Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer “Toplu sözleşme sürecini hükümetin ekonomi-politikasındaki tercihlerini görmek açısından ele almak durumundayız” diyor.
ABDÜLBAKİ DEĞER
2022-2023 yıllarını kapsayan 6. Dönem Toplu Sözleşme görüşmeleri bu ayın başında başlamıştı. Hükümetin geçen gün zam teklifini açıklamasıyla toplu sözleşmenin seyrine ilişkin fotoğraf da netleşmeye başladı.
Hükümet 6 milyonun üzerindeki memur ve memur emeklisi için zam teklifini altı aylık dönemler halinde 2022 için yüzde 6+5, 2023 için ise yüzde 6+6 ve enflasyon farkı olarak açıkladı. Açıklanan rakamları mevcut sendikal yapılanmamızı ve hükümetle kurulan ilişkiyi dikkate alarak değerlendirdiğimizde bizi ne tür bir sevimsiz gerçeğin beklediğini tahmin edebiliyoruz.
Bundan önceki toplu sözleşme sürecini değerlendirirken gidişatın Romen yazar Panait Istrati’nin Sovyetler Birliği’nde yaşadığı deneyimi çağrıştırdığını dile getirmiştim. 1920’li yılların sonlarında, Sovyetler Birliği’ni ziyaret ederken düşmanlara karşı şiddetin gerekli olduğuna onu ikna etmeye çalışan bir Sovyet savunucusu şu atasözünü hatırlatmıştı
Panait Istrati’ye: ‘Yumurta kırmadan omlet yapamazsın.’ Buna Istrati veciz bir şekilde şöyle cevap vermişti: ‘Peki. Kırılmış yumurtaları görebiliyorum. Ama sizin şu omlet nerede?’ Bir önceki toplu sözleşme koşullarına göre bugün telaffuz edilen rakamlar çok daha belirgin şekilde “omlet”in muhal olduğunu göstermiştir. Kamu çalışanları ve emeklileri için açıklanan rakamlar herhangi bir kazancın söz konusu olmayacağını bu aşamadan sonra mevzuyu kayıpların ne kadar olacağının oluşturacağı açıktır. Neden?
Nedenine geçmeden bir hususun altını çizmekte fayda görüyorum. Türkiye’de maalesef bu tarz zam görüşmelerine veya pazarlıklarına kanaatkâr olmama, maddiyatı önemseme ve önceleme gibi son derece yanlış ve çarpık bir algı da eşlik ediyor. Hal böyle olunca meseleyi yerli yerine koymak da müşkül bir hal alıyor. Ücret meselesi sadece ne kadar aldığımızla veya ne kadar tüketebildiğimizle sınırlandırılabilecek bir mesele değil.
Özellikle günümüz dünyasında çalışma ve çalışma karşılığında edinilen ücret belirli standartlarda bir hayatı beraberinde taşıdığı için sosyal, siyasal, kültürel, psikolojik vs. gibi tüm hayatımızı doğrudan etkileyen ve belirli bir yön doğrultusunda tayin eden yapısal bir müdahale anlamını taşıyor.
Ülkemizde neredeyse temel ücret formuna dönüşmüş durumda olan asgari ücretin ve gittikçe bu ücretle arasındaki mesafe aşağıda kapanan kamu çalışanlarının ve emeklilerinin ücretleri dikkate alındığında sağladığı opsiyonlar itibariyle ne tür kısır koşullara mahkumiyet taşıdığını ayrıca belirtmeye gerek yok.
Ülkemizdeki tüm ücretlerin kahir ekseriyetinin yoksulluk sınırının belirgin şekilde altında olduğu hatta neredeyse açlık sınırında olduğu veya ona çok yakın olduğu dikkate alınırsa çalışanlarımızın yaşam kalitesinin ne olduğunu hem de uygulanan ekonomi-politiğin nasıl sınıfsal bir ayrışmayı derinleştirdiğini de görebiliriz.
Dolayısıyla çalışanlara takdir edilen ücretin savunusu yapılırken aşağı konumda olanların durumlarının gösterilip yatay eksende bir gerilimin körüklenmesi, çalışanların birbirine karşı kışkırtılması üzerinden değil insanları kula kul etmeyecek, namerde muhtaç etmeyecek hak ve adalet temelinde işleyecek ekonomi-politikle olmalıdır. Mücadele ve mücadelenin perspektifi bu olmalıdır.
Bu notu düştükten sonra gelen teklif üzerinden somut durumumuza açık bir şekilde bakalım. Açıkçası kamu çalışanları ve emeklilerinin aşağılanması anlamına gelen teklifin zam olmadığının altını çizelim. Resmi enflasyonun yüzde 18.95, Enflasyon Araştırma Grubu (Enag Grup) verilerine göre reel enflasyonun yüzde 45.40 olduğu bir ortamda, 2022 yılı için verilen yüzde 6+5’lik teklif zam değil maaşlarda indirime gitmektir.
Gerçek anlamda bir zamdan bahsedebilmek için geçmiş dönemdeki kayıp ve erimelerin telafisi amacıyla seyyanen yapılacak bir artışın ardından enflasyon oranı + refah payı verilmesi gerekir. Böyle bakıldığı takdirde memurun yıllardır zam almadığı, sadece TÜİK’in açıkladığı gerçekliği şaibeli ve şüpheli rakamlar üzerinden enflasyon farkı aldığı görülecektir.
Hâl böyle iken açıklanan rakamın uzağında bir rakamın karşımıza çıkmayacağını düşündürten diğer önemli husus ise devlet-toplum ilişkimizin ve bu ilişkinin niteliğinin çarpıcı bir göstergesi olan sendikal yapılarımız ve onların hükümetle ilişkisidir. Yetkili sendika olarak toplu sözleşme görüşmelerine hükümete yakınlığı ile maruf Memur-Sen ve hükümet ortağına yakınlığı ile maruf Kamu-Sen, siyasetteki Cumhur İttifakı’nın yansıması olarak ortaklaşarak katılıyorlar.
Yapısal anlamda sendika-parti ilişkisinin özerklikten yoksun oluşu sadece bizi gerçek anlamda sivil yapılardan ve katılım araçlarından yoksun bırakmıyor aynı zamanda sahte bir şekillenmeye sebebiyet vererek toplumsal hayatımızın niteliğine doğrudan etki eden kurumsal işleyişimizi de çürütüyor. Bu gerçeklikle birlikte yasal anlamda grev hakkını tanımaması nedeniyle en önemli baskı aracından yoksun olmayı üst üste koyduğumuzda toplu sözleşme sürecinin bir tür kamusal gösteriye dönüşmesi de çok zor olmuyor.
Tekrar rakamlara dönelim. Birkaç gün önce kamu işçilerinin sözleşmesini imzalayan Hükümet, işçiye 2021 yılı için yüzde 12+5 ve 500 TL seyyanen zam vermişti. Asgari ücrete ise sene başında yüzde 21.56 oranında zam yapılmıştı.
Memur ve memur emeklilerine 2022 yılı için teklif edilen yüzde 6+5 ve sıfır seyyanen zam hem oranı hem de diğer rakamlarla birlikte değerlendirildiğinde Hükümetin ücret politikasının yönü ve niteliği de görülmüş oluyor. Rakamlar çalışanların tabanda bir ücrette kümeleşeceğini ve popüler ifadeyle orta tabakanın alt tabakaya ekonomi-politik tercihlerle transfer edileceğini gösteriyor.
Ekonomi yönetimindeki yanlışlarla çakışan salgın süreci krizi iyice derinleştirdi. Çarşı pazar ateş pahası. Doğalgaz, akaryakıt, elektrik ve temel gıda ürünlerindeki artış devam ediyor. Sabit gelirlilerin maaşları enflasyon karşısında eridi, yaklaşık yüzde 50 oranında değer kaybetti.
Yüzde 45’i asgari ücretle geçinen memlekette memur maaşları da bu yönetsellik içinde birkaç yıla kalmaz asgari ücretle farkını eritecek gibi. Nitekim son üç yılda asgari ücrete sırayla yüzde 26, 26 ve 21.5 oranlarında zam yapılırken aynı dönemlerde memura yüzde 4+5, 4+4 ve 3+3 artış yapıldı.
Yukarıda da altı çizildiği üzere bu süreç asgari ücretin temel ücret olacağını göstergesi. Dolar bazında bakıldığında da bu durum net olarak görülecektir. Yeni başlayan sözleşmeli öğretmen 2013 yılında 1179 dolar kazanırken, bu kazanç 2015’te 808 dolara düştü. 2021 yılı itibariyle de ayda ancak 569 dolar kazanabiliyor.
Bütün bu veriler ışığında bakıldığında Hükümet’in kamu çalışanlarının çözüm bekleyen yüzlerce sorununu gündeme dahi getirme gereği duymadan yüzde 6+5 gibi bir teklif açıklaması maaşlarda indirim anlamına geliyor.
Doğrudan sosyo-ekonomik anlamda iradi bir tercihin yansıması olan bu teklif kötü ekonomi yönetiminin ve salgın sürecinin derinleştirdiği krizin faturası kamu çalışanlarına ve emeklilerine çıkartıyor.
Bu açıdan öncelikle teklif edilen oranların maddi karşılığının yanında ne tür mahkum edici bir yaşam formu taşıdığını fark etmemiz gerekiyor. Bu yaşam formu neyi tükettiğinizi içermiyor aynı zamanda ne tür bir çevre, ne tür bir ilişki, ne tür bir sosyal ve kültürel sermaye ve dolayısıyla kuşaklararası transfer edilen sınıfsal bir ayrışma ve eşitsizlik ile cendereye alınacağınızı da içeriyor.
O yüzden toplu sözleşme süreci yukarıda da belirttiğim gibi hükümetin ekonomi-politikasındaki tercihlerini görmek, devletin-toplumun işleyişini ve yarınlarımızın en önemli belirleyicisi hükmünde olan ilişkinin mahiyeti açısından ele almak durumundayız.
Ve şüphesiz mevcut STK’ların ve sendikal yapıların hükümetle-siyasetle girdikleri sınırları belirsiz ilişkinin ne tür maliyet oluşturduğunu özenle tartışmamız gerekiyor. Mesele son derece ciddidir ve adil ve özgür bir Türkiye’nin önemli sorun başlıklarından birisidir. Türkiye ancak kendi varlıklarını, özgünlüklerini, özerkliklerini, özgürlüklerini kıskançlıkla koruyacak, kendilerini bağımlı kılan iş, işleyiş ve ilişkilerden ihtimamla sakınacak bir ‘sivil toplum’ performansıyla belirli bir niteliğe kavuşabilir. Aksi taktirde bir uyum aparatı, bir uzantı hüviyetindeki yapılar eliyle enerjimizi boşa tüketmeye devam ediyor olacağız.