'Aklın İçindeki İlhamlar' kitabının yazarı İlhami Güler "1950’lerden sonra demokrasiye geçişle birlikte muhafazakâr partiler iktidara gelmeye başladı ve katı laiklik ilkesi, yavaşça gevşetildi. Bu sürede darbe ve muhtıralarla mevcut rejime ayarlar yapıldı. 2000’lerden sonra iktidara gelen AK Parti, bu ilkeyi iyice gevşetti" diyor.
Kabile ve boy/klan, aynı dili konuşan ve akraba-sülalelerden oluşan, insanlığın birlikte yaşamasının ilk sosyolojik topluluklarıdır. Allah’ın bir takdiridir(49/13). Tekâmül ederek yerleşik hayata geçtikten ve şehirler kurmaya başladıktan sonra “Ümmet” denilen, maslahata dayalı çok dilli, çok dinli, çok etnisiteli toplumlar oluşmuştur. “Millet” kavramı ise, dinsel-teolojik literatürde aynı dini paylaşan topluluğa verilen isimdir. “İbrahim milleti” gibi. Aynı dili konuşan birden çok kabile olduğu gibi; birden çok dili konuşan ümmet/toplumlar da oluşmuştur. İmparatorluklar, birden çok etnisite, dil ve dinden oluşmuş toplumlardı. Ulus Devletler, Milliyetçilik-Irkçılık ideolojisi ile İmparatorluk yapılarının yerini aldı. Burjuva sınıfının ait olduğu etnisitenin dili resmi dil olarak kabul edilerek, egemen olunan topraklardaki diğer etnisiteler ve diller asimile edilmeye çalışıldı. İmparatorlukların kimlik teknolojileri daha özgürlükçü iken; Ulus Devletinki çok daha tek tipçi, zorlayıcı/zorba, torna-tesviyeci olmuştur. "Nation" denen kavram, zorla oluşturulmuş bir "Hayali Cemaat"tır. İkinci Dünya savaşından sonra Batıda gelişen demokrasi, hukuk devleti, laiklik, insan hakları, Anayasal vatandaşlık ve kuvvetler ayrılığı gibi kurumlar ve kavramlar, durumu biraz düzeltmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı imparatorluğu yıkıldıktan, tasfiye edildikten sonra bir Ulus Devlet olarak kuruldu. Kurucu unsuru Türklerdi, nüfusu ise, İmparatorluk bakiyesi olarak Anadolu’da bulunan, Balkanlardan ve Kafkaslardan muhacir olarak gelen Müslüman halklardan/ahaliden oluşuyordu. Gayri müslim nüfus, azınlıktaydı. Devletin resmi dili Türkçe; dini ise İslam’dı. Laiklik ilkesinin benimsenmesi ile İslam, resmi din olmaktan çıkarıldı. Yapılan devrimlerin katı seküler içeriği, muhafazakâr/dindar halk kesimlerinde bir içerleme ve uçuklama yarattı. 1924-1950 arası Tek Parti yönetimi idi. 1950’lerden sonra demokrasiye geçişle birlikte muhafazakâr partiler iktidara gelmeye başladı ve katı laiklik ilkesi, yavaşça gevşetildi. Bu sürede darbe ve muhtıralarla mevcut rejime ayarlar yapıldı. 2000’lerden sonra iktidara gelen AK Parti, bu ilkeyi iyice gevşetti. Böylece toplumda laik/seküler, Batıcı-çağdaş toplum kesimleri ile muhafazakâr/dindar kesim arasında kültürel/ideolojik-politik bir bölünme, biz-öteki, bizim mahalle (AKP) ve karşı mahalle (CHP) oluştu. Bugünkü Türkiye’nin en büyük siyasi, kültürel-ideolojik kabileleri bunlardır.
"Kabilecilik", insanlığın tekâmülü, medenileşmesi, incelmesi, toleransı/hoşgörüsü için aşması gereken dar ufukluluk, dogmatiklik, küçük hesaplılık, zümresel çıkarcılık gibi hususiyetleri ifade eder. İbn Haldun’un bahsetmiş olduğu sebep/gerekçe asabiyeti(dayanışma, koruma, ihtimam) yerine; nesep(sıhriyet-akrabalık) asabiyetine dayanır. “Biz ve Öteki”, “Dost ve Düşman” oluşturmanın kriterleri olarak "Adalet/Hakkaniyet-Zulüm" yerine etnisite, dil, ırk, din, mezhep ve çıkarı koymaktır.
Türkiye’nin ikinci kabileleşmesi etnisite/dil üzerinden oluştu. Özellikle 1980 ihtilalinden sonra MHP (muhafazakâr) ve Vatan Partisi (Seküler) Türk Milliyetçiliğini savunurken; HDP ve illegal terör uzantısı PKK, Kürt Milliyetçiliğini savunmaktadır. Türkiye’nin ikinci kabilevî bölünmesi budur. Etnik köken/dil/ırk vurgusu yerine “Vatanperverlik/Vatanseverlik-Yurt severlik” vurgusu, Türkiye gibi coğrafyalarda daha medeni bir tutum olabilir.
Cemaatler ve Tarikatlar, Türkiye’de din/mezhep üzerinden bir kabilecilik yaratmaktadırlar. Fetö, İsmail Ağa, Erenköy Cemaati, Menzil, Süleymancılar, Işıkçılar, Nurcular… Ak Parti içinde ve bürokraside özel “biz”ler oluşturmaktadırlar. Din soslu/söylemli holdingler ve çıkar örgütlenmelerine dönüşmüş durumdalar. Mezhepler, Tarikatlar ve Cemaatler, İslam’ın her bir fert için önerdiği aklını başına toplayıp, kendi ayakları üzerinde durabilen şahsiyetlerden oluşan bir cemiyet/toplum yaratma davasını(6/94, 19/80, 33/72) yok ederek; kabile-klan, sürü, taklit, dogma oluşturdular. Üçüncü kabilevî bölünme budur.
Türkiye’nin ekonomik koşullarının zayıflığı ve Pandemi’nin yaratmış olduğu ekonomik zorluklar, merkezi iktidarda olan Ak Partiyi ve Büyükşehir belediyelerinde iktidarda olan CHP’yi politik hizmet kurumu olmanın yanında hatta ötesinde birer “ekonomik çıkar ve dayanışma, iş ve işçi bulma kurumlarına” dönüştürmüş durumda. Kamuda (bürokrasi-memuriyet) görev almanın evrensel kriteri olan ehliyet ve liyakat, tamamen yok olmuş durumda. "Partili" veya Tarikat-Cemaat mensubu olmayan vatandaşlarımız, iş bulamamaktadırlar. Dördüncü kabilevi bölünme budur.
Yoğun göçle oluşan metropollerdeki "hemşehri" dayanışmaları, pek de masum olmayan mafyöz kabile yapılarına dönüşebilmektedir. Hemşehirlilik/Hemşerilik, metrepollerde akraba ilişkilerine benzer bir dayanışma, hamiyet ve paylaşma olarak sonderece insani bir husustur. Ancak kamudan/devletten haksız yere menfaat devşirmenin bir aracına dönüştürülüyorsa, bunun masumiyeti yoktur. Bu da beşinci kabileciliktir.
Ak Partiye katılmayan Saadet Partisi, Ak Partiden ayrılan Gelecek Partisi ve Deva partisi, MHP den ayrılan İyi Parti, politik söylem olarak bu kabileciliğe karşı Türkiye halkının birliğini ve bütünlüğünü savunma amacında olduklarını ifade etmektedirler.
Avrupa ve Amerika, uzun süren din savaşları, milliyetçilik savaşları, sınıf-çıkar savaşları sonrasında menfaatin altın kuralı olan “Sana yapılmasını istemediğin şeyi, ötekine yapma” veya “Ayağıma basma; ayağına basmayayım” ilkesini keşfetti. Bunun üzerinden bir Kamu Hukuku ve kurumlar yaratarak kendi kabileciliğini sona erdirdi. Bugün bu ülkelerde görülen iç barışın ve toplumsal birliğin temelinde yatan Anayasal eşit vatandaşlık kavramıdır. Avrupa’da ve Amerika’da Hukuk, toplumsal güvenin ve düzenin kaynağıdır. Şeffaflık, denetim ve cezalandırma, eşit vatandaş oluşturmanın temel aparatlarıdır. Bu hukuki güvenin arkasında uzun süren bir de “Kültürel Kamusallık” yaratılmıştır. Rönesans, Reform, Aydınlanma süreçleri, bunu ifade eder. Politik barışın, hukuki güvenin-düzenin arkasında uzun sürede yaratılmış kültürel bir homojenlik yatmaktadır. Dış politikada ABD ve AB’nin ahlaktan-hukuktan kopuk Makyavelizmini ve pragmatizmini her sorunda görmek mümkündür. Pandemi günlerinde bunun değişik örneklerini defaatle gördük.
İster seküler "Vatandaşlık" kavramı alınsın, isterse Medine Vesikasındaki "Ümmet" kavramı alınsın, bugün mevcut Ulus Devlet/Ülke sınırları içinde medeni bir toplum oluşturmanın yolu, dinsel ve etnik kimlikleri bireysel-kültürel zeminde tutup, ortak menfaat-maslahat, güven, düzen, hakkaniyet, adalet ilkeleri ışığında bir toplum sözleşmesi oluşturmaktır. Emevi imparatorluğunun, Arap-"mevali(Arap olmayan)" ayrımını dışarda tutarsak; diğer İslam imparatorlukları, “maksidu’ş-Şeria(mal/mülkiyet, can, onur, din ve düşünce özgürlüğü)” yı korumayı başarmışlardır. Millet Sistemi”, medenilik açısından bugün yaşadığımız kabilecilikler açısından fersah fersah ileride idi. Kabilecilik mantığını sürdürmek ilkellik, nâdanlık ve kabalıktır. İçgüdülerin, taklidin, dogmanın, zümresel çıkarın peşinde koşmak “insanlık” değildir. Matah bir şey değildir.