King’s College London Üniversitesi’nde akademik faaliyetlerine devam eden Derin Koçer, İngiltere’de hükümetin Kovid’le mücadele sürecine eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşıyor.
İşlerin ters gideceği, her şeyin başından belliydi. Birleşik Krallık Sağlık Bakanı Matt Hancock 24 Ocak 2020’de, Çin’den dünyaya yayılmaya başlayan o -henüz belirsiz- virüs karşısında ülkenin “güvende” olduğunu söylemişti.
Oysa -tesadüf o ya- aynı gün içinde prestijli bilim yayıncısı The Lancet, Kovid-19’un 1918’de ortaya çıkan ve 50 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olduğu düşünülen İspanyol Gribi kadar büyük bir tehlike yaratabileceğini söylüyordu.
Sadece bir hafta içinde, tam bir yıl önce, 31 Ocak günü, Birleşik Krallık’ta da iki kişinin Kovid-19 testleri pozitif çıkacak; virüsün Britanya’da dolaşmaya başladığı anlaşılacaktı.
Bakanın ‘risk görmediği’ virüs, bu bir yıl içinde ülkede 100 bin kişinin ölümüne sebep oldu. Bu, Birleşik Krallık’ı milyon kişiye düşen ölümlerde de dünyanın en kötü durumdaki üçüncü ülkesi yapıyor. Ülke, harbi bir İngiliz skandalı yaşıyor.
***
Ama Başbakan Boris Johnson yönetimindeki hükümete gerekli fatura kesilecek mi; orası meçhul. Zira her ne kadar hükümetin görev onayı son bir yılda yarı yarıya düşmüş olsa da, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın örneğinde olduğu gibi ülke kısa bir sürede sandık başına gitmeyecek.
Ayrıca dünyanın en hızlı aşılama süreçlerinden birini yürüten hükümet, kendine bir çıkış stratejisi de oluşturmuş gibi gözüküyor. Fransa’nın toplam yaptığı aşıdan fazlası, Britanya’da şu an sadece 4 günde yapılıyor.
Ancak şunu net bir şekilde ortaya koymak lazım: Tünelin ucunda aşı görünene kadar Johnson hükümeti, ülkeye bir trajedi yaşattı. Her ne kadar Johnson geçtiğimiz günlerde bugüne kadar hayatını kaybeden herkes için “üzgün” olduğunu belirtirken “elimizden gelen her şeyi yaptık” dese de gerçekler bu iddiadan bir hayli farklı.
Elbette 100 bin ölümün her birini hükümetten bilmek anlamsız ama her kritik dönemeçte geç kalan, hazırlanma fırsatını tepen, ülkeye yetkin liderlik örneği gösteremeyen Johnson hükümeti, önlenebilecek ölümlerin birçoğunu katiyen önleyemedi.
***
Mesela 31 Ocak’ta tespit edilen vakalar ile ilk karantina ilanı arasında 5 haftadan uzun zaman vardı. Bu dönemde sık test yapabilmenin ve sağlıkçıların koruma ekipmanlarının önemi çoktan anlaşılmıştı.
Gelmekte olan kıyamete hazırlanmak yerine hükümet, zaten az olan koruyucu ekipmanlarının bir kısmını Çin’e yolladı; üretimi artırmak için de adım atmadı. Aynı zamanda Kovid-19 testlerinin en kalitelisinin Oxford’da üretilmesiyle bir “milli gurur” yaşadı ama Britanya’nın ihtiyaç duyacağı test stoğunu sağlamak için harekete geçilmedi.
Her şeye geç kaldı hükümet. Johnson da bu gecikmelere öncülük etti. 4 Ocak 2020 itibariyle toplanmaya başlayan ve normalde başbakanın liderlik etmesi gereken Bilim Kurulu (SAGE) ile acil durum toplantılarına Johnson, Mart’a kadar katılmadı.
Virüs önce Çin’de, sonra dünyada ve sonunda Britanya’da yayılırken yapılan 5 toplantıda da Başbakan yoktu. Ve bu sırada dünyayı kurtarmıyordu: Ya Brexit kutlamalarındaydı ya Çin’in yeni yılını tebrik ediyordu ya da sevgilisiyle beraber şehir dışındaki tatil evlerinde ‘kafa dinlemekle’ meşguldü. Bürokratların kendisine ileteceği notların okunması için, ‘kısa ve öz’ olmasını özellikle istemişti.
***
Hoş, SAGE’e katılmaya başlaması da pek bir işe yaramadı. Dünyadan yanlış dersleri aldılar. İtalya’nın can çekiştiği günlerde ilan ettiği karantinayı “popülist ve bilimden uzak” olarak tanımlayıp; vaka sayıları her geçen gün artarken okulları, stadyumları, restoranları kapatmadılar. Johnson “Kimi sevdiklerimiz, zamanından önce gidecekler” deyip, halkı daha sık el yıkamaya davet etti. Elbette bütün bu kibir yerini kısa zamanda karantinaya bırakacaktı.
Fakat her karantina ilanı öncesinde aynı düzen tekrarladı: Hükümet her defasında bilimin arkasında kaldı. Başbakan, Ağustos’ta Daily Telegraph’a verdiği söyleşide “İkinci karantinaya gerek olmayacak” dedi; mesela. Ama Eylül sonunda SAGE, hükümeti karantina ilan etmeye çağırdı. Bir ay boyunca Johnson, bu öneriyi dinlemedi. Zaman kaybetti. O geçen zamanda da virüs, doğal olarak, kontrolden çıktı.
Benzer şekilde Aralık’ta da “Noel’i kurtaracağım” diye dövünüp dururken yine son güne kadar bekleyip, yeni varyantın yayılım hızı sebebiyle Noel’i iptal etti. 22 Aralık’ta SAGE, yine karantina çağrısı yaptı; hükümet bu çağrıya uymak için yine iki hafta bekledi.
***
Ülke, bütün bu hataların sonucunda harbi bir İngiliz skandalı yaşadı. Doğru zamanda doğru hamleleri yapma kabiliyetini sergileyemeyen bir hükümet yüzünden -büyük ihtimalle- on binlerce insan, ‘zamanlarından önce gitti’. Elden gelebilecekler, bu kadarla sınırlı değildi.
Fakat görünen o ki Johnson, hayatının birçok döneminde olduğu gibi, yine paçayı kurtarabilir. Zira aylarca tekrar edip durduğu boş umutların, hayalci politikaların yerini gerçek bir çıkış stratejisi almış gibi duruyor. Dünyanın neredeyse tamamından daha hızlı ve etkin bir şekilde aşı programını hayata geçirdi hükümet. Toplumun 10’da 1’inden fazlası, ilk doz aşıyı olmuş durumda.
Ayrıca hükümetin uyguladığı ekonomik destek paketleri de 3 defa karantina yaşayan halk için epeyi popüler, elbette. Her ne kadar ülke ekonomisi bu süreçte yüzde 10 küçülerek Avrupa’da en büyük darbeyi yemiş olsa da geçtiğimiz Mart’tan beri çalışamadığı için gelir sağlayamayan on milyonlarca insanın maaşını hükümet ödüyor. Şimdiye kadar yapılan yardımların 330 milyar poundu geçtiği tahmin ediliyor. (Ekonomi Bakanı Rishi Sunak’ın da Başbakan Johnson’dan 20 puan daha popüler olmasına şaşırmamak lazım.)
Dolayısıyla bir yıllık facianın yerini, herkesin kanayarak beklediği umut duygusu almış durumda – her ne kadar kimse umudun sevincini hâlâ hiçbir restoranda kutlayamıyor olsa da.
***
Hükümetten hesap sorması gereken kurumların da yaşanan ulusal trajediye rağmen bu umut rüzgarında yüzdüğünü görüyoruz. Eski hükümet sözcüsü Alastair Campbell’ın da yazdığı gibi basın, Johnson’ın ayaklarını kızgın aleve basması gerekirken bardağın yeni yeni dolmaya başlayan tarafıyla ilgileniyor. Dolayısıyla İPSOS Mori’nin verilerine göre toplumun önemli bir kısmının basın ve siyasetin yeterince efektif denetleme yapmadıklarını düşünmesine şaşırmamak gerek.
***
Muhalefette İşçi Partisi de o umut dalgasının aksine hareket etmek yerine toplumun tamamına aşı ulaştırılması için kampanya yürütmeyi tercih ediyor. Bütün bunların neticesinde de YouGov’un güncel anketine göre hükümetten çok kuralları ihlal eden toplumu (yani kendini) ‘suçlu’ görmeye meyilli bir halk var karşımızda.
Yani aslında gelinen nokta tam anlamıyla trajikomik. Trajedi, ülkenin 1 yıldır yaşadıklarının neredeyse tamamı: Alınmayan önlemler, geç girilen kritik kavşaklar, tutulmayan sözler ve hepsinin oluşturduğu hakiki bir İngiliz skandalı.
Öte yanda ise, normal şartlar altında her anlamda bir başarısızlık hikayesi olarak anılması gereken bu hükümetin kendine bulduğu bir çıkış yolu var. Fakat, tünelin sonunda gözüken ışık, ülkenin bir yıldır karanlıkta debelendiği gerçeğini değiştirmiyor.