Görüşler

Muhafazakârlığın işgal kaygısıyla örülmüş duvarları

Muhafazakârlığın işgal kaygısıyla örülmüş duvarları

Tarih alanında doktora çalışması yapan araştırmacı Sema Nur Çelikbağ, “Yakamıza yapışmış ezberden kurtulursak muhafazakârlığın bir işgal kaygısıyla örülmüş duvarları, koştura koştura gelen modernitenin karşısına dikilen bir savunma hattı olmaktan kurtulacaktır” diyor.

Mahir Polat’ın Bülent Şahiner’e verdiği röportajın klasik bir modernite eleştirisiyle başlaması anlamlıydı. Modernliğin karşıtlıkla anlaşılması ve muhafaza ettiklerimizin reddine dayanması ile ilgili yanlış kanaatin de altı çizildi. Bu anlam eleştirisinin Türkiye siyasetinde yer alması müstakil olarak bir değere sahip. Son birkaç yılın politik söylemini biz ve onlar arasında sıkıştırmaya çalışan ve orada kalmasını bekleyenlerin sesini kısmanın en akıllıca yolu da bu; mevcut zemini tartışmaya açarak meşruiyetini sorgulamak. Cepheler arasındaki duvarların gerçekliği ile ilgili şüphe uyandırmak. Elbette bu, aynı zamanda zemini oluşturan, Türkiye’de oturtulmak istenen kuralların yöntem problematiği üzerine de makul bir eleştiri.

***

Röportajda bahsi geçen ve Türkiye’de modernleşmeyi kavrama pratiğinin açık bir örneği olan Peyami Safa’nın Fatih Harbiye’si iki karakter ve iki mekân üzerinden anlatır derdini. Modernleşmenin bütün sınırları, anahtar kelimeleri bu yolla belirlenir. Okuyucunun iyi ve kötü olarak kodlayacağı şeyler hazırca ve en anlaşılır şekliyle sunulur. Bu anlaşılır sınırlar, eskinin yeni ile hesaplaşmasını ifade eden her bulgu, okuyucuyu bir şekilde taraf olmaya zorlar. Zorlar çünkü Şinasi’ye karşılık Nuran, Fatih’e karşılık Harbiye durur. Bu karşılıklı duruşlarda Harbiye ve Nuran ilk etapta canlı ve cıvıl cıvılken, Şinasi ve Fatih’in hüznüne kayıtsız kalmanın önü kapanır. Peyami Safa’nın gönlü Şinasi’den yana olunca da kadim olanın düzgünlüğü vurgusunu sık sık hisseder okuyucu. Yeniye karşı oluşturulan cephede, geçmiş, aklı başında bir aile büyüğü olarak gidenlerin geri gelmesini sessizce bekleyecek gibidir. Hevesin, en nihayetinde olması gereken yere döneceğinden de emindir.

***

Türkiye tarihinin bir musallatlık meselesi olarak ‘hesaplaşmak’ üzerine kurguladığı bu yük, Cumhuriyet’in ilk yılları için makul ve anlaşılır bir kaygı. Modernleşme kaygısı henüz boy vermiş bir mesele değildir ancak daha belirgindir artık. Yeni sistemin, Osmanlı Devleti’nin yoluna koyamadığı işleri halletme gayretinin de ifadesidir aynı zamanda. Bu yolla, devlet geçmişin bakiyesi ile de savaşır. Zamanın kendisine ait söylemleriyle iyi ve kötü üzerinden bir kesinlik ifade etme çabası da tamamen bundan. Fatih ve Harbiye arasında yeni bir yer tasavvurundan ziyade, net bir sınırla herkesi ve her şeyi birbirinden ayırır. Birbirini dışlamaya hevesli kavramlar olarak modernle muhafazakârı sürekli bir kavga içinde görmek de bu açıdan normal sayılabilir. Herkesin olmasını beklediği ve canhıraş bir şekilde çabalamasının altında yatan motivasyon da en nihayetinde bir yenilginin gerçekleşeceği arzusudur. Ancak geçen zaman içinde beklenen yenilginin Türkiye cephesinde tam olarak gerçekleşememesi birçok açıdan manidar. Cumhuriyet’in gayreti, devletin bütün kurumları ile muhafazakârlığı reddine rağmen diri bir arzu olarak yerini koruyan inançla yenişemedi. AK Parti’nin yirmi iki yıllık iktidarında dilinden düşürmediği bu savaşın kazananı da muhafazakârlık olamadı. Sırası gelen aklındakini söyledi elbette ama kimse kimseyi tam anlamıyla ikna edemedi.

***

Mahir Polat’ın yukarıda bahsi geçen Fatih-Harbiye örneğine karşılık, nihayet yeni bir mekân önerisi bu açıdan değerlendirildiğinde tartışmayı farklı bir zemine çekebilir. Hem Fatih hem Harbiye ama ortada bir yerde Kasımpaşa örneği ile sunulan yeni bir yaklaşımla, birbirini susturma ve belki de ortadan kaldırma hevesini nihayet durduracak bir hamle yapabilmek mümkün. Elbette Türkiye tarihinin yerleşik bir refleksi olan ve farklı düşünme becerileri geliştirmenin de önünü tıkayan bu karşı karşıya gelme halini terk etmek kolay bir şey değil. Hem gündelik alışkanlıklar ve hem de siyaseten gündemimizi işgal eden, izlencesi kolay çıktısı temiz bu karşıtlık halinin kazanımlarından da vazgeçmek gerekecek çünkü. Bu vazgeçişin her şeyi çok yanlış anlamışız anlamı taşımadığını iddia ediyorum ben. Tamamen bir doğru anlam ve bütünüyle bir yanlışlık sınırında da gezinmiyorum. Aksine, yaşadığımız şeyin gerçekliğini kabul ederek, sadece bazı anlamların zamanla değişebileceğini düşünmek gerektiğine inanıyorum. Yıkıcı ve geçmişi tamamen reddeden yaklaşımın bizi sıkıştırdığı yerden çıkıp başka türlü düşünmek için çabalayabilmenin gerekliliğinin altını çiziyorum.

***

Bu gerekliliğin kapımıza dayanmasının birçok sebebi var. Benim en sevdiğim ve belki de en çok güvendiğimse Türkiye olarak bazı kavgaları tüketmiş olduğumuz düşüncesidir. Cumhuriyet’le başlayan ve kendi hükmünü icra eden modernleşmenin kamusal görünümüne nihayet cevap veren ve kendi sırasını savan muhafazakârlığın tükenmesiyle ilişkilendiriyorum bunu. Şehirleri, ekonomisi, siyaseti ve eğitim kurumlarıyla kurulan muhafazakâr kamusal alanın, modernite karşısında bir tavır alamaması ve benzer bir kıvama gelmesiyle ilgili bir sonuç bizi bambaşka bir tartışmanın eşiğine getirmiş olmalıdır. Zannettiğimiz kadar ayrışmış ve acaba gerçekten de şiddetli bir karşı karşıyalık hali bizde mevcut mudur? Muhafazakârlık bugün neyi muhafaza etme gayretindedir ve modern olanın ısrarla yerine koymaya çalıştığı şey nedir? Bu soruların cevapları için öncelikli bir yeniden tanımlama ve bazı kavramların üstünden sil baştan geçmek gerek. Yaygın anlamlarının dışında, muhafazakârlığın içindeki seküler kodları ve seküler diye tanımladığımız şeylerin içindeki muhafazakâr sınırları görüp kabul edersek bu iki şeyi birbirine çatmaktan daha çok bir mezcetmeyi belki de başarabiliriz. Türkiye’nin aksiyomatik tavrı, şeyleri anlamak konusunda her zaman bir kesinlik arzuladı, evet bu doğru. Ancak yüz yıl önce devletin vatandaşına öğretmek zorunda kaldığı şeyleri ‘’Ali ata bak’’ açıklığında ifade etmesinin hükmünü ortadan kaldıran yeni bir zamanın eşiğindeyiz.

***

Bu zaman bize artık çok daha yeni bir yorumun, birbirini kapsayabilen kavramların mümkün olurluluğu ile ilgili bir kapı açtı. Türkiye’de son on yıldır karşı karşıya kaldığımız şeyin bu olduğunu düşünmek doğru bir yaklaşım. Bunu tetikleyen deneyim ise muhafazakârlığın siyaseten tükenmesiyle yakından ilgili. Elbette başat problem olarak merkeze muhafazakârlığı almak topyekûn bir suçlama gayreti gütmüyor. Aksine, bir şeyin iyi ve ötekisini kötü olarak konumlayan arkaik pratiği tamamıyla dışlayarak hareket ediyor. Her iki kavramın da güncel yorum ve sınırlarının değişime uğradığını, gittikçe artan temasın da kaçınılmaz bir yeni hali doğurduğunu savunuyor. Bu savunma hali, tatlı bir suda yüzerek lezzetli bir akşam yemeği ile taçlanan faaliyetten çok uzak. Daha çok, uzun süredir yoklanmamış bir evin temizliği gibi, zahmetli, ancak elzem.

***

İddia ettiğim şey birbirine hiç temas etmemiş gibi davranılan kavramların aslında yan yana durduğu ile ilgili. Birbirinden beslenen ve birbirine benzeyen bu kavramların, içselleştirdiği birtakım normatif standartlara dayanması karşısında sanki bir ayrım mevcutmuş gibi davranıyoruz. Nihayetinde her ikisinin de kendine ait bir alamet-i farikası ve dışarıda bıraktığı bir ötekisi mevcut. Bu belirleyici ve dışlayıcı tavır, her ikisine de hareket ettiği bir alan ve gelip dayandığı bir sınır veriyor. Bazı şeyleri tanıyıp sahiplenmek ve bazısına da yüz çevirmek bir gerçeklik gibi dursa da tepkisel bir tavırdan uzaklaşarak farklı bir açıdan yeniden değerlendirmeyi hak ediyorlar. Özellikle yakamıza yapışmış bir ezberden kurtulmak, kendimizi bir yere ait olma mecburiyetinden uzaklaştırmak ve şimdinin elzem bir pratiği olarak saptığımız yanlış yoldan dönmek için. Bu dönüşün topyekûn bir vazgeçiş olmadığına ikna olmak belki bazılarımızı rahatlatacaktır ama en nihayetinde başımızı kaldıracak ve özneyi öteki olarak düşünmekten vazgeçeceğiz. Her iki kavramı da kabul saplantısından kurtarıp doğru ve düz bir ifade biçimi ile yeniden tanımlayacağız. Böylelikle muhafazakârlığın bir işgal ve yenilgi kaygısı ile örülmüş duvarları, koştura koştura gelen baskın ve heyecanlı modernitenin karşısına dikilen bir savunma hattı olmaktan kurtulacaktır. Yüz yılı aşkındır koynumuzda besleyip büyüttüğümüz kaybetme ve yenilme hissimizin yegâne çıkışını da bir karşıtlık üzerinden sağlama gayretinden uzaklaşabileceğiz. Değişimin kendisine ayak uydurmanın nihaî ritmini tutturabilmek belki de bu ısrarın ellerini bırakmakla mümkündür. Yeniye karşı direnmekle yekpare bir kabul arasında, doğru ve gerekli olanı belirleyebilme becerisini geliştirebilmenin öncelikli şartı da bu teması kabul etmektir.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir