KARAR.COM'a konuşan hukukçular, İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yetkisi olmadığı halde paralel yapı soruşturmasında tutuklanan 75 kişi hakkında verdiği tahliye kararlarını değerlendirdi.
Prof. Osman Can/Anayasa Hukuçusu:
Yeni bir hukuki durum oluştu
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu'nca yürütülen çeşitli soruşturma dosyalarında halen tutuklu bulunan şüphelilerin avukatları tarafından İstanbul muhabere nöbetçisi olan 29. Asliye Ceza Mahkemesi'nden reddi hakim ve tahliye talebinde bulunulmuş. Bu mahkeme de hem reddi hakim talebini kabul etmiş, hem de tahliye talepleri hakkında karar vermek üzere 32. Asliye Ceza Mahkemesinin görevlendirilmesine karar vermiştir. 32. Asliye Ceza Mahkemesi ise, yetkisiz bir şekilde dosyayı incelemeksizin tutukluların tahliye taleplerinin kabulüne karar vermek suretiyle yeni bir hukuki durum yaratmıştır.
Yetki gaspıdır, hüküm doğurmaz
6545 sayılı Kanun ile değişik Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre tutuklama kararlarına veya tahliye talebinin reddi kararlarına karşı itiraz mercii Sulh Ceza Hakimliğidir. Bunun ötesinde bir merciin bu konuda inisiyatif üstlenip karar vermesi, yetki gaspı mahiyetinde olup hüküm doğurması mümkün değildir.
Hukuken geçerli olmayacağı tartışmasızdır
Yargı, yürütmede olduğu gibi yasa ile bağlıdır. Yasa ile yetkilendirildiği sürece vardır. O yetki çerçevesinde görev icra eder. Yargıda durumdan vazife çıkarmak meşru değildir. Zira yargıyı ve yargısal faaliyeti meşrulaştıran temel ilke kanun ve hukuktur. Vicdani kanaat ise, bu çerçevede geçerlidir. Anayasanın 138. Maddesi hakimlerin, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verir.
Anayasaya, kanuna ve hukuka aykırı bir şekilde üretilmiş kararların vicdani kanaate uygun olsa dahi hukuken geçerli olmayacağı tartışmasızdır.
Sistem dışı hiyerarşik ilişkilerin sonucu
Yargıçlar yasalarca tanımlanmamış, hatta kendilerine yasaklanmış bir yetki kullandıklarında, bunu ancak bu hukukla açıklanamaz. Bu yetki kullanımının onların iradesinin, dolayısıyla vicdanlarının, belki bir ideolojinin ama sonuçta sistem dışı bir ilişkinin parçası olduğunu, buna bağlı olarak da aslında hukuk dışı bir yetki kullanımı olduğunu kabul etmek gerekir.
Üstlendikleri kamusal görevleri ideoloji veya sistem dışı hiyerarşik ilişkiler nedeniyle hukuk dışı sonuçlar elde etmek için kullanmak, toplumsal meşruiyeti olmayan, demokrasiyle sorunu bulunan tüm güç odaklarının ortak eylem biçimidir.
Av.Cüneyt Toraman
HSYK en kısa zamanda hakim ve savcılıktan atmalı
Hakim ve savcı olarak atananların büyük bir çoğunluğu, çalıntı sorularla ve kendisini atayan cemaate hizmet etmek için görev yapmaktadır. Cemaatin, 30-40 yıldır kadrolaşmaya çalıştığı bilinmekle birlikte, yargıdaki kadrolaşma, 2005 yılından itibaren yoğunluk kazanmıştır. 2007 yılından itibaren, hakim ve savcı olarak atananların tamamı mercek altına alınmalıdır. Cemaatin, “özel yetkili mahkemeleri”, cemaatin operasyon merkezi olarak kullandığı ortaya çıktığından, bu mahkemelerde görev yapan bütün hakim ve savcıları işten el çektirip, bütün işlemleri mercek altına alınmalıdır. 2014’ten önce Yargıtay’a atananların tümünün bağlantıları araştırılmalıdır. Yargıda yapılan HSYK seçimleri, kimlerin cemaat mensubu olduğunu açıkça ortaya çıkarmıştır. Milletin değil, bir hoca efendinin hizmetinde olanlardan bu millete hayır gelmez! HSYK, en kısa zamanda bu kişileri tespit edip hakimlikten ve savcılıktan atmalıdır.
Herşeyi göze aldıklarını gösteriyor
17-25 Aralık darbe girişiminden sonra, Paralel devlet yapılanması kapsamında tutuklama kararı verilen şüphelilerin tahliyesi için karar veren hakimin, özel yetkili mahkemede başkanlık yapmış olması, sorunun kaynağını göstermektedir. Bir hakimin, yasal olarak yetkisinin olmadığı bir konuda karar vermesi, bu hakimin,” meslekten ihraç” dahil, her şeyi göze aldığını göstermektedir.
Acilen yargı reformu yapılmalı
Benzeri bir durum, Adana ve Hatay’daki MİT Tırlarının durdurulması sırasında yaşanmış, devletin kurumları birbirine silah çekmişti. Devlet içindeki yasadışı yapılanma, acilen tasfiye edilmediği takdirde, telafisi imkansız krizlerle karşılaşabiliriz. Seçimlere kadar HSYK’ya büyük sorumluluklar düşmektedir. Seçimlerden sonra, TBMM’nin, çok kapsamlı bir “yargı reformunu” gerçekleştirmesi gerekiyor. Hakim ve savcılar, emekli olana kadar değil, 5’er yıllık sürelerle atanmalı, her 5 yılda bir yeterlilik sınavına tabi tutulmalıdır. Etkili bir denetim mekanizması sağlanmalı, kıdem ve terfiler, objektif kriterlere bağlanmalıdır.
Av. Serhat Tuğral / Hukuk ve Değişim Derneği Genel Sekreteri
Tahliye Tiyatrosu ve Şapkadan Çıkan Tavşan
Ülkemizde gün geçmiyor ki hukuk adına bir garabet yaşanmasın, hukuk güvenliğinin ve yasal güvencelerin zemini ayaklar altından kayıp gitmesin.
Bunun son örneğini dün Çağlayan Adliyesinde yaşadık. Varlığını hocasının varlığına armağan etmiş bir grup sihirbaz şapkadan yeni bir tavşan çıkardılar. Derin mahfillerde ve okyanus ötelerinde pişirilip taşırıldığı daha kokusundan alenen belli olan bu tavşanın yeni bir Yargı eliyle darbe girişimi olduğu o kadar ortadaydı ki akıl ve vicdan sahibi hiçbir hukukçu bunun hukuki bir çaba sonucunda ortaya konulmuş bir karar olduğuna inanmadı.
Tahliye ve tutuklama kararı Sulh ceza hakimliğinde
Yasalarımızda 17-25 Aralık Yargı Darbesi girişimlerinin ardından yapılan değişiklikler ile tutuklamaya ve tahliyeye karar verme yetkisi münhasıran Sulh Ceza Hâkimliklerine verilmiştir. Bir Sulh Ceza hâkimi tarafından tutuklanan kişi buna karşı ancak müteakip Sulh Ceza Hâkimliğine itirazda bulunabilir. Bunun dışındaki merciler tarafından tutuklamaya ve tahliyeye ilişkin verilecek kararlar ise yok hükmündedir. Asliye Ticaret Mahkemesi boşanma konusunda ne kadar yetkili ise Asliye Ceza Mahkemesi de tutuklamaya itiraz ve tahliye konusunda o kadar yetkilidir.
Paralel Yapıya üyelikle suçlanan bir grup kendileri hakkında verilen tutuklama kararına karşı itiraz etmek yerine İstanbul adliyesinde görev yapan tüm Sulh Ceza hakimleri hakkında reddi hakim ve tahliye talebi yoluna gittiler. Gerçekten de eğer koşulları varsa, hakkınızda tutuklama kararı veren hakimle kişisel bir husumetiniz, yahut hakimin mağdurla yakın bir akrabalık bağı varsa hakimi reddetmek son derece olağan ve doğal bir yasa yoludur.
Daha önce yaptıkları düşünüldüünde zemzemle yıkanmış gibi
Ancak, 75 tane sanığın İstanbul’da görev yapan 10 Tane Sulh Ceza hâkimliği hâkimlerinin tamamı ile kişisel husumetinin olduğunu tek başına iddia etmek bile ortada bir şeylerin döndüğünün bir göstergesidir. Paralel yapının hayatın olağan yollarını olağan olmayan işler için kullanmak, misafirliğe gittiği evde çaktırmadan aldığı ses kaydını hakim meslektaşına karşı şantaj için kullanmak, parti toplantılarının yapıldığı otel banyolarına kamera koymak gibi metotları düşünüldüğünde bu yol zemzemle yıkanmış gibi durmaktadır.
Karar tam paralel yapı klasiği
Talebi alan İstanbul 29. Asliye Ceza mahkemesi, savcılığın dosyayı kendisine göndermesini beklemeden, ve dosyayı dahi incelemeden İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimleri hakkındaki ret kararını kabul ederek Tahliye talebi konusunda İstanbul 32. Asliye Ceza mahkemesini görevlendirdi. Bu mahkeme de dosyayı dahi incelemeden ve artık bir paralel klasiği haline gelmiş olan kararı UYAP’a kaydetmeyip açıktan yazma yöntemiyle sanıkların tahliyesine karar verdi. Verdiği bu kararı da infaz için savcılığa göndermeden önce sanık avukatlarına ve basına sızdırdı. Kararın savcılıktan da, avukatlardan da basından da önce okyanus ötesine ulaştığı konusunda en ufak bir kuşku olmadığı kanısındayım. Kuşkulu olan tek nokta, kararın buradan mı oraya gittiği yoksa oradan mı buraya geldiği noktasıdır.
Kılıf uydurmakta kimse ellerine su dökemez
Bir tahliye kararını elbette ki sanık avukatları şifahen öğrenebilirler, ancak henüz savcılığa ulaşmayan bir tahliye kararının gecenin geç saatinde (Saat 02:40’ta) sanık avukatlarının eline tam tetimatıyla teslim edilmesini, bunun sosyal medyadan yayınlanmasını, internet üzerinden tahliye davulu çalınmasını, hele hele sanık avukatlarının gece saat 02:40’ta nöbetçi savcıyı cep telefonundan arayıp, “diyafonu açtık sayın savcım, telefon görüşmemizi herkes dinliyor, tahliye kararını hemen uygulayın” diye “tezgah açmasını” bir türlü hukuk mantığıma ve hayatın olağan akışına uygun bir şekilde manalandıramıyorum. Diyafonu açmanıza gerek yoktu ki, zaten telefon dinlemek, telefon görüşmesi tapesi yapmak çok da yabancısı olduğunuz bir şey değildi, bunu cümle alem biliyor. Ama kılıf bulmakta ve kılıf uydurmakta, kılığa girmekte ve kılığında görünmekte kimse elinize su dökemez Allah için!
Herkesi kör alemi sersem mi sanırsın
Usulümüzde ve yasalarımızda bir ilde görev yapan hâkimlerin hepsinin toptan reddi diye bir müessese yoktur. Bu, suyu tersine akıtmak demektir. Gerçi kurt kuzuyu yemeyi aklına koyduğunda nasıl ki aşağıdan suyumu bulandırıyorsun demiş ise, şapkadan tahliye tavşanı çıkarmayı amaçlayan sihirbazlar da ortaya toptan ret kurumunu atmışlar, birisi ret talebini kabul ederek pişirmiş, birisi de tahliye talebini kabul ederek afiyetle yemiştir. Allahtan ki bu sefer savcılık uyanık davranarak kararın geçersizliği için itirazda bulunarak yok hükmünde olduğunu tespit ettirmiş “hani bana! hani bana!” saflığına düşmemiştir.
Konunun bu kadar basit bir çözümü var iken gece yarısı tahliye operasyonu çekmeye çalışan sihirbazlara şöyle sesleniyoruz;
“En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın”