Görüşler

Normalin normu, Nietzsche veya ders saati kaç dakika olmalı?

Normalin normu, Nietzsche veya ders saati kaç dakika olmalı?

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, Diyarbakır’daki blok ders şikayeti sonrası Kamu Denetçiliği Kurumu’nun verdiği tavsiye kararı üzerinden değerlendirmelerde bulunuyor.

Basına yansıyan habere göre Diyarbakır’da çocuğu lisede öğrenim gören bir veli, 80 dakika blok ders uygulamasının öğrencileri olumsuz etkilediği gerekçesiyle Kamu Denetçiliği Kurumu’na (KDK) başvurdu.

KDK da liselerde sürekli hale getirilen uygulamaya son verilmesi için Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyarbakır Valiliği’ne tavsiye kararı gönderdi. Kararın gerekçesi olarak blok derslerin öğrenci merkezli aktif öğrenme anlayışının uygulanmasını zorlaştırması gösterildi. Kararda, kapsamı ve dinlenme süresinin azlığı, öğrencinin dikkatini toplaması ve derslerin verimliliği gibi konular dikkate alındığında blok ders uygulamasının, istisnai niteliği aşılarak sürekli hale getirilmesinin ve başvuranın talebinin idare tarafından reddedilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtildi.

Blok ders genelde ikili eğitim yapan okullarımızda ve okul sonrası devam eden DYK kurslarında zaman baskısı nedeniyle başvurulan bir uygulama. Bu uygulamalar doğaları gereği zorunluluktan kaynaklanıyorlar ve bilindiği üzere de zorunluluğun kendisi pek çok anomaliyi normalleştirebiliyor.

Bundan dolayı uygulamaya neden olan zorunluluk kaldırıldığında Türkiye’de zaten ana form tekli eğitim ve tekli ders uygulamasıdır. Birkaç yıl önce dönemin Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz yine ders saati ile ilgili bir değerlendirmede bulunmuş ve yaptığı açıklamada “ders saati 40 dakika… Şimdi öğrenme süresi hızlandı. Bizim zamanımızda ders saati 50 dakika falandı. Şimdi bu süre azaldı. 20-25 dakika en idealidir diye düşünüyorum” demişti. Aynı açıklamada okulların eğlenme yeri olmasından bahseden MEB Bakanı ders saatinin ilkokul, ortaokul ve lise için farklı olabileceğini de belirtmişti. KDK kararı ve bakanın açıklamalarının önemli olduğunu ve eğitim camiasının katkılarıyla zenginleştirilmesi gerektiğini kaydedelim öncelikle. Aynı zamanda bu karar ve açıklamaların eğitim sistemimize ve seviyemize dair önemli bir gösterge teşkil ettiğini de ifade edelim. Bu vesileyle ders saatiyle, ders saatinin bileşeni olduğu yapıyla birlikte değerlendirilmesine ilişkin birkaç hususun altını çizmekte yarar görüyorum.

Eğitim sistemimiz maalesef varoluş gerekçesini yitirmiş sayısız mitle malul. Zaten karşımızda yaklaşık iki yüzyıllık mazisiyle sorgulanma ihtiyacı hissedilmeyen devasa bir yapı var. Zorunlu eğitim sisteminin kendisini var eden sosyal, siyasal, ekonomik ve teknolojik koşulların değişimine paralel bir evrim geçirmeden varlığını muhafaza ettiği görüldüğünde nasıl katılaşmış ve layusel bir hüviyette olduğu anlaşılabilir. Dolayısıyla bu düzeneğe ilişkin yapısal eleştirilerin yanında ‘ders saati’ gibi mikro-teknik çözümlemelerin de yapılması en azından karşı karşıya bulunduğumuz yapının ne’liği hakkında ufuk açıcı olabilir. Ders saati bilindiği üzere eğitim sistemimizde 40 dakika olarak belirlenmiş. Bu 40 dakikanın neye istinaden belirlendiğini bilmiyoruz, kimsenin bildiğine dair bir karine de mevcut değil. Daha önce bir şekilde 40 dakika olarak belirlenen ders saati neredeyse küresel bir sabiteye dönüşmüş vaziyette.

Günümüz dünyasının sorgulanması düşünülmeyen profan kutsalı hükmünde.
Ancak mesele bu profan kutsala el atmakla mukayyet değil. Zira neye, niye el attığımız ve el attığımız şeyin yerine neyi, nasıl ikame ettiğimiz gibi mühim ve mütemmim cüzleri var meselenin. Örneğin KDK’nın 80 dakikalık ders olmaz kararı 40 dakikalık dersi normalleştiren, meşrulaştıran bir karar. Önceki bakanlarımızdan İsmet Yılmaz’ın 25 dakikalık ders önerisi ilk bakışta mantıklı, ‘okullar eğlendirici yerler olmalı’ tespiti de sevimli gelebilir. Lakin bu kararlar ve mantıklı ve sevimli gerekçeler verili sistemin mantığını, kurgusunu ve kodlarını tartışmaya açmıyor. Mevcut düzeneği aynıyla muhafaza ediyor ve ona olan mahkumiyetimizi pekiştiriyor. Bu açıdan okumamız derin, sorularımız esaslı olmadığı müddetçe basit cevaplarda, çözüm olmayan çözümlerde savrulmamız kaçınılmaz olacaktır. Bu genel vurgulardan sonra mevzuyu derinleştirme babında birkaç hususun altını çizmekte yarar görüyorum.

Öncelikle ders derken hangi dersten bahsediyoruz? Bütün dersler bir mi örneğin? Türkçe ile Beden Eğitimi dersinin saati aynı olabilir mi? Veya Resim ile Matematik dersinin saati aynı mı olmalı? Beden Eğitimi dersi 80 dakikalık blok ders olarak uygulansa olmaz mı?

İkincisi hangi kademeden bahsediyoruz? Bilindiği üzere ilkokul, ortaokul, lise gibi tüm farklı kademelerimizde ders saatimiz 40 dakika. Her kademede hatta aynı kademe içerisinde farklı yaş grubunda öğrenciler mevcut. Gelişim düzeyleri farklı insan kümesinden bahsediyoruz. O halde bu gelişim düzeyi farklılığına rağmen standart bir uygulamanın meşruiyetini oluşturan pedagojik ilke nereden geliyor?

Üçüncüsü ders ve kademe farklılıklarının dışında aynı sınıf düzeyindeki öğrencileri veri alalım. Günümüz dünyasının temel kabullerinden olan ‘her insan biriciktir’ anlayışı gereği aynı yaş grubunda olsa bile öğrencilerin duygusal, fiziksel, sosyal gelişimleri ve ilgi ve yetenekleri itibariyle farklı oldukları açıktır.

Dolayısıyla ders, kademe gibi farklılıkları görmezden gelsek dahi karşımızda belirli bir standardizasyona mahkûm edilmemesi gereken insanlar var.

Dördüncüsü ders, kademe ve öğrenci farklılığını askıya aldığınızda karşınızda yine birikimi, tecrübesi ve özgünlüğüyle öğretmen gerçeği var. Bütün Türkçe öğretmenlerin bir olduğunu iddia etmek, aynı şekilde ve düzeyde öğreteceğini düşünmek veya beklemek örtük bir tek biçimcilikten başka bir şey değil. ‘Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır’ hakikatini görmezden gelmek, gerçekliği inkâr etmek, keyfi ve etkisiz bir standart ihdas etmektir.

Beşincisi zaman ile dikkat süresi arasında bir ilişkinin kurulması gerekiyor. Araştırmalar gittikçe kısalan bir dikkat süresine vurgu yapıyor. Bu tespit temelinde bir düzenlemeye gitmediğimizde düzenleme ile gerçeklik arasındaki kopukluğu ve bu kopukluğun oluşturduğu handikabı aşmamız mümkün olmuyor. Bugün 10 ile 20 dakika aralığında bir dikkat süresinden bahsediliyor. Zaman zaman ders saati ile sınıf öğrenci mevcudu ve yeni kuşağın artan öğrenme hızından bahsediliyor. Gerçekten de sınıf başına öğrenci sayımız düştü ve öğrencilerimizin bilgilenme kaynaklarında inanılmaz bir zenginlik yaşanıyor.

Bütün bunlar etraflıca tartışma gerektiren hususlar olmakla birlikte geçerli kabul edildiklerinde yapılacak düzenlemenin ders saatinin süresiyle sınırlı tutulamayacak şekilde geniş olması gerektiği açıktır. Diğer taraftan dikkat süresinin standart olmadığı hatta kişiden kişiye farklılık arz ettiği dikkate alındığında kerameti kendinden menkul bir düzenlemenin karşımızda olduğu iyice açıklık kazanıyor.

Dolayısıyla eğitim sistemi içerisinde ‘ders saati’ ile ilgili yapılacak bir düzenlemenin etkililiği ve verimliliği ancak ‘ders saati’nin bağlı bulunduğu art alan dikkate alınarak yapıldığında mümkün olabilir. Bu dikkat de kaçınılmaz şekilde düzenlemelerin çapında ve mahiyetinde çarpan etkisi yapacaktır. Zira dört başı mamur bir ‘ders saati’ tartışmasının standardizasyonu, ‘kaynaşmış bir kitle yaratmayı’ yani açık ve örtük siyasal-ekonomik amaçlılığıyla zorunlu eğitimi hedef alması kaçınılmazdır. Bu tartışmanın zorunlu eğitimi mümkün ve meşru kılan psikolojinin ve pedagojinin ön kabullerini sorgulaması zorunludur.

Eğitim sistemimiz özü itibariyle psikolojinin yol göstericiliğinde şekillenmiş vaziyette. Her yaş grubu içi tespit edilmiş zihinsel-fiziksel-sosyal ve duygusal gelişim seviyesi var ve sistem buna göre yapılandırılmış. Peki, dikkat süresini, gelişim düzeyini, ‘her insan biriciktir’i baz almayan bir düzenleme nereden geldi, nasıl hayat buldu? Hangi kör inançların, hangi bilinmez geleneklerin pençesindeyiz?

Nedenleri sorgulamak, maruz kaldığımız düzeneklerin buyurganlıkları karşısında dikkat kesilmek tam da öğrencilerden beklediğimiz tutum olduğuna göre biz de soralım; 80 dakika olmayan ders neden 40 dakika olabilir veya neden 25 dakika olsun?

Yeni dönem gösteri çağı. Dikkat eksikliği, dağınıklığı, algı kısalması yaygın rahatsızlıklar artık. Yeni zamanlar dünün formasyonlarını-formülasyonlarını atıl kılıyor. Sosyolog Ritzer’in ifadesiyle karşımızda rasyonel görünümlü irrasyonel yapılar var. Uzman, komisyon, kurul, akademi, enstitü vs. gibi şatafatlı sıfatlar var lakin gizemi kaldırıldığında karşımızda anlamdan ve mantıktan yoksun düzenlemeler mevcut.

“Olan, olması gerekendir!” şeklinde statükocu bir realizm var karşımızda. Sorgulanma kabul etmeyen hatta incelikli bir stratejiye yaslanmış şekilde kendisini sorgulatmayan bir hegamonik kuşatma altındayız. Neredeyse yapıyı bugünkü sahiplerinden bile koruyan sihirli bir durum var. Hegel’in efendi-köle diyalektiği gibi. Sistemi dönüştürme mücadelesi verenler bile maalesef neyin vasiliğini ve varisliğini yaptıklarını bilmiyorlar. Maksat artık esasa ilişkin bir ihya ve inşa mücadelesi değil aklını ve mantığını tüketmiş bir formun muhafızlığına dönüşüyor. Neden 80 dakika olmayacağına ilişkin karar, gerekçeleri de olsa çok genel, yüzeysel ve izaha muhtaç. Zaten niye 40 dakika olması gerektiğini de bilmiyoruz? Diğer taraftan dersin saatinin kaç dakika olacağına ilişkin bir tartışmanın aynı zaman hangi kademede günde ve haftada kaç dersin okutulacağını, bunun sayısının kaç olacağını ve niye o kadar olacağını içeren bir tartışmayı da gerektirdiğini kaydedelim.

Tekrar edelim: MEB’in düzenlemelerde varsaydığı öğrenci, psikoloji tarafından kurgulanmış öğrencidir ve özü itibarıyla modern “özne”yi çağrıştırmaktadır. Oysa standart vurulacak “yaşın gelişim düzeyi” şemasını aşan kanlı-canlı insanlar var. Kültürel aidiyetleri, inanç evrenleri, şuuraltı müktesebatları, kültürel sermayeleri, kalıtımsal özellikleri ve kişilik-karakter yapılarıyla kendi nev-i şahsına münhasır insanlar var.

Ayrıca bu öğrencilerin aldıkları her dersin kendine özgü yapısı var, niteliği var. Sanat, Spor, Edebiyat, Matematik ve Fen Derslerinin her birinin kendine özgü yapısı var ve karavana usulüyle ele alınamazlar. Alındığında da Nietzche’nin belirttiği gibi lezzeti olmaz.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir