Üniversitesi & Durham Üniversitesi doktora adayı Betül Doğan Akkaş “Körfez krizinin nasıl bir sürece evrileceği, Muhammed Bin Selman ile Muhammed Bin Zayed’in liderlik rolüne ve Yemen savaşının durumuna bağlı” diyor.
5 Haziran 2017’de, Katar’ın ‘Arap dörtlüsü’ olarak tanımlanan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Mısır tarafından kuşatmaya maruz bırakılması üzerinden 3 yılı aşkın bir süre geçti. İlk bakışta, Körfez’deki Arap ülkelerinin Irak’ın Kuveyt’i işgalinden bu yana bu şiddette bir bölgesel sorunla ve diplomatik krizle karşılaşmadığını söylememiz gerekir. Literatürde kuşatma, Körfez Krizi, Körfez İş birliği ülkeleri krizi ve Katar krizi gibi farklı tanımlamalarla ele alınsa da Katar’ın merkezinde olduğu bu sürece Körfez İş birliği ülkeleri dışındaki katılımcıları da gözeterek, bölgesel bir kriz olarak bakmakta fayda var.
Körfez krizi üç yıl boyunca yalnızca Katar’ı ya da yalnızca bir sektörü değil; dahil olan bütün ülkeleri ekonomik, siyasi ve sosyal alanlarda etkisi altına aldı. Bu noktada, nereden baktığınızın hangi krizi göreceğinizi belirlediği kesin. Katar’ın maruz kaldığı, ekonomik, hukuki, siyasi, toplumsal ve kültürel olarak yıpratıcı süreç, ambargoyu uygulayan ülkelerde de aynı oranda olmasa da sorunlara neden oldu. Bunda krizlerin tabiat olarak müşterek süreçler olmasının yanı sıra, Körfez toplumunun hususi özellikleri de etkili.
Bu nedenle, Katar etkilenen temel ülke olsa da bölgenin kendine özel ulus aşırı ilişkilere dayalı siyasi, sosyal ve ekonomik yapısı diğer ülkelerin ve vatandaşlarının da gerek süregelen siyasi gerginlikten gerek günlük hayatlarını etkileyen hava taşımacılığı, akraba ilişkileri, ticari ilişkileri gibi konularda krizden etkilenmelerine neden oldu.
Katar ablukası bölge ülkelerinin ayrıştığı noktaları yansıtsa da, krizi tetikleyen durum sadece Katar’ın kendi özellikleri ve körfez ülkeleri arasındaki rekabet değil makro bir bölgesel düzen arayışının yansımasıdır. Körfez bölgesi, İran, Irak, Yemen ve 6 Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkesinden oluşan siyasi bir tanımlamadır. Bölgenin farklı mezhep unsurlarını, sosyo-ekonomik farklılıkları olan toplumları barındıran kompleks yapısı ve ABD ve İngiltere gibi batılı devletlerle yakın askeri ve ekonomik ilişkileri, körfez krizini de tetikleyen karmaşık tabloyu oluşturmaktadır. Buna ek olarak, Trump’ın İran karşıtlığı üzerinden yürüttüğü Ortadoğu politikası, Suudi Arabistan’ın ve BAE’nin aynı eksendeki mezhebi çatışmaya dayalı söylemleriyle uyuşuyor.
Bu noktada Katar, İran ve Türkiye ile ilişkilerde daha ılımlı, statüko değişikliklerine açık ve Müslüman Kardeşleri destekleyen bir tutumuyla bambaşka bir noktada duruyor. Bu nedenle, bölgedeki statükoya, başta İran ve Türkiye olmak üzere Arap olmayan bölge ülkeleriyle ilişkilere ve Müslüman Kardeşlerin rolüne bakış, ambargo öncüsü ülkeler ve Katar arasındaki temel ayrılık noktası. Arap baharından bu yana süren bu gerilim, 5 Haziran da top yekûn bir diplomatik krizin doğmasına neden oldu.
Ambargo ilan edildikten sonra, Katar’ın 13 şartı yerine getirmesi istendi. Daha sonra bu şartlar değiştirildi ve artık nerdeyse bahsi geçmiyor fakat bu koşullu barış denemesi, Körfez ülkelerinin kapalı kapılar ardında gerçekleşen mücadelesini aşikâr etti. Şartlar temel olarak Katar’ın bazı uluslararası organizasyonlar ve kurumlarla olan irtibatını terörizm kapsamında ele alarak, Türkiye ve İran’la olan ilişkisini sıfırlamasını ve Körfez İş birliği Ülkelerinin genel çizgisinde bir siyasi duruş sergilemesini talep etti. Fakat Arap dörtlüsü olarak anılan, öncü ambargo ülkeleri arasında hem KİK üyesi olmayan Mısır’ın olması hem de Kuveyt ve Umman gibi diğer üye ülkelerin kuşatmaya katılmamaları; bu adımların KİK genelinde atılmadığını gösterdi.
İlerleyen günlerde Suudi Arabistan medyasının basına sızdırdığı Riyad Anlaşmaları ile aslında 2013 ve 2014’de Katar’ın bir öncü krizle karşılaştığını ve belli koşulları kabul ederek bu süreci yumuşatmaya çalıştığını gördük. Bu anlaşmalar temel olarak, El-Cezire ve Müslüman Kardeşler üzerinden Katar’ın diğer KİK ülkelerinin iç işlerine zarar verdiğini öngörüyor ve Katar’ı ilişkileri kesmek ile tehdit ediyordu. Basına sızdırılan metinlere göre, 2017 öncesi Katar Emiri barış için şartları kabul etti fakat bu durum Katar politikasında temel bir değişiklik getirmediği gibi, bölgedeki tansiyonu da düşürmedi.
Körfez krizinin KİK özelinde bir liderlik krizi olduğunu söylemek şaşırtıcı olmayacaktır. Suudi Arabistan ve yükselen BAE arasında gidip gelen bir liderlik krizi hem sürecin uzamasına hem de Körfez siyasi geleneğinden sapmaya neden olmaktadır. Bu ülkeler daha önce de bu seviyede olmasa da benzer sorunlar yaşamış, fakat eski liderler, yaşlarının ve içinde bulundukları siyasi kabilecilik geleneğinin de etkisiyle sakinleştirici adımlara geçiş yapmışlardır. Suudi Arabistan’ın Muhammed Bin Selman’ı (MBS) ve BAE’nin Muhammed Bin Zayed’i (MBZ) için aynı yumuşak geçişi yapmaya çalıştıklarını söylemek mümkün değildir.
Katar’ın ambargoya katılan körfez ülkeleri ile ilişkilerinin Türkiye’nin askeri ve siyasi desteği ile daha sıkıntılı bir sürece girdiğini söylemek mümkündür. Türkiye’nin Katar’da askeri üs açması ve özellikle bu süreçte konuşlanan asker sayısını ve askeri ticareti arttırması Katar’ın belirgin bir siyasi seçimi olsa da ABD, İngiltere ve Fransa ve NATO ile iş birlikleri devam etmektedir. Türkiye’nin askeri üssü krizi tetikleyen bir etkendir ama Suudi Arabistan, Bahreyn, Kuveyt ve Umman’ın da Türkiye’den askeri mühimmat alımı ve Türk güvenlik güçleri tarafından personel eğitimleri devam etmektedir.
Katar, mümkün olan sınırları içinde diplomatik manevralarla ilişkilerini dengeyle yürütme çabasındaydı. Bu nedenle, Katar’a uygulanan abluka, Türkiye ve İran’ın da bölgeye erişimini sıkıntılı bir sürece soktu ve BAE, Suudi Arabistan, Trump üçgeninin sert söylemlerine muhatap olurken, Katar’la aynı çizgide yer aldılar. Katar’ın bu krizi aşarken uluslararası desteği arkasına almak için daha çok küresel girişimde bulunması ve diplomatik ağlarını güçlendirmesi, İran ve Türkiye ile ilişkilerinde de koruduğu çizginin önemini artırdı. Katar yalnızca ulusal varlık fonları, LNG ihracatı ve diplomatik itibarı için değil 2022’de ağırlayacağı ve ekonomik olarak önemli bir getiri kaynağı olan FIFA Dünya Kupası’nın da bu süreçten etkilenmemesi için çok yönlü bir politika izleme yoluna girdi.
Gelinen noktada körfez krizi, Umman ve Kuveyt’in tüm arabuluculuk çabalarına rağmen bir kördüğüm. Katar’ın siyasi ve toplumsal olarak krizden etkilenme biçimine gelirsek, sürecin bir Katar milliyetçiliği yahut ulusal farkındalık doğurduğunu söylemek mümkün.
Krizin çıktığı andan itibaren, Emir Tamim etrafında kabilelerin birleşmesi ve ülkenin her yanında birlik ve beraberlik panolarının yer alması, Emir’in bir ulusal simge haline gelip Şanlı Tamim (Tamim Al Majid) olarak anılmaya başlaması krizin önemli bir getirisi oldu.
Kriz, Katar’ın rantçı devlet yapısı, vatandaşlarına sağladığı ekonomik ve toplumsal ayrıcalıkların çok ötesinde bir ulusal bilincin doğmasını ve ‘Katarlı’lık inşasını tetikledi. Emir’in her fırsatta hem vatandaşlara hem Katar sakinlerine teşekkür etmesi ve toplumu birleştirici mesajları, vatandaşların yanında yıllardır Katar’da yaşayan oturum sakinlerinin de yönetime duyduğu güveni ve desteği arttırdı.
Krizin üçüncü yılında, tekrar barış görüşmeleri başlayacağı ilan edildi fakat bu zamana kadar krizin ne tek bir kazananı ne de tek bir kaybedeni oldu. Ambargo ülkeleri Katar’dan istedikleri şartların yerine gelmediğini gördüler ama Katar da atılan diplomatik adımların sonuç vermediğini anladı.
Bu nedenle, Körfez krizinin önümüzdeki yıllarda nasıl bir sürece evirileceği, MBS ve MBZ’in bölgedeki liderlik rollerine, Yemen savaşının durumuna ve 2022 Dünya Kupası’nda diğer ülkelerin ne kadar söz hakkı almak istediğine bağlı. Bölge, yıllardır Dünya Kupası’nın getireceği siyasi ve ekonomik kazançları beklerken; bu krizin seyahat, ticaret ve iş birliği kısıtlamaları ile Katar’ı izole ederek, diğer ülkelerin pastadan daha az pay almasına yol açacağı kesin. Taraflar 2022 üzerinde uzlaşırlarsa, siyasal anlaşmazlıkları için de manevra alanı açılacaktır.