İran uzmanı Cemalettin Tasken, Kasım Süleymani suikastı sonrası bölgede oluşan yeni durumu değerlendiriyor.
CELALETTİN TASKEN
İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin 3 Ocak’ta Irak’ta öldürülmesinin ardından bölgedeki gerilim tırmanmaya devam ediyor. İran Kasım Süleymani’nin öldürülmesi sonrası İran tarafından en üst perdeden intikam açıklamaları geldi. Süleymani’nin öldürülmesine cevap olarak Tahran yönetiminin 13 senaryo üzerinde durduğunu söyleyen İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, bu senaryolardan en hafifi uygulansa bile Amerika için tarihi bir yıkım olacağını ileri sürdü.
*
Bu açıklamaların ardından 8 Ocak tarihinde İran, ABD’nin Irak’taki en büyük askeri üssü olan Ayn el-Arap ve Erbil havaalanına yakın bir yerde bulunan üssüne “sert intikam” adını verdiği bir balistik füze saldırısı gerçekleştirdi. İran basını saldırıyı ABD’li askerleri kastederek “80 Amerikalı terörist öldürüldü” diye duyurdu. Ancak ABD’li kaynaklar ufak çapta maddi zararın haricinde saldırıda herhangi bir can kaybının yaşanmadığını bildirdi. İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, ülkesinin BM antlaşmasının 51. maddesi gereğince nefsi müdafaa ilkesi çerçevesinde bir adım attığına değindi. İranlı bakan Tahran’ın nihai amacının işi savaşa götürme olmadığını vurguladı ve ekledi: “Herhangi bir saldırı karşısında kendimizi koruyacağız.”
İran’ın Süleymani’nin öldürüldüğü saatte başlattığı füze saldırısı dünya kamuoyunun bir numaralı gündem maddesi oldu. Öyle ki, Süleymani’nin cenazesinin izdiham nedeniyle defnedilememesi, yoğun kalabalık nedeniyle 50’nin üzerinde insanın hayatını kaybetmesi ve aynı gün Ukrayna havayollarına ait 176 yolcu taşıyan bir uçağın Tahran’da düşmesi ve nükleer tesislere yakın bölgede meydana gelen depremler bile İran’ın Irak’taki ABD üslerine yönelik gerçekleştirdiği saldırının gölgesinde kaldı.
*
Füzelerin istenen etkiyi yapmamasının temel sebebi kullanılan teknolojideki yetersizlik. Tahran’ın füze saldırısında Kıyam 1 adındaki füzelerin kullandığı düşünülüyor. Ancak güdüm sisteminin yetersiz oluşu ve motor problemleri nedeniyle füzelerin Tahran’ın dünya kamuoyuna anlattığı gibi bir etki oluşturmadığı söylenebilir. Ancak saldırı öncesi İran Devrim Muhafızları Ordusunun açıklaması, bölgedeki tansiyonun pamuk ipliğine bağlı olduğunu göstermekte. DMO açıklamasında, ABD askerlerinin yaşamlarını riske atmamaları için Irak’tan çıkmalarını tavsiye ederek İsrail’in İran nazarında ABD’den hiçbir farkının olmadığını dile getirdi. Esas ilginç olan nokta ise ABD üslerine ev sahipliği yapan ülkelerin İran’a saldırı için kullanılması halinde o ülkeleri de vuracaklarını belirtmesiydi.
Kasım Süleymani’nin Irak’ta son kez bulunduğu günlerden öldürüldüğü ana kadar geçen zaman içerinde yaşananlar gelecek dönemde aydınlığa kavuşacak. ABD’nin nükleer anlaşmadan tek taraflı çekildiğini açıkladığı dönemden beri İran’a uyguladığı azami baskı anlayışı çerçevesinde yaşanan gelişmeler ve son suikastın detayları, İran-ABD ilişkilerinin yakın geleceğine ışık tutabilir.
Bu bağlamda göze çarpan gelişmelere bakıldığında Süleymani’nin Irak’taki son faaliyetlerine dair en dikkat çekici açıklama Irak Başbakanı Adil Abdul-Mehdi’den geldiği söylenebilir. Abdul-mehdi, Irak Parlamentosu’nda yaptığı açıklamada öldürüldüğü günün sabahı Süleymani ile buluşması gerektiğini belirtti. Abdul-mehdi’ye göre, Kasım Süleymani, Suudi Arabistan ve İran arasında bir ara buluculuk görevi için Irak’ta bulunuyordu. Süleymani, Suudi Arabistan’ın mesajını İran’a iletmiş, İran’ın cevabını Suudi Arabistan’a götürmek için Irak’a geldiği günün gecesinde saldırıya uğramıştı.
*
ABD başkanı Donald Trump’ın İran’la iletişime geçmek için farklı yollar denediği iddia edilmekteydi. Bunun için de Tahran’ın gerilim halinde olduğu Körfez ülkeleri ile yeni bir diplomasi kanalı kurma seçeneği mevcuttu. Dolayısıyla, Trump’ın Tahran ve Suudi Arabistan arasındaki gerilimi azaltmak için yeni bir diplomasi kanalı açmaya uğraştığı bir dönemde Süleymani’nin öldürülmesi, soru işaretlerini ve gelecekte tartışamaya açılabilecek soru işaretlerini de beraberinde getirmekte. Bu durumda akla gelen senaryolar, İran ve ABD arasındaki gerilimden beslenen ülkelerin, Riyad-Tahran hattında yeni bir diplomasi kanalı açılmasının önüne geçme çabası veya Tahran’ın Riyad’la konuşmayı reddetmesi sonrası ABD’nin İran’ı diplomasiye daha çok zorlamak için etkisi büyük bir eylemle varlığını daha da hissedilir kılması. Tüm bu olasılıklar önümüzdeki sürecin tartışma konusu olabilir.
Zira son dönemde ABD başkanı Trump’ın İran’la muhtemel bir savaşa karşı olduğu söylemi altında Tahran’la dikkatli bir diplomasi başlattığı söylenebilir. Ancak Kasım Süleymani’nin öldürülmesi Trump’ın bu çaba ve planını suya düşürmüş gibi görünse de Tahran’ı gelecek dönemde yeni bir sürece zorlayabilir. Aksi takdirde Süleymani sonrası İran’la gerilimli havanın devam etmesinin yanı sıra Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin İran karşısında önünün açıldığı anlamına gelmektedir.
*
Diğer taraftan, Irak parlamentosu Süleymani’nin öldürülmesinden iki gün sonra yapılan -daha çok Şii milletvekillerinin katıldığı- bir oylamada Süleymani’ye yönelik suikastının doğrudan bir sonucu olarak tüm ABD askeri güçlerinin Irak’tan çıkarılması yönünde oy verdi. ABD’nin Irak’ı işgal ettiği 2003 yılından bu yana Iraklılar, ABD ve İran arasında iyi bir denge kurmaya çalıştılar. Ancak yeni yılın hemen başlarında yaşanan suikast bu dengeyi savunmasız hale getirdi. Neticede Iraklılar ülkelerinin ABD-İran arasında devam edecek olan bir savaşın ev sahipliğini yapmak istemiyor. Ancak ülkedeki hem İran hem de ABD varlığı, bu riski canlı tutuyor. İran’ın Irak’taki varlığını giderek tahakküm etmesi Tahran için bir zafer anlamı taşısa da ABD’nin İran’ın politikalarına dâhil olma fırsatını da sunmakta. Her iki ülke de birbirlerini daha yakından tanıma ve tartma fırsatını Irak’taki askeri ve siyasi varlığına borçlu. Süleymani sonrası öne çıkan kritik nokta ise elbette Irak’ın geleceği. Önümüzdeki süreç özellikle Irak’taki Kürtler’in ayrıcalığının daha da güçleneceği bir dönem olabilir. Ancak kaldıracın diğer tarafında Irak Kürdistanı’nın, İran’ın ABD’ye cevap vereceği en önemli alan olması ihtimali var. Dolayısıyla Irak bundan sonraki süreçte de İran ve ABD’nin siyasi ve askeri açıdan rekabet ettiği bir alan olmaya devam edecek.
*
Şunun da altını çizmek gerekir ki ABD’nin Irak’taki askeri varlığı ABD’nin ulusal güvenliğinin tamamıyla kontrol altına aldığı anlamına gelmemeli. Aksine her iki ülkenin Irak’taki varlığı bölgedeki olası savaş senaryolarının ve karşılıklı saldırıların canlı olması demek. ABD’li savaş karşıtları ABD’nin IŞİD veya başka bir radikal örgüte karşı mücadelede için Irak’ta binlerce asker bulundurmasının gereksiz olduğunu düşünmekte.
ABD-İran arasındaki ilişkilerin gerilimli bir çizgide devam etmesini temin eden gerçeklik, her iki tarafın politikalarının da muhafazakâr kesimce takdir edilmesi. Örneğin ABD Dışişleri bakanı Mike Pompeo CNN’den Jake Tapper’a Ortak Kapsamlı Eylem Planına atıfta bulunarak “Bu savaş JCPOA’ya girildiğinde başladı” açıklamasında bulundu. Bu İran’ı kışkırtmaya yönelik bilinçli yapılmış bir açıklama. 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmaya şiddetle karşı çıkan Pompeo’ya göre, nükleer anlaşma İran’ı zayıflatmak yerine nükleer bomba yapımındaki kapasitesini arttırdığı bir süreç olmuştur. Ayrıca karşılıklı saldırılar bir savaş değildir ABD için esas savaş, İran’la mevcut gerilimi çözmeye çalışmaktır.
İran-ABD geriliminin çözümsüzlüğüne dair en az Kasım Süleymani’nin öldürülmesi kadar etkili olan baş bir husus ise 2015 yılında büyük bir gelişme olarak görülen nükleer anlaşmanın gidişatıdır. Trump’ın geçtiğimiz Mayıs ayında “ABD tarihinin en kötü anlaşması” diyerek anlaşmadan tek taraflı çekilmesi, gerilimi tırmandıran en temel etken. İran’ın anlaşma şartlarının –tek taraflı da olsa- uygulanmasının temini adına muhataplarına tanıdığı altı aylık sürelerden de sonuç alamaması, çözümsüzlüğünün süreceği anlamına gelmekte.
*
Nihayetinde İran’ın siyasetinin iki, İran istihbaratının bir numaralı isminin öldürülmesinin, yukarıda belirtilen etkilerin yanı sıra şüphesiz İran iç siyasetine de önemli etkileri oldu/olacak. Ülkenin cephedeki sembol ismine yapılan saldırı şüphesiz İran’ı birleştirdi. Suikast ülkedeki milli duyguları körükledi ve siyasi elit ile halk arasındaki gerilimi düşürdü. Süleymani’nin naaşının şehir şehir dolaştırılması, cenaze törenlerine yüzbinlerin katılması ve hatta yaşanan izdiham sonrası ellinin üzerinde insanın hayatını kaybetmesi bile -İran iç siyasetinin motivasyon kazanması adına- için olumlu bir gelişme sayılabilir. Zira bir ay önce hükümet karşıtı protestolar için toplanan halk bu sefer müesses nizamın en büyük savunucularından biri olan Süleymani için toplanmıştı.
Gölge komutanın cenazesi için toplanan kalabalıklar önünde söz verildiği gibi ABD’nin Irak topraklarındaki üslerine saldırarak gereken cevap verilmiş oldu. Söz konusu saldırıya dair ABD’nin ne cevap vereceğinin anlaşılması için Donald Trump’ın açıklaması beklendi. Genele kanaate göre her iki taraf da gerilimin düşürülmesinden yana. Açıklama sırasında Donald Trump’ın itidalli tutumunun yanı sıra NATO’ya göz kırparak yeni bir saldırıya dair açık kapı bırakması dikkate değer. Basın açıklamasında NATO’yu daha çok sorumluluk almaya çağıran Trump, “İran’a karşı beklenmedik bir saldırıda bulunursak daha aktif ve ayık ol” mesajı vermiş olabilir.