ESOGÜ İlahiyat Fakültesi Kelam Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Namık Kemal Okumuş “Elçileri eğiten Vahiy/Kur’an sayesinde öğrendiğimiz gerçeklikler, yine Vahiy/Kur’an üzerinden ispat edilen gereklilik formu durumundadır” diyor.
Daha ilk basamakta demek durumundayız ki; Yüce Allah’ın halk ettiği insana gönderilen ‘Tek Din’ olan ‘İslâm Dini’, insanlığın bütününü kapsayan ‘evrensel din’ hükmündedir. Bu amaçladır ki, kendisine sunulan Hak Dini kabul eden kişiye verilen sıfat, yalnızca inanan kişiyi betimleyen ‘Mü’min/Müslüman’ vasfı olsa gerektir. Böylelikle, vahyin dile getirdiği Müslüman için merkeze alınan ilk adım ise, insanlığın temel niteliklerinden olan düşünme ve sorgulama işlemini her daim canlı tutabilmesidir diyebiliriz.
O sebepledir ki, insanlık özelinde indirilen dini daha yakından tanıma adına ‘İslâm Dini ve Temel İnanç Alanı’ adıyla işleme giren bu arayış, ‘vahyin öğrencisi’ konumunda olan hemen herkesi besleyen ‘Tanrısal sunum’ beyanının kendisi olduğundan da haberli kalınmalıdır. Üstelik olası donanımla halk edilen insanın bu yetenek sayesinde atacağı adım, ona güvenen Yüce Allah’ın sisteme dâhil ettiği ‘beklenti kümesi’ olduğunun her daim farkında olunması da gerekmektedir.
Eğer ki, yaşamsal süreç boyunca muhatap alınan insan için her daim zorunluluğu bulunan bu adım atılacak olursa, yalnızca vahyin eğittiği mü’minler olma şansını da kolaylıkla yakalayabileceğiz. Nitekim her daim ona güvenen Hak Teâlâ’nın bu işi başarabileceğine güvendiği insanı ‘en değerli varlık’ olarak yaratması, insana güven veren bu durumun kıymeti açısından da son derece önemli durmaktadır.
Ayrıca, doğrudan muhatap alınan insan için gerekli olan ‘inanma’ vasfı, onu merkeze alan Cenâb-ı Hakk’ın kendisinden beklediği ve de umduğu yaklaşım olsa gerektir. Zira insanın kalitesi gereği öne çıkan ‘inanç esası’ denilen alanın yola çıkarken edinilen ilk basamak olduğundan da haberli kalınmalıdır. Haddizatında, işbu gereklilik ve de kazanım sayesinde dünya hayatının âdeta aktörü durumunda olan insanın kendisine tahsis edilen ortamı ‘yaşanılacak’ evsafa getireceğinden kuşku duyulmaması da gerekmektedir diyebiliriz.
Buna göre, dikkate alınan Müslüman birey için vahyin önerdiği ilk adım, İslâm İnanç Esasları adıyla işleme alınan konunun vahyin önderliğinde yol alan kabulleri içermesi gerektiği konusunda şüphe duyulmaması gerektiğidir. O sebepledir ki, zaman içinde bizlere sunulan iman konularının vahyin öğretmenliğinde yeniden ele alınıp işlenmesi de, ‘Kur’an’ın öğrencisi’ olan inananlar için atılacak ilk adım mesabesindedir.
Bu yüzden, teknik anlamda gerekli olan bu aşamanın ‘kolaylıkla elde edilir’ yönü bulunduğu da şüphesizdir diyebiliriz. Ayrıca, vahyin merkeze aldığı tespitleri beyan etme adına işleme alınan bu çalışma, insana önerilen ‘Temel İnanç Esasları’ kabulünü devreye alan asıl hususun ‘İslâm İnanç Esasları’ beyanı olduğundan da haberli olmamız gerekmektedir. Öyle ki, işin farkında olanlarca her daim merkeze taşınması gereken bu adım, zaman içinde ‘din’ adına öne sürülen ve de kabul gören eğilimleri tanımamıza da fırsat verecektir.
Kanaatimizce, ‘kulluk’ yani ‘sorumlu varlık’ makamını pratikleştiren insana düşen esaslı sözün; “Daha ilk adımda ‘vahyin öğrencisi’ konumunda yol alan Peygamberlerin yegâne arzusu gereği ‘Hak’tan ve de hakikatten yana olma’ temennisi olduğunun farkında olunması gerekmektedir” tespiti olduğu şüphesizdir. Üstelik yalnızca insana layık olan bu aşamanın onu değerli kılan tercihlerden olduğu kadar, onu değersiz kılan kabullerden ibaret olduğundan haberli kalınması da gerekmektedir.
İşbu nedenledir ki, bireysel öğrenime kolaylık sağlayan ‘ders kitabı’ kapsamında yapılan bu gibi çalışmaların insan için açık edilen hususları ‘daha yakından tanıma adına’ devreye girdiği de unutulmaması gerekmektedir. Ve dahi, yalnızca insan için devreye alınan işbu temenninin hemen herkes için canlılığını koruyan ‘kıymetli beklenti’ kazanımına denk geldiği de şüphesizdir. Eğer ki, yalnızca insana has kılınan bu adım atılacak olursa, ‘indirilen din’ ile ‘uydurulan din’ sunumunun kolaylıkla tanınmasına da imkân sunulacaktır.
Nihayetinde ise, kolaylıkla gelinir durumda olan bu aşamanın gereği olarak demek durumundayız ki, ‘vahyin öğrencisi’ konumunda yol alması gereken bizler için atılacak olan adım, ‘hakikatin keşfi’ ya da ‘gerçeğin bilinmesi’ anlamına gelen öğrenme becerisidir diyebiliriz. O kadar ki, yalnızca insana has kılınan ‘kabul değeri’ içinde yol alan unsurların mutlak surette insanı merkeze alan Kur’an’ın deklere ettiği inanma konuları olduğu da açıkça izlenebilmektedir.
Artık, bu aşamaya kadar dile getirilen durumla ilgili olarak etkin konumda olan bazı hususların merkeze alınıp, Kur’an’ın/Vahyin deşifre ettiği hususlardan haberli olmak da gerekmektedir. Üstelik Yüce Allah’ın Vahiy ve Elçi üzerinden bize ulaştırdığı bu kabullerin her daim geçerli ve dahi gerekli konumda olan ‘anayasa’ hükmünde görülmesi de gerekmektedir.
Buna göre; ‘İman Esası’ denilen esas hükümler, sadece ve dahi yalnızca Kur’an-ı Kerim’de açıklanmıştır. Vahiy, daha ilk adımdan itibaren insan arasından seçilen Peygamberleri dikkate alan ‘gerekli adım’ şekli üzerinden gerçekleşen ‘ezelî eğitim’ yöntemidir. Peygamberden geldiği söylenen rivayetler büsbütün olarak Kur’an’a uymak zorundadır. O yüzden de, ‘Vahyin ilk öğrencisi’ konumunda olan Peygamberler, aynı zamanda ‘Vahyin ilk öğretmenleri’ mesabesindedir.
Ve dahi, Peygamberler, Kur’an’ın eksikliğinden bahseden kişiler değildir. Üstelik zaman içinde ortaya çıkan Mezhep ve dinsel gruplar Allah’ın beyan ettiği hakikatin temsilcisi konumunda olmamalıdır. O yüzden de, ‘İmanın Şartları’ konumunda olan kabuller yalnızca Kur’an’da beyan edilmiştir demek durumundayız. Bu sebepledir ki, Peygamberin sözü ya da pratiği anlamında olan Hadis/Sünnet, Kur’an’ı nes eder demenin hiçbir durumda karşılığı bulunmamaktadır.
Hatta zaman içinde kutsal pozisyona evrilen gelenek, hiçbir durumda ‘indirilen din’ yerine geçemez. Ve dahi, insan ve toplumun ‘gerekli tercihi’ konumunda yol alan ‘grupçuluk’ eğilim, asla ve kata Allah’ın önerdiği ‘dindarlık vasfı’ değildir. Zira Hak Din adına ebedî ve ezelî olan şeyler, sadece Allah’ın sözleridir. O sebepledir ki, tıpkı seçilen elçilerin yaptığı gibi, örnek alınıp pratize edilecek tek Metin, Allah’ın Sözü konumunda olan Kur’an’dır.
Üstelik Vahyin sisteme aldığı Peygamberler, atandıkları görev nedeniyle Vahyi anlayan, açıklayan ve de uygulayan öğrencilerden sayılmalıdır. Ve dahi onların yaptığı gibi, Hak Din adına gerçeği bilme aşaması, yalnızca Kur’an’la hayata tutunan hakikat beyanıdır. Zira Âhirette hesaba çekileceğimiz tek metin, Kur’an’ın kendisi ve dahi onun önerdikleridir. Bu yüzdendir ki, Müslümanların/Mü’minlerin Kur’an’ı anlaması, Yüce Allah’ın onlardan istediği zorunlu durumdan bahsetmektedir.
Eğer ki, Kur’an’ın sözünü dinleyecek olursak, onun beyan ettiği şeyler ile verdiği haberlerin dışına çıkmamamız gerektiği de açıkça ortada durmaktadır. O kadar ki, hakikatten bahseden Kur’an’ın sözüne kulak verdiğimiz her daim, Yüce Allah’ı dikkate alanların kümesinde olanlardan ve dahi bizden istenen davranışın esasından bahsedildiğinin de farkına varabileceğiz.
Hâsılı, Elçileri eğiten Vahiy/Kur’an sayesinde öğrendiğimiz gerçeklikler, yine Vahiy/Kur’an üzerinden ispat edilen gereklilik formu durumundadır. Bu yüzden de, Allah’ın muhatabı olan bizler, ‘gerçeği bulma’ adına O’nun beşere olan katkısı pozisyonunda yol alan Kur’an’ın ‘sâdık öğrencisi’ olmayı tercih etmesi de gerekmektedir.
Neticede ise, akleden insana önerilen bu adım sağlıklı bir şekilde atılacak olursa, Allah’ın dediği ile zaman içinde O’nun adına işleme alınan kabulleri ayırma fırsatımız da açık duruma geçecektir. Yok, Hak Dinin dikkate aldığı eğer bu adım atılamayacak olursa, önce Vahyi/Kur’an’ı, peşinden Peygamberi/Elçiyi, ardından da Hak Dini sistem dışına alıp, onların yerine; uydurulan Tanrı kabulü, aracı kılınan Peygamber/Elçi modeli ve işleme sokulan Kutsal Metin anlayışını sisteme taşıyan tuhaf dindarlıklara da yakinen şahitlik edebileceğiz.