Yönetmen ve senarist Mesut Uçakan sanat hayatında 40 yılı devirdi. Senede 130’dan fazla yerli filmin vizyona girmesiyle çok sayıda sanat yapımının yurt dışındaki festivallerden ödül kazanmasının sinema sektörünü geliştirdiğini söyleyen Uçakan “Sanırım gerilediği, yoksul kaldığı tek bir taraf var: Hakikat sancısı ve fikri derinlik” diye konuşuyor.
ERKUT TEZERDİ / İSTANBUL
Sinema tarihimize damgasını vuran ‘Yalnız Değilsiniz’, ‘Kelebekler Sonsuza Uçar’ ‘Rahmet ve Gazap’, ‘Sessiz Ölüm’, ‘Yapayalnız’ ve ‘Reis Bey’ gibi yapımların yazarı ve yönetmeni Mesut Uçakan sanat yaşamında 40 yılı geride bıraktı. Senelerin nasıl geçtiğini sorduğumuz Uçakan “Göz açıp kapayıncaya kadar geçti ama detayına inince rahat geçtiğini söyleyemem” sözlerini kaydediyor. Uçakan zaman içinde ciddi sıkıntılarla boğuştuğunu da söylüyor “Manen çok şey kazandık” da diyor. Uçakan’la sanat yaşamını konuştuk.
* Sanat hayatınızda 40 yılı geride bıraktınız. Nasıl geçti seneler?
Dile kolay, 40 yıl... Göz açıp kapayıncaya kadar geçti ama detayına inince rahat geçtiğini söyleyemem. Bu meslekte var olabilmek kolay değil. Ciddi sıkıntılarla boğuşmak durumunda kaldık. Yokluklar içinde yaşadık. Üstelik, iddialı söylemler içine girdik, boyumuza bakmadan yedi düvele başkaldırdık. Şimdi yedi düvelin ruhumuza uzanan ellerini açığa çıktıktan sonra bunun vehametini daha iyi görebiliyorum... O günler toplumsal kuşatılmışlık içindeydik. Sanat mahfillerinde dindarlara zenci gibi bakılıyordu. Bunun yansımasını çok yaşadık.
* Bu süreçte neler kazandınız ve kaybettiniz?
Maddi planda doğrusu pek bir şey kazanamadık ama manen çok şey kazandığımızı düşünüyorum. Büyük bir kitlenin hayır duasını aldık. Hepsinin yarın ilahi huzurda bizim için müspet yönde şehadet edeceklerini düşünmek heyecanlandırıyor. Bence gerçek servet işte bu ve bu servet bize yeter. Gönlümüzde bir yangın vardı, o bizi saldı meydanlara. Sonuç: Hala geçimini sağlamak, projelerine sponsor bulmak için dönenip duran alevler içinde bir adam var ortada.
* Şu filmi, diziyi hiç yapmasaydım veya “Şunu da çeksem iyi olurdu” diyebileceğiniz projeleriniz oldu mu?
Oldu tabii. Maalesef kimi zaman olaylara hakim olamıyorsunuz. O olaylar sizi yönlendiriyor ve içiniz kan ağlayarak sonuca katlanıyorsunuz. Finansal açmazlar, ilişkilerimizdeki dengeleri koruma endişesi ve yapımcı sorunları, içine itildiğiniz şartlar, kaçınılmaz olarak bu sonuçları doğuruyor. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Gönlüme göre bir film çekebilmem için hiçbir zaman rahat imkanlarım olmadı.
* Türkiye’de bilimkurgunun ilk örneklerinden ‘Kavanozdaki Adam’ı çektiniz. Neden bilimkurguyu tercih ettiniz?
O bilimkurguyu, Türk sinemasında filmlerin yangından mal kaçırılır gibi çekildiği bir dönemde çektik. Çekimde neler yaşadığımızı anlatsam, trajikomik ne sahneler çıkar ortaya. Ama başardık hamdolsun. Hâlâ o diziden hayranlıkla söz eden kişilerle karşılaşıyorum.
* Sinemamızda sizin için “İlklerin adamı” diyorlar. Ortaya koyduğunuz yapımlar ortada. Siz ne dersiniz? ‘Mesut Uçakan Sineması’ neden hep bir derdi, ideolojiyi beyazperdeye taşıyor?
Yeryüzü hükümranlarının İslam’ı hedef tahtasına oturttuğu bir sektörde varsa yoksa İslam diyerek ortaya çıkmak bir cesaretti ve bir ilkti. Koyu sansür döneminde ‘Reis Bey’ filmiyle bir yargıyı eleştirmek bir ilkti. Başörtünün zulme dönüştüğü, medyanın ve iktidarın suspus olduğu bir dönemde ‘Yalnız Değilsiniz’ ve ‘Sonsuza Yürümek’le bu zülmü sinemaya taşımak bir ilkti. Faili meçhullerin ayyuka çıktığı ve cinayetlerin Müslümanların üstüne atıldığı bir dönemde ‘Ölümsüz Karanfiller’le bunu perdeye taşımak bir ilkti. Dergâhların dışlandığı bir tarihe karşı günümüz dergâhlarının kurtarıcılığına dikkat çekmek bir ilkti. Buna benzer militan konuları ‘Sevda Kuşun Kanadında’ dizisiyle ekrana taşımak bir ilkti. Çünkü, yeryüzünün çaresizliğine karşı yeniden öz medeniyetimizin inşası gibi bir derdimiz vardı bizim. Dışımıza olduğu kadar içimize doğru da bir inşadan söz ediyorum. Bu yüzden çekmem gerekiyordu bu filmleri.
* ‘Rahmet ve Gazap’, ‘Yapayalnız’, ‘Reis Bey’, ‘Yalnız Değilsiniz’ ve ‘Kelebekler Sonsuza Uçar’ gibi sinema tarihimizde yer edinen yapımları darbenin etki yıllarında çektiniz. Nasıl tepkiler aldınız?
Çektiklerim arasında rejim açısından en tehlikeli olanı ‘Kelebekler Sonsuza Uçar’dı. İlk defa devrim mahkemelerini tartışmaya açmıştık. Çağdaş Atatürkçü geçinen derneklerden, siyasilerden aforoz edileceğimi, ithamların, soruşturmaların beraberinde geleceğini bekliyordum. Sessiz kaldılar. Herhalde konuyu son derece sanatkârane, gerçekçi ve hassas dengelerle ele almış olmalıyım diye düşündüm. Ancak, 28 Şubat’tan sonra Kanal 7 televizyonu, filmi göstermeye kalkışınca kanala hem de 28 Şubat gününe denk gelecek şekilde 1 gün kapatma cezası verdiler. Resmi planda üzerime gelemediler ama sosyal planda medyada, festival ortamlarında üzerime çok geldiler.
* Sinemamızın geldiği yeri değerlendirir misiniz? Aynı durum dizi sektörü için de geçerli... Sizce her iki kulvarda da ne kadar ileride veya gerideyiz?
Sinema sektörü yırtıldı, gişe filmleri sektörü ve sanat filmleri sektörü diye ikiye ayrıldı. Yanlış bir sonuç ama böyle. 15 - 20 yıl öncesine kadar böyle değildi. Her iki sektörde de harika ya da pespaye diyeceğiniz örnekler var. Ama sonuçta, senede 130 küsür yerli filmin vizyona giriyor olması, çok sayıda sanat filmimizin yurt dışında düzenlenen festivallerden ödüllerle dönüyor olması önceki yıllara nazaran sektörün ilerlediğini açıkça gösteriyor. Sanırım gerilediği, yoksul kaldığı tek bir taraf var: Hakikat sancısı ve fikri derinlik...
KÜLTÜREL EROZYON YALNIZCA SİNEMADA DEĞİL
* Son yıllarda vizyona giren komedi filmlerinin bazıları bol miktarda gereksiz küfür-argo sözcük içeriyor, senaryoları da eleştirel bir bakış açısından yoksun; yani izleyiciye aslında kaba güldürü sundukları ortada. Ya da büyük ölçüde Hollywood’dan izler taşıyorlar. Keza çekim teknikleri de öyle. Bir kültürel erozyon yaşadığımızı söyleyebilir miyiz?
Kültürel erozyon, sadece sinemada değil, toplumun genelinde var. Hem de ciddi boyutlarda. Gençlerin içi giderek boşalıyor. Kelime dağarcıkları, kültürel hafızaları, bilginin hemen ulaşılır hale geldiği bir süreçte giderek yoksullaşıyor. Çünkü, tüketim toplumu malayaniyi kutsallaştırıyor, kutsalları çöpe attırıyor. Sözünü ettiğiniz türde küfürlü filmler, bu iflasın bir dışavurumundan ibaret. Suç bu tür filmler yapanlarda tamam ama bence daha çok ona ilgi gösterenlerde.
* Her filminizde toplumsal bir sorunu eleştiriyor, anlatıyorsunuz ve bunu çok vurucu bir metinle, olay dizisiyle sunuyorsunuz. ‘Mesut Uçakan Sineması’nın farklılığı sizce nedir? Yönetmenlikten daha çok senaryo yazarlığı olduğunu söylemek mümkün mü?
Senaryo tartışmasız önemli. Ama ona ruh veren yönetmendir. Kişinin kendi ruh fotoğrafını gösterecek bir ayna olmadığı için ‘Uçakan’ın bir sinema adamı olarak farklılığı ne?’ dendiğinde cevap vermek zor. Mesele bu farklılığı benden çok seyircinin nasıl gördüğüdür. Benim aynada görebildiğim bütün artı ve eksilerine rağmen inancında, sanatında, davasında, söz ve davranışlarında dürüst, samimi olmaya, doğal kalmaya çabalayan bir adam... Düşük bütçelerle çektiğimiz filmlerin toplumu sıcacık sarıvermesindeki sır bu olmalı.