıp kandırılamayacağını ve tımarhâneye kapatılıp kapatılamayacağını merâk ederek, 27 Eylül 1937 günü öğle saatlerinde Pangaltı’daki Hay-Layf Pastahânesi’ne giriyor. İnsana bu kadar da olmaz derdirten şeyse, o saatte Tan Sineması’nın vekili Kadri Bey’in ve Son Posta gazetesinin foto muhabirinin tesadüfen Hay-Layf’ta bulunmalarıdır. Faruk Küçük’ün anlattığı uçuk kaçık şeylerden nefis bir edebi metnin çıkması da ayrı bir konu, kitabın Neyzen Tevfik faslı çok sahici, metinde bir de Ahmed Rasim’in torunu olarak zikredilen Sırrı var. Son Posta bir not düşerek, Ahmed Rasim’in Sırrı isminde bir torunu veya yakını bulunmadığını belirtmiş. Yoksa ben mi yanılıyorum: Ahmed Rasim’in Mahmud Sırrı Arık isminde bir oğlu yok muydu? Neyse, başta Mustafa Kirenci dostumuz olmak üzere, bu iki nefis kitapta kimlerin emeği varsa, hepsini tebrik ederim. İyi ki Büyüyen Ay kitapları hayatımızda var!
ONUR CAYMAZ’DAN ‘ZİHİN AÇICI’ DENEME
Deneme deyince, Enis Batur’u bir numaraya yazarım, benim için dünya çapında bir denemecidir, peşine de Haydar Ergülen’i ve Fatin Hazinedar’ı koyarım. Bitmedi, Onur Caymaz, Orçun Üçer, Göktürk Ömer Çakır, Murat Kaymaz ve Erdem Beliğ Zaman da var. Aslını ararsanız, edebiyatımızda deneme türü bir ‘altın çağ’ yaşıyor, sık sık bu isimlerin metinlerini eskilerle karşılaştırdığım da oluyor, galiba günümüzün denemecileri eskilerden çok daha iyi! Bunları Kırmızı Kedi’den Onur Caymaz kardeşimin ‘Düşün Bihter, Seni Deliler Gibi’ isimli yeni deneme kitabı çıktığı için söylüyorum.
Elimde Hâle Sert’in ‘Edebiyat Devrimi’ (İletişim), Serkan Türk’ün ‘Trak’ı (Everest), Sadık Yaşar’ın ‘Tahta Bavul’ ve ‘Ahmaklar ve Ayakkabılar’ (Pikaresk) isimli kitapları varken, şimdilik hepsini bıraktım ve hemen Onur Caymaz’ı okumaya başladım. Kalemine sağlık Onur, çok eğlendim, bazı şeyleri de yeniden anımsadım. Senin kitaptaki ‘Deli Arnavut’un Köyü, Arnavutköy’ isimli denemenden ‘Edebiyatın İstabul’u’ için oralara geldiğimde, mutlaka faydalanacağım. Elbette, Asaf Halet’i ıskalamadım, ama Onur’un ‘Orhan Pamuk Notları’ müthiş. Kapitalist edebiyat pazarının icat edilmiş cümle yıldızları için Onur’dan böyle ‘zihin açıcı’ notlar bekliyorum. Harika bir kitap, başucuma alacağım, ara sıra içinden bir deneme okurum. Unutmadan yazayım: İlker Salcan’ın kapak tasarımını da çok beğendim.
BU ÜÇ DERGİYİ ATLAMAYIN!...
‘Bu ayın dergilerinden Çelebi iyi bir ‘Cahit Tanyol’ sayısı yapmış, Mehmet Solmaz’ın ve Ömer Faruk Şerifoğlu’nun söyleşileriyle, derginin Ümit Meriç ile yaptığı söyleşiyi önce okudum. Gaziantep’te Çelebi dergisini çıkaran Ali Gezginci’nin, Ahmet Şahin’in ve Oğuzhan Saygılı’nın vefâsına bayılıyorum, iyi ki kültür dünyamızda böyle pırıl pırıl gençler var. Sadece Cahit Bey’in oğlu Tuğrul Tanyol’a ulaşıp ulaşamadıklarını merâk ediyorum, Tuğrul’dan bir yazı almak veya onunla bir söyleşi yapmak sayıyı daha ilginç kılabilirdi.
Bursa’da çıkan Şiraze’nin son sayısı ise ‘İntihal mi, Esinlenme mi?’ konusunu dosya yapmış. Bu meseleye sık sık değindiğim oluyor, en son da Karar gazetesinde Olga Tokarczuk’un ‘Empusyon’ (Timaş) romanı vesilesiyle görüşümü belirtmiştim. Bu yüzden uzatmayacağım, dergide ilk Ömer Lekesiz’in ‘Defternâme’ (Kubbealtı) üzerine yazdıklarını okudum, sonra Nevzat Çalıkuşu’nun, Mehmet Fatih Birgül’ün, İsmail Alper Kumsar’ın ve Ali Ayçil’in yazılarına baktım.
Şiraze’nin büyük maddi sıkıntılara rağmen direndiğini bir defa daha buradan anımsatayım, yazarak, tavsiye ederek, satın alarak veya aboneler bularak dergiye sâhip çıkabilirsiniz. Bu haftanın son dergisi İST olsun; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin üç aylık ve ücretsiz yaşam kültürü dergisinin son sayısını mutlaka ‘Sokak Hayvanları’ bölümü için edinin, arkadaşlarınıza da okutun. Şu günlerde birileri sokaklarımızın cânlarına düşman kesildi, insanın içini de en fazla kendilerine ‘mütedeyyin’ diyenlerin bu işe soyunmaları yakıyor. Sanırım Resul-i Ekrem’in ashabı ‘Kim bir hayvanı haksız yere öldürürse, bilin ki Allah Teâla kıyamet gününde ondan hesap soracaktır’ şekindeki uyarısını unuttular, yapmayın, Allah’tan korkun! Cem Keser’in, Gökhan Akçura’nın, Feza Kürkçüoğlu’nun, Merih Akoğul’un ve Nazım Alpman’ın yazılarını ilgiyle okudum. Elçin Macar’ın ‘Beyoğlu’nun Sok Kalesi, Rejans’ yazısında yine Rejans’ın açıldığı tarih yok, bilinmiyormuş! Yahu, biliniyor, en azından ben hangi gün ve nasıl açıldığını biliyorum, bu vesileyle önümüzdeki hafta Karar gazetesindeki ‘Sokaktaki Tarih’ köşemde yazayım da, İstanbul araştırmacılarını bir dertten kurtarayım....