Cumhurbaşkanlığı adaylığı ilgili soruyu yanıtlayan İBB Başkanı İmamoğlu, "Günü geldiğinde adaya bir kısım elitler ya da birkaç kişi değil, milletimiz karar verecek. ‘Aday mısınız’ boyutu kirlendi. Bu gerçekten bizi yoruyor.” dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Ankara'da KARAR yazarı Yusuf Ziya Cömert'in de aralarında bulunduğu gazetecilerin sorularını yanıtladı. İmamoğlu, toplantıda, İstanbul’daki ve Türkiye Belediyeler Birliği'ndeki çalışmaları hakkında kapsamlı bilgiler verdi. Ancak asıl dikkat çeken, ülke gündemine dair yaptığı çarpıcı açıklamalardı. İmamoğlu, “Bugün itibariyle bu seçimi kazanacak bir iktidar yok” diyerek, muhalefetin bu kritik dönemi iyi değerlendirmesi gerektiğini vurguladı. İmamoğlu, seçimlerde başarısızlık durumunda tek sorumlunun muhalefetin kendisi olacağını belirtti ve "Bu seçimi kaybedersek, eksikliklerimizle, hatalarımızla, uyuşmazlıklarımızla biz kaybederiz" sözleriyle dikkat çekti. Muhalefetin güçlü bir stratejiyle halkı ikna etmesi gerektiğini savunan İmamoğlu, ortak akıl ve dayanışma vurgusu yaptı.
İmamoğlu'nun açıklamaları şöyle:
Doğu ve Güneydoğu illerimizde yaşanan ve yıkıma neden olan depremden sonra o illerimizden büyük bir göç oldu. Bu göç çoğunlukla İstanbul ve Ankara'ya yöneldi. Türkiye Belediyeler Birliği Başkanlığı şapkanızı da düşünerek bunun Türkiye'ye daha dengeli yayılması için Anadolu'nun farklı illerinde cazibe noktalarının oluşturulması çok ivedi ve önemli bir konu gibi görünüyor. Bu alanda hangi adımlar atılabilir? Ayrıca, bütün bilimsel verilerde artık İstanbul'un vaktinin dolduğu, 7 ve üzerinde bir deprem yaşanmasının an meselesi olduğu değerlendiriliyor.
Deprem döneminde göç eden insanlarımızın Türkiye'nin farklı yerlerinde cazibe alanlar oluşturularak yerleştirilmesi meselesinden daha farklı baktığını ifade etmek isterim. Çünkü bizim aslında deprem bölgesinde yaşamlarını yitirdiğimiz ve o insanlarımızın o bölge zaten aslında bir cazibe bölgesi. Yani Hatay'dan Osmaniye'ye, Adana'dan Gaziantep'e, Maraş'a varıncaya kadar olağanüstü bir coğrafya, olağanüstü bir tarım bölgesi yine aynı zamanda tarıma dayalı sanayinin olduğu ve farklı bir stratejiyle baktığınızda her şeyin kendi özelinde çok büyük avantajları olan bölge olduğunu ifade etmek isterim. Şu anda özellikle kentlerdeki pahalı yaşam insanları çok ciddi anlamda köşeye sıkıştırmaktır. Örneğin İstanbul gibi metropol bir şehrin gündemi büyük oranda sosyal destekler ve dayanışmacı bir belediyeciliği önde tutan bir anlayışla yürümekte, halbuki bu böyle olmamalıydı.
Bana göre Türkiye'nin hem şehirleşme kavramına hem yerleşim hem kentsel planlama hem de kentlerin stratejileri ve vizyonu noktasında ciddi olarak ele alınması gerekiyor. Türkiye Belediyeler Birliği çok yakın zamanda bu konuda ciddi bir envanter ortaya koyacağını düşünüyorum. İstanbul'da mülteci meselesi önemli. Biz bunu sudan ölçüyoruz. Sudan ölçtüğümüz zaman da görüyoruz ki 2 milyonun üzerinde sığınmacıyı, mülteciyi misafirler ediyoruz. Yani İstanbul'un nüfusu 15 milyon 800 küsur bin, 16 milyon küsur değil. Yani bu net. Çünkü sadece beş yıllık, altı yıllık su tüketim rakamlarına baktığınızda biz artık 3 milyon 200, 3 milyon 300 bin günlük su tüketimine ulaştık. Bu 2 milyon 600 bin metreküplerdeydi. Sadece beş altı yıllık daha geriye ki mülteci süreci başlayalı 11 yılı, 12 yılı buldu neredeyse.
Bu kapsamda böyle bir rakam verebilirim kaldı ki bizim bu mülteci sığınmacı meselesinin hiçbir sayfasına dahil edilmememiz komedi. Mültecilerle yürütülen politikalarda belediyelerin hiçbirisi hiçbir masada yok. Olacak iş değil.
Deprem meselesi ise bütüncül bir meseledir. Çok paydaşı var ve bunun tartışıldığı doğru zeminlerin oluşması lazım. Geçen daha yakın bir zamanda kapsayıcı bir AFAD toplantısında yine bu konuları konuştuk. Sayın Valimiz işte Garnizon ve Birinci Ordu Komutanımız, birlikte bütün yapıları elde ele alarak bir stratejik, özellikle deprem anını konuştuğumuz bir planlamayı sohbet ettik. Öncesi, anı, sonrası güçlü şehir yaratma konusunda bakınız tekrar söylüyorum: Deprem konseyi mi adı olur? Deprem başkanlığı mı olur? Biz bunun stratejisini sunduk. Bunun başka bir yolu yok. Hızlı karar alarak. Ama şeffaf. Bakın İstanbul'un her yanı kentsel dönüşüm diyerek inşaatlarla dolduruluyor. Bakın 2016 darbe girişiminin olduğu tarihten itibaren askeri alanlarla ilgili şehrin dışına taşınacağı ve şehirde kalan askeri alanların tamamen toplum refahı için, yeşil alanlar, rekreasyon alanları şeklinde düzenleneceği ifade edildi şimdi neredeyse tamamı inşaata açıldı. Yüzde 85’e yakını da lüks konut olarak yapıldı ve burada bunun adı kentsel dönüşüm gibi algılanıyor. Biz 25 yılda yıkılan, depreme dayanıksız bina sayısından daha fazla binayı 5 yılda getirdik. Çünkü oraya odaklanılmadı. Biz mahalle aralarında dahi dönüşüme girdik. Ama bu dediğim devede kulak mesela bütüncüldür, bütüncül ele alınmalıdır.
'BU SEÇİMİ KAZANACAK BİR İKTİDAR ÖNÜMÜZDE YOK'
- Sayın Başkan, ‘Ağır bir çürüme ve çöküş yaşıyoruz. Yüzümüz gülüyor. Suratımız asık bir haldeyiz.’ Dediniz. Birincisi, siz hem bir büyükşehir belediye başkanısınız, hem bu toplumun gelecekte kendisini önder olarak gördüğü isimlerden birisiniz. Birincisi, buradan çıkış ne? Yani bir erken seçim öngörebiliyor musunuz? İkincisi Türkiye eğer bir çıkış yolu bulamazsa bu süreçte nasıl bir yere gelir?
Türkiye elbette çıkış yolu bulur. Geçmişte de tarihimizde de en zor koşullarda tekrar toparlanmayı ve ayağa kalkmayı başarmıştır. Ama mesele şudur. Kalıcı bir biçimde bu memlekette hukukun üstünlüğünü tesis etmek, kalıcı bir biçimde demokrasinin zeminini genişletmek ve demokrasiyi gerçekten içselleştirilmesini sağlamak, her yurttaşın, her vatandaşın, her bireyin etnik kökenine bakmadan, kendisini bu memleketin asli birer vatandaşı ve aynı zamanda bu memleketin eşit ve hissedarı olduğunu hissettiği bir vatan haline getirmek. Memleketimiz Cumhuriyet'in 100 yüzyılını geçirdi ve cumhuriyet kurulduğu dönemde bence dünya ölçeğinde çok önemli bir reform dönemini ortaya koymuş nadir kuruluş dönemlerinden birisidir. Dünyada o dönemde diktatörlüğün kol gezdiği bir ortamda ve otoriter rejimlerin filizlendiği ve ortaya çıktığı bir dönemde demokrasiyi tanımlama gayretinde olan bireysel ve yakın çevresini ödüllendirmek yerine milletin ayağa kaldırmayı ortaya koyan bir liderliği yaşamıştır. Hem de o liderliği yaşadığı dönemde tam 12 yıl savaşmış, 600 yıllık bir imparatorluğun çöküş döneminde her tarafı işgal edilmiş bir ortamda bile ayağa kalkmış, dirilmiş bir toplumun elbette böylesi bir ortamda da rahatlıkla ayağa kalkabileceğini görüyorum. İnanılmaz bir genç nüfus var. Ümitsizliğini de görüyorum ama beklentileri de her gün dinleyen birisiyim. Bu alanda ortak akılla süreci iyi yöneten ve kurumsallığını net olarak ortaya koyan bugünkü üretilen kötü sistemin tabiri caizse ekonomiyi batıran hukuku sorunlu hale getiren birçok düzeni yıkan bir ortamı var eden bu sistemin ortadan kalktığı demokratik ve hani net ifade edelim, elbette ki demokratik bir parlamenter sistemin var olduğu, milletin temsil edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin etkili olduğu ama güç denge rejiminin de sisteminin de kurulduğu birbirini denetleyen mekanizmalarını da ortaya konduğu bir dönemin var olması her şeyi tek tek düzeltecektir. Bu eğitimden başlar, adalete yansır, hukuka yansır. Aynı zamanda tarıma, turizme, ticarete, ekonomiye… Allah aşkına ekonomide bizi ne batırdı? Bu duruma niye geldik? Liyakatsizlikten geldik. Bir meseleyi eş dost akrabayla yönetmeye kalkarsanız olmaz. Ama milletin iyi yetişmiş evlatlarına teslim ederseniz bu milletin sırtı gelmez. Tam aksine kaçan trenler değil, trenlerin ön kompartmanına geçen bir millet haline dönüşüyoruz. Bizim baktığımız pencere budur. Bu aşamadan itibaren buradan söylüyorum. Bu aşamadan itibaren tabii ki erken seçimin koşulları vesaire bekliyoruz, beklemiyoruz. Bu tarafına girmek istemiyorum ama şu tarafı söylemek istiyorum. Bugün itibariyle bu seçimi kazanacak bir iktidar önümüzde yoktur. Bu seçimi kaybederse bir tek muhalefet olarak biz kaybederiz. Kendi hatalarımızda, eksiklerimizde uyuşmazlığımızla ya da hazırlıksız olmamızla kaybederiz. Bu manada da buna fırsat vermeyecek bir muhalefet yapısını kurmak toplumsal muhalefeti güçlü bir biçimde bir araya getirmek, çocuklarını dahi gençlerini dahi Türkiye'nin geleceğine nasıl hazırlayacağını net kalem kalem her konuda izah edecek hale getirecek ve bir muhalefet duruşu ve ortak aklın hakim olduğu bir ortam net olarak bize bugünden seçimi kazandırmıştır. Yeter ki bunu yapalım. Bana göre bugünün iktidarı Türkiye'nin hem ulusal hem uluslararası alanda yarattığı yükü taşıyacak kapasiteye sahip değildir. Durum idare ediyor durumundadır. Bu süreçten sonra tek sorumlu biziz.
“15 TEMMUZ’UN ARDINDAN BÖYLE YAPILARA YASLANMAYI BIRAKMAYACAKLAR MI?”
- İki tane sorum olacak. Fethullah Gülen öldü bu sabah, yani en azından açıklandı. Sonuç olarak sizin düşünceleriniz bu konuda nedir? Örgüt dağılacak mıdır? Amerika Birleşik Devletleri sizce örgütü kullanmaya devam mı edecektir? Ankara'ya politika konusunda herhangi bir sözünüz ya da tavsiyeniz var mı? İkinci sorum da İbrahim Kaboğlu'nun seçilmesinin ardından ilk dört madde tartışması Kaboğlu'yla Mansur Yavaş arasında görüldü. Sizin de tebriğinizden yola çıkarak anayasanın ilk dört maddesine dokunulmalı mı? Dokunulmamalı mı?
Daha önemli bir konudan başlayalım. Anayasanın ilk dört maddesi olumlu anlamda tarifleyerek bir yorumda bulunmuş Sayın Kaboğlu. İlk dört maddesi gayet olumlu bir biçimde gayet güçlü bir biçimde tariflenmiştir ve bu dört maddenin Türkiye'mizde mevzu edilecek bir pozisyonu ve durumu yoktur. Bu çok net. Bu bağlamda yapılan bu açıklamayı çok talihsiz bir başlangıç açıklaması olarak görüyorum Sayın Kabaoğlu adına. Tabii ki avukatları temsil ediyor. Baronun bir tercihi var. Ona bir şey diyemem. Ama talihsiz bir açıklamadır. Kötü bir başlangıç yapmıştır. Üzüldüm şahsı adına.
Türkiye’nin bir dönemine kara bir leke olarak işlenen bir örgütsel yapının başındaki insan vefatından sonra Allah'a havale ediyorum. Allah bildiği gibi yapsın derim. Başka bir önemi yok benim için ama bu ülkeye çok büyük bir travma yaşatılmıştır. Ama şu kaygımı dile getirmek isterim. Başka örgütlerin başka oluşumların üreme ve türeme kapasitesi vardır bu ülkede. Bu hala devam etmektedir. Hala ülkenin kurumlarına sızan güzel dinimizi ve inancımızı alet ederek mekanizmalar oluşturan yapılar vardır. Bunların karşısında hala susanlar vardır. Ve bu susanlar buna imtiyaz gösteren anlayış Türkiye'nin niçin hala o uçurumun kenarında gezdirilmesine fırsat veriyorlar? Yani bu memleket hukukun üstünlüğü, kurallar ve kurumlar ülkesi olmayı başaramayacak mı? Yani illa bu kadar rezil bir dönem, otuz kırk yıllık bir süreçten sonra hatta bir iddiaya göre elli yıllık bir süreçten sonra ülkeye utanç verici bir 15 Temmuz gününü yaşatan bu dönemin sonrasında hala bu tür kurum ve kuruluşlara yaslanmayı, onlara iyi gözükmeyi, onlara hizmet etmeyi neredeyse manevi bir hizmet gibi göstermeyi bırakmayacaklar mı Allah aşkına? İnsanını yaşat, devlet yaşasın. Bu bizim ruhumuzda var, hücremizde var. İnsanını yaşat, bireyi. İnsanını koru, çocuğunu koru. Bebeğini koru. Bakın nereye düştü mesele? Bebeğini koruya kadar düştü.
- Bir dava var istinaf mahkemesinde, sonuçlanmayı bekliyor. Bunun hem Türk siyasetine hem sizin geleceğinize hem Türk siyasetine etkileri olacak. Bunu bir değerlendirir misiniz? Yani gecikme mi var sizce? Neden geciktiriliyor? Eğer öyleyse daha önce ifade ettiniz bunun siyasi bir dava olduğunu ama geldiğimiz noktada bakışınız nedir?
Tabii bu sürecin adil ve objektif bir şekilde işleyeceğine inanmak istediğimi dile getirerek bu sorunuza başlamak isterim. Ne yazık ki ilk mahkemede böyle olmadı. Yani ben istinaf mahkemesinde bu inancımı, adalete olan inancımı, hukuka olan inancımı korumak istiyorum. Teamüllere uygun olmayan şekilde hakim değiştirildi ve hakim Samsun'a sürüldü. Daha acısı son İBB meclisinde AK Parti Grup Sözcüsü ‘Hakimi Samsun'a neden sürdüğümüzü birazdan anlatacağım’ dedi. Yani bakın bu trajik bir durum. Yani aslında eylemin dile vurmuş hali. Bu dil falan sürçmesi değil. ‘Hakimin Samsun'a neden sürdüğümüzü birazdan anlatacağım’ dedi. O bakımdan hukukumuz evrensel standartlarda olsa gerçekten bir siyasinin aklına bu cümlenin gelmesi mümkün değil. Bu cümle onun aklına geliyor ve bunu ifade ediyorsa bu acı, trajik bir durumdur. Neymiş? Hakim kararını işte birkaç kişiye söylemiş. Bu da doğru değil. Kaldı ki hakim çırpınıyor yani. Bir yere ben hukuki anlamda hukuki zeminde bir yere yaşadıklarımı anlatsam. Ben öyle hissediyorum. Çırpınıyor. Çünkü haksızlığa uğramış. Ve biz HSK'ya başvuru yapıyoruz. Diyoruz ki ifadesini alın. HSK Defalarca bunu reddediyor. Yani bunu kim tarifleyebilir Allah aşkına? Bu kadar gündemde, bu kadar kamuoyunu meşgul ediyor. Ya bırakın bizim başvurmamızı, HSK'nın çoktan çağırıp kendisinin ifadesine başvurması gerekir. ‘Ne yaşadın? Sayın hakim’ demesi lazım. Bunu demiyor. O zaman ben nasıl şüphe duymayacağım? Onun için eğer hakim kalkıp bu davada iki yıldan fazla ceza verilemez demişse der ama buna başsavcının verdiği tepki ne? HSK'nın duyarsızlığı ne? Kaldı ki işin özü şudur. Ben kimseye ahmak demedim, bana ahmak diyene sözünü iade ettim. Bu çok net. Bunu sokaktaki çocuğa sorun, size bunu şu anda anlatacak durumda. Ama bu konu tartışılıyor ve gerçekten ülkemizi meşgul ediyor. Ben de açıkçası bundan çok büyük üzüntü duyuyorum. Ben ciddi bir yargısal tacize uğradığımı düşünüyorum. 2019 yılından beri bu konunun gündemde tutulması yaşandığı ortamdan yaklaşık bir yıl, bir buçuk yıl sonra bir soruşturmaya daha doğrusu bir yargıya sevk edilmesi komik bir durum. Bunu bazen yurt dışında soranlar oluyor, vallahi nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Utanıyorum ve anlatamıyorum. Ya ben nasıl anlatayım böyle bir davayı? Hükümetin temsil eden hukuk kanadından tutun hükümeti temsil eden hiç kimsenin bu konuda olumlu anlamda yani ‘Biz de yargıdan bu utanç verici duruma bir son vermesini bekliyoruz ya da yargının bu konuda bu utanç verici gündemi memleketin gündeminden çıkartmasını bekliyoruz’ diyemiyor. Bir kişi bile diyemiyor. Üzüntü verici yani. Ama dediğim gibi ben yargıçlara güvenmek istiyorum ve istinafta bu işin artık sonlanarak gündemden çıkmasını istiyorum.
“SGK BORCUNUZ VAR DİYEREK, SEÇİMDEN ÜÇ AY SONRA HACİZ BAŞLATMANIZI RUTİN UYGULAMA DİYE ANLATAMAZSINIZ”
- Sayın başkan siz ekonomik sıkıntılara çok vurgu yaptınız ama hep bu ekonomik sıkıntılar başlığı altında… Bunu biraz açar mısınız ve bu sıkıntılardan belediyelerin payına düşenler hangileri? Sizce ekonomideki en önemli sıkıntı nelerdir?
Ben Sayın Maliye Bakanımızı ziyaret ettim. Bu arada şunu söyleyeyim, hem Şehircilik Bakanına hem Maliye Bakanına teşekkür ediyorum. Sadece ikisinden randevu talep etmedim, başka talepte bulunduğum bakanlıklar var ama ikisinin nezaket gösterip, dönüp randevu vermesi çok önemli, değerli. Olması gereken aslında ama ne yazık ki değerli… Ama bu oluşmuyor ne yazık ki ülkemizde. Neden oluşmadığını da herkes biliyor açıkçası. Burada Sayın Maliye Bakanımızla şöyle bir çalışma yapma konusunda bir mutabıklığımız var. TBB Genel Sekreterimiz de bakan yardımcısını görevlendirdi ve özellikle belediyelerin sıkıntılarına bir röntgen çeken, neler yaşanıyor, hangi gelirlerini arttırılması lazım, yani SGK borcunuz var deyip yerel seçimden üç ay sonra haciz işlemi başlatmanızı hiç kimseye, “Biz rutini yapıyoruz” diye anlatamazsınız, böyle bir şey yok. Yani sonuçta 200 küsur belediyeden 400 küsur belediye çıkmış bir Cumhuriyet Halk Partisi kanadı var. O borçları CHP belediyeleri yapmadı. CHP. Belediyelerinin de yaptığı borçlar vardır, sorun yok ama meseleyi çözmek istiyorsanız bu meselenin çözüm biçimi de vardır. İstişare edersiniz, röntgenini çekersiniz, çağırırsınız TBB'yi ve orada oturur konuşursunuz dersiniz ki bunu nasıl yapalım? Nasıl tahsil edelim? Şunu mu paylaşalım? Sağ olsun Bakan Bey bizim önerimize böyle bir bakış gösterdi. Şimdi TBB Genel Sekreterimiz ile Bakanımız hem yerel yönetimlerin ekonomik sıkıntıları, gelirlerin arttırılması, kaldı ki şu anda belediyeden ne isteniyor derseniz her şey isteniyor. Yani bizden çocuk da istiyor, kadın da istiyor, aile de istiyor, okullarını temizliği de isteniyor, kreş de isteniyor, yurt da isteniyor. Yani biz şu anda bin tane kreş yapsak yetmez İstanbul'a. Beş bin tane de yapsak yetmez.
'ADAYLIK BİR KISIM ELİTLERİN YÖN VERECEĞİ BİR ŞEY DEĞİLDİR'
- Sayın Başkan, seçimi “Ancak muhalefet olarak biz kaybederiz” dediniz. Siz Cumhurbaşkanı adayı mısınız?
Ben aslında en büyük öz eleştiriyi az önceki soruda cevapladım. Yani dedim ki, biz ancak bundan sonraki seçimi kendimiz kaybederiz. Yani nasıl? O dediğiniz öz eleştiriyi yapmazsak. Özeleştirileri yapmaz, kendimizi düzeltmez, tedbirlerimizi almaz, topluma iyi bir hazırlık yapmaz, söylediklerimizle örtüşen uygulamaları yerine getirmezsek zaten kaybederiz seçimi ve sınıfta kalmış oluruz. Şu anda sınıfta kalmış bir iktidar vardır. Biz sınıfta kalmış değil ileriye koşan ve sınıf atlatan, ülkesine de sınıf atlatan, kendine de sınıf atlatan bir muhalefet olmak istiyoruz. Sonuçta biz sınıf atlayabilseydik, 2023 seçimini de kazanırdık. Ama kazanamadık. Şimdi sınıf atlamak istiyoruz. Özeleştiri yapan, sorun nerede varsa onu gören, ona tedbir alan. Yani bebek ölümlerinde sorumlu bir partili varsa hesabını verecek, uzak duracak bizden. (Yenidoğan çetesiyle ilgili soru üzerine) Hani burada şunu söyleyeyim, bir Meclis üyemiz üzerinden bir gönderme yapıyorsanız, yanlış anlamayın, sonuçta suçu kesinleşmiş pozisyonda değil, direkt ölümlerle ilişkilidir pozisyonu da yok ama ona rağmen istifa etmesi gerektiğini kendisi de öyle düşündü, biz de öyle düşündük ve istifa etti. Umarım bu istifa mekanizmaları, o sürecin içerisinde hangi konumda kim varsa yerine getirir ve aklanır, geri döner. Aklanmaz, parti ona göre tedbirini alır. Bu şekilde bir sürecin olgunlaşması gerekir diye düşünüyorum. Adaylık sorunuz… Ne hikmetse o soruyu duymuyorum. Günü geldiğinde, tabii bakınız, yani bu adaylık kavramı, yani “aday mısınız?” boyutu kirlendi. Bu, her gün yazılan çizilen bir pozisyon evrildi ve bu gerçekten bizi yoran bir iş. Biz zaten yola çıkmış durumdayız. Bakın, ben bu kadar cümleyi, bu kadar net kuruyorum ki bu sisteme karşıyız. Yeni bir demokratik düzeni kurma konusunda kararlıyız. Yeni, güçlü, demokratik bir halkçılık, dayanışmacı bir ülke, kapsayıcı, kutuplaştırmayan bir toplum var etme duygusu, sıçrayarak kalkınan bir ülke, her şehre, her beldeye vizyon koyabilen bir ülke var etmek istiyoruz. Bakın bu yolun yol arkadaşı olmak, yolcusu olmak, öncüsü olmak, her konumda mücadele eden birisiyim ben. Yeni değil bu. Hem de 2023 seçimlerini kaybettiğimiz günün bir gün sonrasında bir hedef ortaya koyan birisiyim. Bu bağlamda bunun bir adaylıkla tarif edilecek bir pozisyonu yok. Günü geldiğinde adaylara da milletimiz karar verecek. Yani, bir kısım elitlerin ya da birkaç kişinin yön vereceği ya da şekil vereceği bir biçim değildir. Kaldı ki benim sonuçta bir partim var. Partimin alacağı karar var. Onun karar mekanizmaları var, bunlar işleyecek. Cumhurbaşkanına da millet karar verecek. Bu alanda biz bu yolun doğru bir doğrultuda çizilmesi gayreti içerisinde olan bir anlayışa sahibim. Ve bunu da sonuna kadar temsil edeceğim.
"BU İŞİN SAĞ AÇIĞI, SOL AÇIĞI OLMAZ"
- Sayın Başkan, Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda CHP Lideri Sayın Özgür Özel, Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunu anlatırken şöyle bir tanım yaptı; “Sol açıkta Ekrem İmamoğlu sağ açıkta Mansur Yavaş var”. Sizin de çok eski bir Anavatan Partisi'nden gelen bir sağ yanınız var ama Mansur Bey sağ kesimi, siz sol kesimi mi temsil ediyorsunuz. Ve biriniz Cumhurbaşkanı, biriniz cumhurbaşkanı yardımcısı olsanız böyle bir formüle nasıl bakarsınız?
İnanın, şu anda tam da bu kesitiyle, tam da bu boyutuyla gündemimizde olmayan bir kavram. Yani az önce verdiğim cevabın aslında bir parçası gibi alınız lütfen cevabımın o bölümünü. Ama şunu ilave etmek isterim sorunuza. Ben Mansur Bey'in başarısıyla gurur duyarım, onun beğenilmesiyle onur duyarım. Ve bizim belediye başkanlarımızla olan diyaloğumuz, irtibatımız, dayanışmamız 2019’un ilk aylarından itibaren başlamıştır. Bu bağlamda sanki bu bir yarışmış veya bir şeymiş gibi algılanmasına çok üzülüyorum, böyle bir durumumuz yok. Bir başka konu, ben bu mevki işine hiç sıcak değilim, daha doğrusu pozisyon meselesine. Biz takım arkadaşıyız, yol arkadaşıyız. Bu işin sağ açığı, sol açığı olmaz. Yol arkadaşlığı müessesesi benim için önemlidir. Bunu ben genel başkanımla da paylaştım bu arada, yani paylaşmadığım bir duygu değil.
“SORUMLULUK İKTİDARDA, SAĞLIK KURULUŞLARINDA”
- Son dönemde yaşanan toplumsal travmalara CHP'nin geç cevap verdiği ya da yeterli tepkiyi koymadığı yönünde eleştiriler var. Siz bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Halk birazcık daha sert bir tepki bekliyor anladığım kadarıyla…
Önce şunu söyleyeyim. Tabii yeterince cevap vermedik kısmına katılmıyorum. Yani sonuçta muhalefetin yapacağı şeyler bu tür kriz anlarında bellidir. Yani tepkisini koyar. Takip eder. (Yenidoğan Çetesi olayı) Kaldı ki Cumhuriyet Halk Partisi bir komisyon kurmuştur hızlıca. Hatta bu komisyon İstanbul'a geldi. Beni cumartesi aradılar. Dün hatta bu konudaki o sağlık tesislerinin olduğu yerlere gittiler. Mahallelilerin ve orada bulunan mağdur olmuş ailelerin bireyleriyle görüştüler. Sonuçta bu konu muhalefetin ortaya koyacağı tavır, tepki, öneri, uyarı ve bugüne kadar ihmallerin olan ihmallerin ortaya çıkarılmasına dönük araştırmaların ötesinde bir durum değil ama sorumluluk kimde derseniz sorumluluk iktidarda. Yani sonuçta sağlık kuruluşlarından sorumlu kurumlar belli. İl sağlık müdürlüğü, sağlık bakanlığı veya başka bakanlıkların ilgili olduğu alanlar. Tabii ki işin içine artık soruşturmalar, savcılıklar yani dolayısıyla Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı gibi bakanlıklar girecek. Biz artık onları takip ediyoruz. Yani muhtemeldir ki bu sorunun en üst seviyede cevabı orada bulunmalıdır. Göçün büyük yükü var. Ankara'yla ilgili diyaloğa geçmeden şunu söyleyeyim. Yani İstanbul şu anda 20 milyona yakın insana hizmet ediyor. Çok net. Yani 16 milyon diyoruz ama 1 milyonun üzerinde üniversite öğrencisi olan bir kentiz. Bunun neredeyse yüzde 40-50’si şehir dışından geliyor. Yanı sıra oturma izni olan ve çalışma izni olan yabancılar var vesaire. Bunları üst üste koyduğunuzda 20 milyona yakın insan.
“AVUÇLARIM PATLARCASINA ALKIŞLARIM”
- Son haftalarda çözüm süreci, yeni bir açılım süreci, sıkça konuşulmaya başlandı. Sizce bunun önünde, arkasında, altında, üstünde ne var? İkincisi de hepsi günü geldiğinde diyorsunuz ama adaylık sürecinizle ilgili. Aday olursanız, kazanırsanız parlamenter sisteme geçiş konusunda kafanızdaki takvim ne olur?
Evet şimdi tabii çözüm süreci denilmesi istenmiyor şeklinde, böyle iktidara yakın kesimlerin bazı söylemlerini işte yeni bir isim vesaire… Bakın Kürt meselesi memleketin önemli bir meselesidir. Ve. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına bu meseleyi taşımış olmak gerçekten bizim için sıkıntılı. Çoktan bunu çözmeliydik. Ve ne yazık ki olmadı. Ne yazık ki çözülemedi. Yani bir meclisteki el sıkışma üzerinden yorum yapılacak bir meselede değil bu. Tabii ki bir el sıkışma değerlidir. Bir el sıkışmayı alkışlamak yerine bugüne kadar niçin el sıkışılma diye eleştirmek daha doğru olur diye düşünüyorum. Aralara mesafeler, duvarlar koyacağız. Bir seçimde herkesi vatan haini ilan edeceğiz. Yani oy vermeyenlerin tamamı vatan haini. İşte her gün vatan haini propagandası yapan siyasilerin, yani topluma çıkamaması lazım. Ya bu kadar kötü söylemler ama ben meseleye şöyle bakıyorum. Türkler ve Kürtler ve diğer etnik kökenler bu milletin ayrılmaz birer parçasıdır. Bizim birliğimiz ve beraberliğimiz bütünlüğümüz sadece Türkiye'nin güvenliği değil bakın. Yakın coğrafyamızın güvenliği için de çok kıymetlidir. Ülkenin içinde bulundurduğu farklı etnik kökenlerin birliği ve beraberliği için bir düşman aramaya da gerek yoktur. Düşman arayarak, bir düşman bularak, birlik beraberliğe çağrı da olmaz. Birlik beraberliği engelleyen, birlik beraberliği öteleyen, birlik beraberliği zorlaştıran ne var ise bunun masaya yatırılması, birlikte konuşulması, işte meclis orada, milletin meclisi. Orası yetmez. Toplumsal zeminde, toplumsal düzeyde konuşulması, tartışılması, çözülmesi, hakkının hukukunun korunması ve bütün azınlık diye tariflenen vatandaşlarımıza özellikle gayrimüslim vatandaşlarımıza otobüsün üstünden seçildiğim akşam dahil, dönün mitinglerde konuşmalarıma bakın. Hiçbir vatandaşımızın kendine azınlık diye bir tarif etmesini ben kendime yakıştırmıyorum kardeşim. Benim azınlık diye bir vatandaşım olamaz. Bırakın Türkler, Kürtler, Çerkezler bunları saymayı. Beş bin on bin nüfuslu bir vatandaşım asil, ne demek azınlık? Asil vatandaş. Böyle bir tarifi ben reddediyorum dedim. Azınlık hakları. Böyle bir şey olmaz. Öyle bir hukukun üstünlüğü inşa edin, öyle bir hukuk devleti olmalıyız ki. O vatandaş gönülden, huzurla, güvenle bu memleketin bir parçası olacak. Bu kadar net. Eşit birey eşit vatandaş. Benim tek dileğim ve isteğim, bir an önce bu konuyla ilgili çözüm süreçlerinin, problemleri, tartışma süreçleri, en uygar, en medeni biçimde olgunlaşması, yürütülmesi. Buna ihtiyaç var. Ama bu bir seçim stratejisiyse, yani bu masaya bir pazarlık unsuru getireceklerse vallahi hiç getirmesinler. Zarar verirler. Yarın iyi oluşacak bir dönemin başlamasına yani zarar verirler. Bir pazarlık meselesi değil bu. Samimi konuşulma meselesi. Samimiyeti inşa etmenin de yöntemleri var. Bir sürü. Şu anda boşuna hapis yatanlar, işte efendime söyleyeyim hukuksuzluğa uğrayanlar. Belediyelere kayyum atamalar gibi birçok düzenleme, tak tak tak yapılır, görürüz bazı iyi niyetleri. Hızlıca bir hafta içinde, iki hafta içinde umarım yapılır. Güzel şeyleri alkışlamak o kadar keyiflidir ki. Yani avuçlarım patlarcasına alkışlarım yani. Hiç bakın ekonomi düzelsin. Avuçların patlarcasına alkışlarım. Niye? Biz kötü ekonomiden faydalanabilir miyiz ya? Böyle bir şey olur mu? İyi bir ekonomi süreci olursa, daha iyisini hedefleyen bir iktidar alternatifi oluruz. Meseleye böyle bakıyorum.
İkincisi parlamenter sistemi az önce söyledim. Yani tabii ki sonuçta bu sistemle beraber seçime gidildiğinde bu sistemle seçilecek kişi Cumhurbaşkanı. Ondan sonra bu adımların atılması tabii ki bir süreçtir. En hızlı olması elbette ki benim dileğimdir. Umarım o parlamento, doğru bir süreçte, iyi bir çoğunlukla ülkemizin demokratik ve hukukun üstünlüğü kavramlarıyla geleceğini hazırlayacaktır.
"DIŞ POLİTİKA KONUSUNDA EN KÖTÜ SÜRECİ YAŞADIĞIMIZ DURUM SURİYE SÜRECİDİR"
- Sayın Başkan hem dış borç bulma konusunda hem de bölgesindeki diğer etkinlik noktasında Türkiye çok ciddi şekilde etkisiz kalmış durumda. Bunlardan birisi de Suriye. İdlib ve Lübnan'da, İdlib bölgesinde ve Lübnan'dan bir göç söz konusu. Sayın Cumhurbaşkanı aynı şekilde yeniden bu göçe izin vereceğine ilişkin bir açıklama yaptı. Türkiye'nin etkisiz kalan dış politikasını ve iktidarın burada da kaybettiğini düşünüyor musunuz?
Suriye meselesiyle ilgili defalarca brifing aldım. İlk başladığı günden bu yana, hatta Suriye meselesinin brifinginin ilkini Beylikdüzü'nde aldığımı dün gibi hatırlıyorum. Ve aklıselim düşüncenin, adımların dışında öyle zikzaklar içeren bir süreç yaşandı ki. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dış politika konusunda belki de en kötü sürecini yaşattığı işlerden biri Suriye sürecidir. Yani tarifsiz, bütün ilkelerine, bütün duruşuna aykırı. Yani düşünsenize, işte komşuna Şam'da cuma namazı kılmayı hedef koyarak, gözdağı verme dili. Bu zikzaklar, bir sağa savrulduk, bir sola savrulduk ve bugün neredeyse on iki milyon civarında Suriyelinin de yurtlarından uzaklaştırılmasında, ne yazık ki sebep olan ülkelerden birisi durumuna geldik. Ve bunun da en büyük ızdırabını biz çekiyoruz. Ve bugün hala Batı bize diyor ki “sen sığınmacılarla aramızda bariyer ol. Hatta yetmez. Beğenmediğimiz bir kısım sığınmacıyı size geri yollayalım ve bunu alın.” Ve son Almanya ziyaretinde de bu pazarlığın net olarak ortaya konduğu ve buna da olumlu cevap verildiği söyleniyor. Şimdi ben ki daha yeni Strazburg'ta ve yaptığımız diğer toplantılarda, yine en son Meksika'da buna dair söylediğim net şudur. Hiçbir ülke bu işin tek başına yükünü çeker hale getirilmemelidir. Türkiye bu konuda kurban edilmeye çalışılıyor. Biz Avrupa'nın bariyer ülkesi olamayız. Ve olmamalıyız. Bu meselenin yerinde çözümüne dair süreçlerin en etkin bir şekilde ve de özellikle Avrupa'nın etkili bir biçimde devrede olması şarttır. Böylesi bir anlayışla göçü durduracağınızı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Böylesi bir durumda, sadece bir süre orada birikmesini seyredersiniz ama bir süre sonra bu patlar ve bunun büyük bir yükü yine bütün dünyaya, bütün o bundan korunmak isteyen ülkelere dağılır, yayılır diye anlattım. Ve tam orada duruyorum hala. Birincisi Suriye, Türkiye tarihinin kara lekesi diyeceğimiz bir dış politika sürecidir. Suriye politikaları. Tekrar bu insanların, o ülkelerinde yaşam sürebilmeleri için en üst seviyede uluslararası diplomasiyi yönetecek düzeyde olmamız gerekir. Kaldı ki az önce de ifade ettim, biz artık o bölgede olan gelişmelerde masaya dahi oturamıyoruz.
- Siz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeniden adaylığına nasıl bakıyorsunuz? Aday olsanız da olmasanız da sonuçta Cumhuriyet Halk Partisi'nin adayına destek vereceksiniz. Erdoğan'ı görmek ister misiniz diğer aday olarak. Bu ve erken seçim talebiniz var mı?
Bir dahaki genel seçimden sonra Sayın Erdoğan'ı cumhurbaşkanı olarak görmek istemem. Ama ondan önce nerede olacağı beni ilgilendirmiyor. Ama elbette hukukun işlemesi, yani hukukun önde olması şarttır. Hukuki koşullarla beraber, meşru bir düzenle, meşru bir sistemle adaylıkların oluşması gereklidir. Bu bağlamda, günü geldiği noktada, hukuka dair bir engeli olmadığı yerde herkesin aday olması hak olacağı gibi Sayın Erdoğan'ın da aday olması haktır. Buna ben yorum yapmayı doğru da bulmam.
Erken seçim meselesi de, yani siyasi partiler tarafından körüklenen ya da böyle her gün gündeme atılan bir mesele değil de, halkın nabzının bunu belirlemesini daha değerli ve güçlü buluyorum. Bu manada partilerin, yani bir muhalif partinin, direkt bunu her gün “erken seçim, erken seçim” demesi yerine, yani ben Cumhuriyet Halk Partili olarak benim partimin her gün ülkenin sorunlarına çözüm önerileri anlatan bir parti olmasını daha değerli bulurum. Zaten öylesi bir tavır ve anlayış ki, şu an partimizin yoğun bir program çalışması süreci söz konusu. Önümüzdeki ilkbahar sonlarına doğru bitecek.
“YARGISAL TACİZE UĞRADIĞIMI DÜŞÜNÜYORUM”
- Sayın Başkan; zaman zaman sizin çevrenize atıf yapılan bir konu var. Hakkınızda devam eden davanın olumsuz bir şekilde sonuçlanmasının önüne geçmek için sizin CHP Genel Başkanlığı’na gelmeniz. Eğer böyle bir şey yapılırsa sizin hakkınızdaki davanın olumsuz neticelendirilemeyeceğine dair bir takım görüşler dile getiriliyor. Bununla ilgili sizin görüşünüz nedir?
Ben öyle bir fırsatçı insan değilim. Yani böyle bir gündemin bir parçası olmam. Olmadım da… Partimin genel başkanı var. Gerçekten böyle bir sıradan dava bile denmeyecek bir meselenin işte kurtuluşu partiye, genel başkanı ol vesaire… Ben görevimin başındayım ve İstanbul'a hizmet ediyorum. Böylesi bir kavramla değil ama bir süreç gelişir, oluşur ya da dönemimin sonu olur, başka bir vesile olur. Oluşana kadar da İstanbul'a hizmet etmeyi çok önemli buluyorum ve başarılı olmayı istiyorum. Öyle bir gündemim yok. Bir ülkede yargının işlemesi için böyle bir bahanenin konuşulmasını bile çok garipsiyorum açıkçası. Bunu ben de çok dinliyorum. Bana da anlatılıyor. Aynı size bu şu an söylediğim duygumu onlara da ifade ediyorum.
- Biraz önce ahmak davasından söz ederken bir yargısal tacize uğradığınızı ifade ettiniz. Buna karşı hukuki ve siyasi anlamda ne yapıyorsunuz veya yapacaksınız? İkincisi; Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışması konusunda Sayın Özel'le farklı düşündüğünüz anlaşılıyor. Sağ sol açık yeriniz. Siz takım arkadaşlığımdan söz ettiniz. Sayın Özel'in bu süreci doğru yürüttüğünü düşünüyor musunuz? Bir de; bu tüzük kurultayında Sayın Yavaş'la yaşanan söz verme tartışması veya polemiği diyelim. Sayın Yavaş'la bir görüşme planlıyor musunuz?
Bir kere hani bu bir eleştiri boyutuyla ele almamak lazım ama hani sempatik bir eleştiri olarak da alabilirsiniz yani… O sağ açık, sol açık ben takım arkadaşı derken gerçekten böyle bir kıyaslamayı da doğru bulmuyorum. Mansur Bey, şahsına münhasır birisi. Ben kendi kişiliği ve duruşu olan başka birisiyim. Böyle bir şeye ihtiyacımız yok. Bizim belediye başkanlarıyla rekabetimiz sadece başarı rekabetidir. Bunu birbirimizi yaralayan bir rekabete asla dönüştürmeyiz. Kaldı ki tüzük meselesinde ben hani tabii o meseleyle ilgili hiçbir kavramı üzerime alınmıyorum. Çünkü kurultaya neredeyse üç gün, dört gün kala arayıp konuşma yapmak istediğimi genel sekretere belirtmiş birisiyim. Hatta hangi içerikte konuşma yapacağımı da belirtmiş birisiyim. Hem belediyelere, yerel yönetime dönük TBB Başkanı olarak hem de dava sürecime dönük konuşacağımı dile getirmiş birisiyim. Ve bunun gününü bir gün kala konuşmuş, cuma günü diye... Sonra cuma yetişemeyeceği konusunda uyarı alıp, cumartesi… Yani cuma günü biz onu konuşup, geçebilirdi de bu mesele yani... Cumartesiye kaymış bir mesele garip bir yere evrildi. Oraya dönüp tartışmam ve Mansur Bey olarak diyaloğumu da inanın burada tartışmam, tartışmak istemem. Hani genel başkanımızın o tarifine dönük sempatik eleştirimi kendisine de yaptım. Yargısal taciz meselesi; zaten var yani. Daha ilk derece mahkemeden beri hala var. Bu kadar dedikodu gezer mi? Benim kulağıma gelmeyen, gelen Adalet Bakanı'nın kulağına gitmiyor mu yani? Duymuyorlar mı bunları? Ben görmedim, ben duymadım, ben bilmiyorum oynamak olur mu yani Allah aşkına? E tacize uğruyoruz tabii yani. Bizi köşeye sıkıştırarak buradan nasıl bir siyasi menfaat elde edilebilir? Ha yargıyı silah olarak kullanıp, adayı belirleme konusunda çaba göstermenin bu millette karşılığı olmadığını en iyi bilmesi gereken partiden bahsediyoruz yani. Sayın Cumhurbaşkanı bunun bir örneği... Bunun neresinde duruyorlar? Bu taciz. Bundan faydalanma şansları da yok. Hangi akılla bunu sürdürüyorlar anlamakta güçlük çekiyorum. Milletin büyük oranda bana söylediğini ifade edeyim yani. Güçlü rakip olma potansiyeli olan bir kişiden korkuyorlar ve ona göre tedbir alma yöntemi de böyle buluyorlar. E bu nasıl akıl? Bu millet mağdur edilenin yanında olduğunun ve bunun en güçlü cevabını da 23 Haziran 2019’da verdiğini daha dün yaşadınız. O bakımdan umarım bu yanlıştan dönerler.
- (Karar Gazetesi Ankara Temsilcisi Yusuf Ziya Cömert) Bizim gazeteyi ziyaretinizde kendinizi merkezde gördüğünüzü, partinizi de merkezde gördüğünüzü söylemiştiniz. Bu tabii epeyce yankı da yaptı. Fakat biraz sanki bu tarife ihtiyacı var. Yani hem neden böyle? Hem de bu merkez dediğiniz şey nasıl bir şeydir? Bir de yanımdaki Orhan beyin düşüncesi, CHP'de Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu'ndan başka cumhurbaşkanı adaylığı potansiyeli taşıyan kimse yok mu?
Evet. Belki Orhan Bey'in öyle bir arayışı varsa o kendisi bulsa, sorunun cevabını daha doğru olur. Bu en azından benim öyle bir gündemim yok. Yani öyle bir pozisyonlamayı zaten hadsizlik olarak görürüm. Kendi adıma bunu siz konuşabilirsiniz ama benim böyle bir şey yapmam ne kişiliğime uygun. Kesinlikle kendimi merkezde görüyorum. Bu ülkenin kapsayıcılığına dönük insanlarına hitap etmek meselesinden yola çıkarak ve bu ülkenin değerleri, bu ülkenin o karma ve zenginlik diye tariflediğimiz kültürel ve etnik yapısı her yönüyle merkezde duran bir anlayışın bu şöyle bir şey değil yani bir merkez sağ merkez sol kavramı değil. Gerçekten daha farklı bir merkezden sadece ideolojik bir merkez olmaktan da bahsetmiyorum aslında. Yönetsel bir merkezci anlayıştan bakışı öyle kurgulayan ve gerçekten merkezden meseleye bakıp herkesi eşit bir mesafede görebilen bir anlayıştan. Ben İstanbul'da her kesimi, her vatandaş kesitini anlama, buluşma, izleme, çözüm bulma ama muhafazakar ama milliyetçi ama seküler ama işte Kürt vatandaşımız ama Ermeni vatandaşımız veya Roman vatandaşımız veya yoksulu veya zengini yani herkesin hakkını hukukunu koruyan, toplumu eşitleyen ve insanlara fırsat sunarken partizanlık yapmamayı, bütün bu kavramları merkezde duruş olarak kavramın içine koyabilirim. Şu anda eksik bıraktığım tarafı da mümkündür. Yani ekonomiye, sermayeye, emeğe, bakış açısından da merkezde dururum yani emekte hakkını veren, hakkını koruyan ama sermayeye de saygı duyan ve ona ahlaklı bir biçimde iş yapabilmesine fırsat tanıyan, kolaylık tanıyan ama bundan da kamuyu en yüksek şekilde faydalandıran birçok yorumla zenginleştirebilirim. Ben bütün bu duygumla merkezde durduğumu düşünüyorum. Bir de bir insanın hayat yani kesiti, yaşamı da bunu tarifler. Ben öyle birisi olarak da büyüdüm açıkçası. Siyasal anlamda da ideolojik anlamda da farklı görüşlerin bir arada olduğu bir aile yapısında büyüdüm. Yani her kesimle bağım var ve her kesim bir masada konuşabilir durumdayım. Bunu da büyük bir zenginlik olarak görüyorum kendime. Bunu en yüksek seviyede taşıma gayreti içerisindeyim. Tamamıyla az önce söylediğim gibi hukuku önde tutarak, eşitliği yönde tutarak ve hiçbir bölüme ya da kesite ya da kesime ayrımcılık yapmadan bu merkezde durmayı tariflemeyi doğru buluyorum. Ve Türkiye'nin de böylesi duruşa bakışa, önümüzdeki süreçte geçtiğimiz Cumhuriyetin geçtiğimiz yüzyılından bu yüzyıla aktarılan sorunların çözümünden tutun da atılımı gerçekleştirebilecek, sıçramayı gerçekleştirebilecek çocukları ve gençleri. Ben bunu İstanbul'da da başardığımızı görüyorum. Ben dört defa seçim kazandım. Dördü de neredeyse yüzde ellinin üzerinde kazandım yani.
“İSTİNAF MAHKEMESİ’NDE ADALETE OLAN İNANCIMI KORUMAK İSTİYORUM”
- 29 Mayıs'ta değişim diye başlattığınızda o değişim birkaç gün sonra bir yılı tamamlayacak o değişim parti içerisinde karşılanabiliyor mu? Sayın Özgür Özel’in de Güneydoğu gezisi ve Demirtaş ziyareti var. Çünkü erken seçim yerine sorunların çözümüne yönelik şeyleri başa çıkarmak gerektiğini söylediniz.
Sayın Genel Başkanımızın Doğu Güneydoğu gezisi uzun zamandır tasarlayıp ancak gerçekleştir bir süreç. Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda çok 360 derece meseleleri analiz etme sürecini şu anda yaşıyor ve yaşatıyor. Bu bağlamda hem bugünkü ziyaretini önemsiyorum değerli bir ziyaret hem de Doğu, Güneydoğu gezisinde mevcut iktidarın ya da ittifakın atmak istediği adımın etkisini bölgede ölçmek veya nabız tutmak aslında da ziyaretini değerli buluyorum. Ama hani burada şu anda iktidar olan bir yapı ya da bir ittifak bir süreç tarifleme arifesinde. Yani burada onların hamlelerini görmek, beklemek, anlamak daha değerlidir diye düşünüyorum. Az önce duyduğumuz kaygılar yani bir pazarlık meselesi mi? Buradan başka bir yere yürüme mi? Sadece 2-3 yıl sonraki seçimi kurtarma meselesi mi? Yoksa bu ülkenin artık yüzyıllar boyu bu sorunu çözecek bir altyapıyı kurarak, çünkü bir sorunu, Kürt sorununun çözümü birkaç yıla sığacak bir mesele de olmaz. Bütün bu fikirlerimi de genel başkanımızla da paylaştığımı bilmenizi isterim. Biz bu kadar açık bir ilişki yürütüyoruz. Ne biliyorsak, ne yaşıyorsak, toplumda neyi hissediyorsak, Genel Başkanımıza aktaracak bir köprüye sahibiz. 29 Mayıs sabahı söylediğim cümleyle başlayan bir sürecin hem parti içi sürecinde ahlaki bir dönemle yani birbirine saygı duyan bir dönemle sonuçlanması hem ardından yerel seçimlerde başarı elde edip birinci parti olması… Bunların hepsi çok çok kıymetli. Ve bugün geldiğimiz noktada istediğimiz noktada mıyız? Tabii ki eksiklerimiz var ama güzel olan şu biz eksiklerimizi konuşuyoruz. Yani daha dün bile konuştuk. Haftada bazen iki kez konuşuyoruz. Benim şahsen tespit ettiğim ya da ekibimizin tespit ettiği ne varsa bunları anında genel merkezle paylaşan mekanizmalarımız var. Benim bizzat Genel Başkanla konuşmak ve paylaşma konusunda hiçbir engelim hiçbir sınırım yok. Kaldı ki benzer bir durumu bana yaşatan bir Genel Başkanımız var. O muazzam bir fırsat alanı doğuruyor bize. Eksiklerimizi de birebir çok açık konuşabiliyoruz. Az önce bir soruda eksik bırakmıştım. İstinaf mahkemesiyle ilgili CHP hangi adımlar atıyor. Biraz buradan da oraya gireyim. Bu konuda da özel kurullar oluşturuldu. Çalışılıyor. Benim burada etkin bir rol almam doğru da değil. Ama istinaf kararından önce neler yapılmalı? Kamuoyu bilgilendirilmesi bunu örgütlere, bütün Türkiye'ye yayılması konusunda ve sivil toplumun bu konuda etkili bir şekilde bilgilendirilmesi hususunda adımlar atıyoruz. Atılıyor. Bu Genel Başkanın önderliğinde yapılıyor. Genel merkezde kurduğu bir yapı ve İstanbul İl Başkanımızın ve oradaki bir kısım heyetin destek sunduğu bir yapı. Bu bağlamdaki dayanışmamız ve çalışmalarımız en üst seviyede. Bir yandan parti programına çalışılıyor.