Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Hasan Kösebalaban, ABD Başkanlık seçiminde Gazze krizinin rolü ve Müslüman-Arap seçmenin sandık sonuçları üzerindeki etkilerine ilişkin gözlem ve görüşlerini KARAR için kaleme aldı.
HASAN KÖSEBALABAN
Amerikan başkanlık seçimlerinde son yılların en çekişmeli yarışı olarak değerlendirilen bir süreç sonunda tamamlandı. Etkileyici bir geri dönüşle 47. ABD Başkanı olarak seçilmeyi başaran Donald J. Trump, salıncak eyalet olarak tasvir edilen iki partinin birbirine çok yakın olduğu 7 eyaletin tamamında kazandı. Bunlar arasında Müslüman seçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Michigan, Wisconsin ve Pensilvanya da var.
11 Eylül ve Irak Savaşı dönemleri bir tarafa bırakılırsa, uluslararası meselelerin Amerikalıların oy verme davranışını belirleyen temel konular arasında bulunmadığını söylemek mümkün. Ancak son yıllarda artan siyasi gerilim konuları arasına dış politika da dahil olmaya başladı. Bunların arasında İsrail ve Filistin çatışmasının özel bir yeri var. Her ne kadar iki partinin İsrail’e yönelik bakış açıları birbirine yakın ve toplumun çoğunluğu bu perspektifi destekliyor olsa da, sayıları giderek artan genç ve dinamik bir seçmen kitlesi kendilerini hem partilerin temsil ettiği bu bakış açısından hem de genel çoğunluktan ayırıyor.
DEMOKRATLARA DESTEK YÜZDE 12
Institute for Social Policy and Understanding (ISPU) adlı araştırma kuruluşunun ekim ayında gerçekleştirdiği anket, 2020’de yüzde 65’le Demokratlara desteğini sunan Amerikalı Müslümanların bu seçimde sadece yüzde 12’si yeniden Demokratlara oy vermeyi düşündüklerini ortaya koyuyor. Müslüman ve Arap Amerikalı seçmenlerin ağırlıklı olarak yaşadıkları eski sanayi eyaletlerinin ekonomik nedenlerle Trump’ın etki alanına dahil olması ve böylece salıncak eyaletler haline gelmeleriyle, Araplar ve Müslümanlar giderek daha görünür ve etkili bir seçmen kitlesi haline geldiler. Ancak Harris kampanyası durumun önemini anlamamakta ve etkin tedbirler almamakta ısrar etti.
Şaşırtıcı bir şekilde Donald Trump ise bir önceki dönemde izlediği İslam karşıtı ve İsrail yanlısı politikalar nedeniyle kendisinden uzaklaştırdığı bu kesimin desteğini kazanmak için yoğun bir çaba ortaya koydu. Trump bu eyaletleri defalarca ziyaret etti ve Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadığı Dearborn’da esnaf ziyaretleri dahi yaptı. Bu ziyaretleri sırasında Trump, Müslüman toplumla köprüleri yeniden inşa etti ve bunun karşılığında da etkili toplum liderlerinin destek açıklamalarını aldı. Harris ise Michigan eyaletine yaptığı gezi sırasında ekibinde Müslüman seçmenin tepkisini çekecek isimleri de yanında götürmüştü.
GENÇLER ARASINDA HAYAL KIRIKLIĞI
2024 yılında Gazze’de yaşanan insani kriz, Arap ve Müslüman seçmen başta olmak üzere liberal gençler arasında geniş yankı uyandırdı. Özellikle gençler ve sivil toplum örgütleri, Demokrat Parti’nin İsrail’e verdiği desteği eleştirirken, katliamın durdurulması, insani yardımların artırılması ve Filistin haklarının daha güçlü bir şekilde savunulması gerektiğini vurguluyorlardı. Üniversite eylemleriyle bu tepkiler güçlü bir şekilde ortaya kondu ve üniversite yönetimlerinin sert tepkisiyle karşılaştı. Ancak Demokrat liderlerin bu taleplere yeterince duyarlılık göstermemesi, genç parti tabanında bir hayal kırıklığı yaratarak desteği zayıflattı.
Seçim sonuçlarına bakıldığında Gazze krizinin, özellikle Müslüman ve Arap Amerikalı toplulukların güçlü olduğu eyaletlerde Demokrat Parti’yi olumsuz etkilediği anlaşılıyor. Michigan’da yaşayan 200 binden fazla Müslüman ve Arap Amerikalı seçmenin seçim sonuçlarını belirlemede kritik bir öneme sahip olduğu ortadaydı. Benzer şekilde, Müslümanların nüfusunun dikkate değer olduğu Pensilvanya, Wisconsin ve Güney Karolina gibi seçim farklarının küçük olduğu eyaletlerde de Filistin sorunu, seçim sonuçlarını etkileyici bir faktör haline geldi. Demokratlara yönelik bu hayal kırıklığı, özellikle bu kritik eyaletlerdeki sonuçlara olumsuz yansıdı.
KAMALA HARRİS’İN SESSİZLİĞİ
Genç ve Müslüman seçmenlerin desteğini kaybeden Demokratlar karşısında Donald Trump, Müslüman toplulukların desteğini kazanmak için son derece aktif bir kampanya yürüttü. Michigan gibi eyaletlerde Müslüman liderlerle bir araya gelerek Orta Doğu’da barış vaatlerinde bulunan Trump, Demokratların geleneksel tabanında yer alan Müslüman seçmenlere hitap ederek Cumhuriyetçi kampanyaya güçlü bir ivme kazandırdı. Özellikle Trump’ın Müslüman ve Arap Amerikalı seçmenleri seçmen kitlesinin değerli bir parçası olarak ifade etmesi, eski İslam karşıtı tutumlarından bir sapma olarak görülse de kritik eyaletlerde bu seçmenlerin desteğini kazanma çabası olarak dikkat çekti.
Buna karşılık, Kamala Harris’in Müslüman ve progresif seçmenlerle uyumsuz politikaları ve tercihleri eleştiri topladı. Gazze’de yaşanan kriz sırasında hem Biden’ın hem Harris’in İsrail’e olan güçlü desteği, Filistin’in yaşadığı insani dramı göz ardı etmesi olarak algılandı ve bu durum Arap ve Müslüman toplumlarda ciddi hayal kırıklığı yarattı.
Harris, Irak savaşını gerçekleştiren kadronun önemli isimlerinden Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in kızı Liz Cheney ve Arap Müslüman arasında güçlü bir sempatiye sahip olmayan Bill Clinton ile birlikte kampanya yaparak Müslüman seçmeni daha da kendisinden uzaklaştırdı. Halbuki Demokrat Parti bünyesinde Harris’in sahada istifade edebileceği Keith Ellison, Ilhan Omar ve Rashida Tlaib gibi Müslüman kökenli ve progresif perspektife sahip siyasetçiler bulunuyordu. Demokrat Parti merkez yönetimi bu genç Müslüman siyasetçileri kampanya boyunca dışladı ve kendi seçmen kitlesi nezdinde oldukça etkili genç siyasetçilerin aktif desteğini alamadı.
Bütün bunların yanı sıra, Harris’in etkisiz kalışının önemli bir nedeni de Biden’ın yarıştan geç çekilmesi ve Harris’in önseçimler yapılmadan, İsrail yanlısı lobi teşkilatlarının da tam desteğiyle adeta yukarıdan atanmasıydı. Bu süreç, Demokratların parti tabanını yeterince harekete geçirememesi ve genç seçmenlerin kaygılarına yanıt verememesiyle sonuçlandı.
Müslüman ve progresif seçmenler için ön seçim sürecinin atlanması, Demokrat Parti’nin tabana hitap etme konusundaki eksikliğini ve genç seçmenlere duyarsız olduğunu hissettirdi.
MÜSLÜMAN SEÇMEN SİYASİ HARİTADA
2020 seçimlerinde Biden toplam 80 milyon oy almıştı. Harris’in son seçimlerde aldığı toplam oy ise 68 milyon. Bu oyların büyük kısmının Trump’a gitmediği de ortada. Trump’ın oyları 74 milyondan 72 milyona düşmüş (New York Times). Buradan anlaşılan Demokratlar büyük bir seçmen kitlesini sandığa götürmeyi başaramadı. CNN gibi demokratlara yakın medyadaki yorumlar bu seçmen kitlesinin neden sandıktan uzaklaştığını Harris’in İsrail desteğini yeterince belirtmemesine bağlasalar da anketler Yahudi seçmen arasındaki Demokrat Parti desteğinde herhangi bir düşüşe işaret etmiyor. Sandıktan uzaklaşan ve siyasi yabancılaşma hisseden çok daha kritik bir seçmen kitlesi var.
Donald Trump, etnik üstünlükçü söylemini bir tarafa bırakan ve göçmenler yerine yasadışı göçe karşı olduğunu vurgulayan daha kapsayıcı bir üslupla seçmenlerin karşısına çıktı. Bu strateji sayesinde Trump’ın mesajının Hispanik ve siyahi seçmenlere ulaştığı gözlemleniyor. Yine bir çok Arap ve Müslüman seçmenin de, sosyal ve ekonomi politikaları açısından kendilerini daha yakın hissettikleri Cumhuriyetçilere yöneldikleri düşünülebilir. Özellikle Michigan’daki yoğun ve etkili kampanyasıyla, Arap ve Müslüman seçmenlerin bir kısmının güçlü bir liderin Orta Doğu’ya barış getirme konusunda daha etkili olabileceği argümanını inandırıcı bulmaya başladığı görülüyor.
YENİ DÖNEMİN HABERCİSİ OLABİLİR
Demokratlar için bu seçim, iç ve dış politika arasındaki etkileşimi göz ardı etmenin bedelini hatırlatan bir uyarı niteliğinde. Seçim sonrasında ise, progresif genç seçmenlerin yanı sıra, Müslüman ve Arap Amerikalı toplumların politik etkisinin süreceği öngörülüyor. Michigan, Pensilvanya ve Ohio gibi kritik eyaletlerde yerleşik olan bu topluluklar, ekonomik istikrar, ayrımcılıkla mücadele, sivil haklar ve barışçı bir dış politika gibi konularda giderek daha güçlü bir etki yaratacak potansiyele sahip. Bu toplulukların taleplerine duyarlılık göstermeyen bir parti ya da aday, önümüzdeki seçimlerde de bu yükselen etkiyi göz ardı etmenin bedelini ödeyebilir. Yaşanan süreç, Amerikan siyasetinde, daha önce temsil edilmeyen seslerin duyulmaya başladığı yeni bir dönemin habercisi olarak görülebilir.
Bu nedenle, seçim sonuçlarını Arap ve Müslüman Amerikalılar için siyasette daha fazla söz sahibi olabilecekleri bir geleceğe açılan bir fırsat penceresi olarak görmek gerekiyor.