Başar Öztürk’ün Ayrıntı Yayınları tarafından okura sunulan ikinci romanı ‘Haydarpaşa’nın Son Memuru’ bir kahramanın hikâyesini anlatıyor:
EZGİ HOTALAK
İstanbul’a, tarihe, yüzyıllık bir geçmişe sahip çıkmaya çalışırken önce yüceltilen, sonra kara bir böcek gibi üstüne basılıp ezilen bir kahraman. Y kuşağının yitik tiplerinden biri Efes Katipoğlu; vefat eden babasının hatırası ve annesiyle birlikte Ankara Ayrancı’da yaşayan, sosyallikten uzak edebiyata yakın hayatında bir an önce atanmayı bekleyen, elinde baba mirası bir solculuk ve Broadway’inden başka bir şeyi olmayan bir avukat. Uzatmalı işsizliği TCDD’ye memur olarak atanmasıyla son bulunca kendini Haydarpaşa Garı’nda buluyor. Bir anda Baba Ali ve Yağmur ile dolan hayatı ‘anlam’ kazanmaya başlıyor. Efes’in atanır atanmaz Haydarpaşa Garı’nın üst katında yangından kıl payı kurtulmuş ve is kokusundan dolayı kimsenin oturmak istemediği boğaz manzaralı bir odaya yerleşmek için ısrar etmesi tesadüf değil. Adeta onun yıkık hayatının bir prototipi bu oda. Büyük bir yangın geçirmiş odada kalan dayanılmaz is kokusunu pahalı yağlı boyalar ve kokularla bastırmaya çalışıyor Efes. Tıpkı yitik benliğini bu yeni iş, Baba Ali’nin dostluğu, Yağmur’un aşkı ve girdiği küçük solculuk oyunları ile bastırmaya çalıştığı gibi.
PARİS’TEN İSTANBUL’A ZAMANDA YOLCULUK
Haydarpaşa’nın trenleri gibi, başlarda her şey rayında gidiyor. Baba Ali ile girilen edebiyat ve sinema sohbetleri, Yağmur’un gecikmeli de olsa bir dilim kek ve küçük bir notla gelen itirafı, dünyanın dertlerinin unutulduğu Moda akşamları… Hepsi Paris’ten kalkıp İstanbul’a uzanan bir tren yolculuğuyla seyir değiştirmeye başlıyor. Son seferinin üzerinden 40 yıl geçen Orient Ekspres’i anmak amacıyla söz konusu trenle Paris’ten İstanbul’a düzenlenen yıl dönümü seferinin onlarca konuğundan biri de Efes ve Yağmur oluyor. Bir zaman treni gibi ikiliyi 1900’lü yıllara götüren bu nostaljik sefer, trenin sahibi Jacques Ferdinand ile tanışmalarına kadar oldukça romantik geçiyor. Fakat Ferdinand’ın gizemli kişiliği ve toplumsal sınıflar, sosyalizm ve devrim üzerine yaptığı sohbetler Efes’in aklını karıştırmaya başlıyor. Bu noktada karşı argümanlarla ilerleyen sohbet doyurucu olsa da hikâyenin içinde havada kalmaktan yazık ki kurtulamıyor. Fakat gezi sona erip tren İstanbul’a döndüğünde yaşananlar ve Efes’in olaylar karşısındaki psikolojik gelişimi bu eksikliği örtmeye yetiyor.
BÜTÜN SINAVLAR SON DURAKTA BAŞLAR
Orient Ekspres son durak Sirkeci’ye vardığında gerçekliğe dönüş de başlıyor. Haydarpaşa’nın artık gar olarak hizmet vermeyeceği kulaktan kulağa yayılırken Efes kendini birden Kadıköy Habitat Projesi’nin içinde buluyor. Karşısında ise ihaleyi kapmak için aç gözlerle bekleyen Jacques Ferdinand… Tarihi garın kültür, sanat ve turizm için yenileneceği ve trensiz kalacağı bu projede kamuyu temsilen görevlendirilmek onun için sancılı günlerin de başlangıcı oluyor. Hayatına anlam katan Haydarpaşa’yı bir burjuvaya kaptıracak olmak hiç de adil gelmiyor.