Görüşler

Jean Martin Charcot: Histeri, fotoğraf ve dans

Jean Martin Charcot: Histeri, fotoğraf ve dans

‘Ütopyanın Sesleri’ kitabının yazarı Halil Turhanlı, modern nörolojinin kurucusu Jean- Martin Charcot’un düşünce dünyasına ışık tutuyor.

Modern nörolojinin kurucusu Jean- Martin Charcot uzun yıllar Paris’in ünlü kadın hastanesi Salpetriéri’de çalışmış; frengiden kaynaklanan nörolojik bozukluklarının, alkolizmin tedavisinde yoğunlaşmıştı. Öğrencileri arasında Sigmund Freud da bulunuyordu. Viyanalı büyücü onun öncü çalışmalarından, tedavi metotlarından etkilendi. Hipnoza bir tedavi yöntemi olarak başvurmayı hocasından öğrendi. Paris’te ondan öğrendiği daha pek çok şeyi ‘fin de siécle’ (yüzyıl sonu) Viyana’sına taşıdı. Histeriyi keşfeden Charcot önce bunun nörolojik bir hastalık olduğunu ileri sürmüş, ancak daha sonraki incelemelerinde düşüncesini değiştirmiş psikolojik bozukluk olduğuna karar vermişti.

Salpetriéri’de koşullar çok kötüydü. Barok mimarisiyle dikkat çeken hastane esasen 1655’de Paris’in yalnız ve yoksul kadınları için bakımevi olarak inşa edilmiş, zamanla bölümler eklenmiş, işlevi genişletilmişti. 1657’de dilenci çocuklar ve yetimler için özel bir bölüm yapılmış; sonradan eklenen bir başka bölüme hükümlü kadınlar ve Paris sokaklarından toplanan fahişeler kapatılmıştı. Salpetriéri 1792 Eylül Katliamları’nda Paris’in yoksul mahallerinde toplanan çeteler tarafından basıldı. Fahişleler kaçıp kurtuldular; ancak hastane bölümündeki kadınlar o kadar şanslı değillerdi; zincirleri çıkarılmadan sokaklarda sürüklendiler, bir kısmı öldürüldü.

Charcot ‘dışlanmış, kimsesiz yoksul kadınların kapatıldığı Bastille’, ‘insanlığın sefaletinin büyük sığınağı’ olarak tanımladığı bu hastaneye atandıktan sonra oradaki koşulları bir ölçüde değiştirdi; özellikle tedavi yöntemlerinde reform yaptı.

Charcot için ‘şifacı ve havari’ sıfatlarını kullanan Fransız sanat tarihçisi Georges Didi-Huberman onun Salpetriéri’de cehenneme indiğini, ama orada kendini o kadar da kötü hissetmediğini yazmıştı. Kötü hissetmek bir yana, Charcot 1862’de başhekim olduktan sonra cehenneme çeki düzen verdi, orayı dönüştürdü. Hastaların daha az acı çektikleri, daha az ıstırap duydukları bir yer haline getirmeye çalıştı; bunu başardı da. Salpetriéri’de düzenlediği ünlü “salı dersleri ”nde (leçons du mardi) doktorlardan, öğrencilerden, halktan meraklı insanlardan oluşan bir izleyici topluluğuna teatral gösteri sunuyordu. Histeri teşhisi konulan kadın hastalar performans gerçekleştiriyor, gösterilerinde histerinin belirtilerini taklit ediyorlardı. Charcot teatral gösteriyi sunan kadın hastaların hareketlerinin, jestlerinin fotoğrafları çektiriyor, gösterileri belgeliyor, fotografik imgeler yoluyla hastalığı analiz ediyordu. Hastalarının fotoğraflarını da içeren vaka dosyaları oluşturmuş, hatta onların balmumu heykellerini yaptırtmıştı.

Fransız sanat tarihçisi ve eleştirmeni, görsel kültür antropoloğu Georges Didi-Huberman bu fotoğraf arşivini inceleyerek yazdığı ve Fransızca olarak ilk kez 1982’de yayımlanan Invention de l’hysterie (Histerinin Keşfi) başlıklı kitabında histerinin nörolojik bir hastalık olarak kategorileştirilmesi ile bunun imgelerle, sembollerle temsili arasındaki bağlantıyı ele alır ve Charcot’nun Salpetriéri’de görev yaptığı dönemin, orada uyguladığı tedavi yöntemlerinin fotoğraf sanatının ve sanat tarihinin konusu olabileceğini ileri sürer.

Gerçekten Charcot’nun tedavi yönteminde histeri sanatsal olarak temsil edilmiş, tıbbi ve psikanalitik çalışmaların ötesine geçilmiş, klinik uygulama ve tedavi sanata dönüştürülmüştü. Parisli nöroloğun histeri teşhisi koyduğu kadınlar birer aktrist, birer performans sanatçısı olmuşlardı, kendi de yönetmendi. Histerik kadına atfedilen özellikler performansta temsil ediliyor, dansta yeniden üretiliyordu. Ayrıca asistanlarına çektirdiği performans anının fotoğraflarını hastaların geçmişlerine ilişkin ayrıntılı bilgilerin yer aldığı vaka dosyalarının içeriğine dâhil ediyordu. Hastanede büyük bir fotoğraf bölümü kurmuştu. Charcot nörolojik bir hastalık olarak keşfettiği histeriyi böylelikle görselleştirdi, estetize etti. Onun sınır aşan bu girişimi kültürel ve estetik sonuçlar doğurdu.

Modern dansın yaratıcıları, bunlar arasında özellikle Mary Wigman histerinin belirtilerini taklit ettiler. Wigman’nın dansını histerinin koreografisi olarak tanımlamak pekâlâ mümkün Salpetriéri’deki hastalar gibi o da bir bakıma histerinin belirtilerini, nöbet anındaki histerik bedeni canlandırıyordu. Kasların aniden kasılması, sırtın iradi olarak çökmesi, omuzların kavis çizmesi, gerilim içindeki bedenin sarsılması ve titremesi...

Modernitenin toplumsal hayata getirdiği istikrarsızlık, gerilim, büyük şehir hayatında yarattığı aşırı duyarlılık histerinin nedenleri arasında sayılmıştır. 1930’larda Weimar Cumhuriyeti bu gerilimi en yoğun biçimde yaşamıştı. Mary Wigman’ın histerik bedeni taklit eden, yeniden üreten dansının Weimar Cumhuriyeti’nde belirmiş olması tesadüf sayılmamalı. Onun bedeni toplumsal krizi yansıtıyordu.

Charcot histerinin tarihsel köklerini incelediğinde Yunan kültürüne değin uzanmış, Dionysos şenliklerindeki dansçıların hareketlerinde, onların yüksek seviyedeki coşku ve heyecanlarında psikonörolojik bozukluğun izlerini bulmuştu. Wigman’ın modern dansında Charcot’nun tarif ettiği histeri belirtileri ile Dionysosçu kültürün öğelerinin bir arada bulunması bundandır. Yunan vazolarındaki figürlerde kadınların dağ yamaçlarında, kırlarda, koruluklarda el ele tutuşarak çember oluşturdukları, çemberin içinde dans ettikleri anlaşılır. Wigman da onlar gibi uzun dökümlü, ince pilili giysiler içinde çıplak ayakla dans ediyordu. Histerinin belirtilerini yeniden üreten koreografisi aynı zamanda klasik balenin teknik mükemmelliğine, idealleştirilmiş hareketlerine alternatif oluşturuyordu.

Dansın dilin ötesinde olduğu, sözcüklerle dile getirilemediği iddia edilmiştir. Dans üzerine yazılar da kaleme alan Mary Wigman dans ve yazıyı biraraya getirerek bu görüşün doğru olmadığını ortaya koydu. Onun dansı bir anlamda kederli duygulardan uzaklaşarak Nietzscheci anlamda “hayatı olumlamak” anlamına geliyordu. Ancak Nietzsche, Dionysosçu kültürün ikili karakterinden söz etmişti. Wigman’ın sanatında, dansında ve elbette hayatında bu ikili karakter mevcuttu. Bedeni özgürleştiren koreografisi aynı zamanda Nazizmin Helenistik bedensellik anlayışını destekliyordu. Yaşamının bir döneminde Nasyonal Sosyalizme yakın duruşu ise ayrı bir konu.

Yirminci yüzyıl edebiyat ve sanatının en önemli avangardistleri Gerçeküstücüler histerik kadının aşırılıklarını ilham verici buldular. Andre Breton ve Louis Aragon onu yüzyıl sonunun en büyük şiirsel keşfi olarak tanımladılar. Asıl büyük destek feminist kuramcı ve eleştirmenlerden, özellikle ‘Fransız feminizmi’nden geldi. Luce Irigaray ve Helene Cixious histeriyi modern toplumda kadının konumunu açıklamak için çıkış noktası olarak aldılar. Böylelikle histeri feminist sanata ve protesto kültürüne dâhil oldu.

Histeri esasında tıbbi bir hastalık değildi; Charcot onu ondokuzuncu yüzyıl sonunun toplumsal ve kültürel ortamında icat etmişti. Histerinin tıp lügatine nörolojik bozukluk olarak dâhil edilmesinin amacı o dönemde özgürlük arayışı içinde olan, erkeklerle eşit sayılmak için Hegelci anlamda ‘tanınma’ mücadelesi veren ‘yeni kadın’ın aşırılık olarak nitelenen tavır ve eylemlerinin denetlenmesiydi. Histeri ayrıca akıl çağında kadındaki akıldışılığa işaret ediyordu. Nitekim Charcot da sonunda görüşlerini gözden geçirdi; en azından histerinin nörolojik değil, psikolojik bir rahatsızlık olduğuna karar verdi.

Histeri aynı zamanda politik bir kavram. Tarih boyunca sokaklara çıkan, şehir meydanında toplanan isyankâr kalabalıklar histeri için başvurulan terim ve sözcüklerle tanımlanmışlar, tarif edilmişlerdir. Hak talep eden kitleler, otoriter demagogların motive ve mobilize ettiği kalabalıkların kitlesel histeriden mustarip oldukları, devrimlerin ve karşı-devrimci ayaklanmaların histerik kalabalıklarca gerçekleştirildiği ileri sürülmüştür. Tarihçi Hippolyte Taine’in Fransız Devrimi’ne, devrimi izleyen travmatik olaylara, kalabalıkların taşkınlıklarına, kentsel şiddete, ilişkin tanımlamaları ile Charcot’nun nöbet anındaki histerik bedene dair açıklamaları kimi yerde örtüşür. Aynı örtüşmelere başkalarınca Paris Komünü, kolonilerde bağımsızlık için ayaklanan halklar açısından yapılan tanımlamalarda da rastlanır. Bunun yanısıra Nasyonel Sosyalistlerin düzenledikleri gösterilerde kitlesel histerinin belirtileri görülmüştür.

Günümüzde tıbbi açıdan histeri olarak adlandırılan bir hastalık mevut değil. Amerikan Psikiyatri Birliği 1952’de bir zamanlar hastalık olarak kategorize edilen histeri terimini bıraktı. Ancak günümüzde histeri toplumsal bir olay, hatta toplumsal ve salgın bir olay olarak varlığını sürdürüyor. Uzun yıllardan beri psikiyatri tarihi ve histeri konusunda yaptığı çalışmalarla tanınan, Amerikalı feminist edebiyat ve kültür eleştirmeni Elaine Showalter günümüzde bulaşıcı “histeri salgınları”nın ciddi bir sorun olduğuna dikkat çekiyor. Bu salgınların hangi toplumsal ortamda ve kültürel koşullarda ortaya çıktığını inceliyor. Modern çağın cadı avlarını, komplo teorilerini, kitlesel panikleri günümüzün histeri salgınları arasında sayıyor.

KAYNAKLAR:

Didi-Huberman, Georges, (2003), Invention of Hysteria: Charcot and the Photographic Iconography of the Selpatriйri, translated by Alisa Harz, MIT Press
Gündoğan, Burcu (2015), ‘Resistance To Sexist Medical Community With Semiotic Language in Augustine (Big Hystreria)’, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 20
Marshall, Jonathan W (2016), Performing Neurology The Dramaturgy of Dr. Jean-Martin Charcot, Palgrave Macmillan

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir