Hatem Ete, “Türkiye bir eşikte ama bu eşiğin kim tarafından, hangi siyasi enstrümanlarla, ne şekilde aşılacağı henüz net değil” diyor.
Türkiye, siyasetin geleceği ve iktidar-muhalefet dengesi açısından kritik bir eşikte duruyor. Bu eşiğin en önemli yansımaları; iktidarın siyasal iradesinde görülen zafiyet, seçmenin iktidar aleyhine-muhalefet lehine hareketlenmeye başlaması, muhalefetin -nihayet- siyaset yapmaya başlaması ve bütün bu dinamikler sonucunda iktidarın önümüzdeki seçimleri kaybedeceği algısının gün geçtikçe güçleniyor olmasıdır.
Esasında, Türkiye siyasetinin bugünkü problemi, 15 Temmuz koşullarını veri alan bir sistem ve siyasetin bütün ülkenin enerjisini ve iradesini esir almış olmasıdır. İktidar kurduğu ittifak ve düzeni sürdürmeye mahkûm olduğu düşüncesiyle gelecek ufkunu kaybetme pahasına çaresizce patinaj yaparken, muhalefet -son zamanlarda bir hareketlilik içerisinde olmakla birlikte- miadı çoktan dolmuş bu siyasi düzene alternatif oluşturacak bir vizyon ve iradeden uzak görünüyor.
İktidar ve muhalefetin mevcut siyasal düzeni toplumsal beklentileri karşılayacak bir alternatifle değiştirme konusundaki acizliği, iktidar değişimi ihtimalini en etkili siyasi motivasyona dönüştürmüş durumda. Uzunca bir süre, alternatif bir siyaset görmediği için iktidarın yanında durmaya devam eden seçmen, son aylarda iktidardan umudunu kestiği için muhalefete yönelmeye başlamış görünüyor.
Başka bir deyişle, toplum/seçmen muhalefet daha anlamlı bir siyasal alternatif önerdiği için değil, iktidarın mevcut siyasetinden mustarip olduğu, Erdoğan’ın yeni bir siyaset geliştireceğine yönelik umudunu yitirdiği için muhalefete doğru hareketlenmiş durumda.
Dolayısıyla, seçmen hareketliliğinin bugünkü esas motivasyonunun iktidar değişimini sağlamaya matuf olduğu söylenebilir. Siyasal gündemin iktidar değişimine indirgenmiş olması, muhalefetin demokratik bir vizyon geliştirme sorumluluğundan kaçmasını kolaylaştırıyor. Muhalefet seçmendeki hâkim duygunun iktidarı cezalandırma, iktidar değişimini sağlama olduğunu öngördüğü ölçüde, alternatif siyaset için seçim sonrasına tarih vererek, bütün enerjisini muhalif bloku bir arada tutmaya hasredebiliyor.
İktidar değişimi gündemi ise yeni bir düzen vadetmek yerine mevcut düzeni değiştirmeyi, hatta -bu da garanti olmadığı için- sadece mevcut düzenin icracısını değiştirmeyi vadediyor. Seçim sonrasına yönelik endişeler ve/veya zaman zaman gündeme taşınan kaos senaryoları, siyasetin iktidar değişimine odaklanıp seçim sonrasını muallakta tutmasından besleniyor.
Türkiye siyasetini ufuksuz, öngörüsüz dar bir zemine çivilese de iktidar değişimine endeksli siyasetin -şimdilik- işlediği ve seçmen hareketliliği üretmeyi başardığı görülüyor.
Bu çerçevede, bugünün fotoğrafı, iktidarın gün geçtikçe kaybetmeye, muhalefetin de gün geçtikçe kazanmaya yaklaştığı yönündedir. İktidar da muhalefet de bugünkü siyasal stratejilerini sürdürdüklerinde muhalefetin önümüzdeki seçimleri kazanma ihtimalinin iktidara göre çok daha yüksek olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bugün itibarıyla seçimlere daha 18 ay var. Erken seçim ihtimali hesaba katılsa bile önümüzde bir yıllık bir zaman bulunuyor. Bu, siyasetin gündemini ve seçmeni mobilize edecek duyguyu değiştirmek için yeterli bir süre olduğunu ancak zamanın daha hızlı akacağını ifade ediyor. Toplum önümüzdeki dönemde iktidarı da muhalefeti de daha dikkatli takip edecektir.
Bu tablo Türkiye’nin bugünkü siyasi atmosferini “eşik” metaforuyla tarif etmemizin ana gerekçesini oluşturuyor. Türkiye bir eşikte ama bu eşiğin kim tarafından, hangi siyasi enstrümanlarla, ne şekilde aşılacağı henüz net değil. Dolayısıyla önümüzdeki dönemin en önemli sorusu, bu eşiğin nasıl aşılacağıdır.
Muhalefetin avantaj ve dezavantajları
Muhalefetin avantajını da dezavantajını da; iktidardan duyulan rahatsızlığa yaslanması, iktidarın performansına bağımlı olması oluşturuyor. Toplumun başkanlık sisteminden, iktidarın yönetme performansından ve güvenlikçi siyasetinden duyduğu rahatsızlık muhalefete yaradı. Dolayısıyla iktidarın mevcut hali muhalefetin en önemli avantajını oluşturuyor.
Ancak, muhalefet mevcut sistemden ve iktidardan “kurtulma” dışında henüz seçmene bir şey vadetmiş değil. Bu vaat de liderlerin her gün farklı-şahsi gerekçelerle kamuoyuna yaptıkları açıklamalar üzerinden daha da sorgulanır hale geliyor. İktidar mevcut siyasetini devam ettirdiği müddetçe muhalefetin, bu dezavantajlarına rağmen seçimlere avantajlı gireceği açık.
Muhalefetin önünde iki önemli risk bulunuyor. İlk risk, seçmene yeni bir düzen/siyaset sunmamayla ilgilidir. Muhalefet, seçimlere yaklaşıldıkça önümüzdeki döneme yönelik gerçekçi bir yol haritası sunma talebiyle karşılaşacaktır. Bugün iktidarın değişme ihtimaliyle yetinen seçmen, bu ihtimalin gerçekleşmek üzere olduğunu fark ettikçe, alternatif iktidarın kapasitesini sorgulamaya başlayacaktır. Muhalefet bu beklentilere güven verici cevaplar sunamazsa seçmendeki iktidar değişimi beklentisi istikrarsızlık endişesiyle yer değiştirebilir.
İkinci risk, iktidarın mevcut gidişatın seçimleri kaybetmesine yol açacağını fark edip -muhalefetin yönelmediği- yeni bir siyaset üretme ihtimaliyle ilişkilidir. Şimdilik düşük gözükse bile böyle bir ihtimal de muhalefeti bugünkü avantajlı konumundan uzaklaştıracaktır.
İktidarın imkân ve riskleri
Önümüzdeki dönemde, iktidarın önünde de pek çok imkân ve risk bulunuyor. İktidarın en önemli avantajı, patinajda olduğu yıllar boyunca muhalefetin topluma yeni bir siyaset önermemiş olmasıdır. Muhalefetin topluma yeni bir siyaset vadetmek yerine iktidarın siyaset ve yönetim zafiyetine yaslanmakla yetinmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve AK Parti’ye elverişli bir zemin sunuyor.
Öte yandan, bütün bileşenleriyle iktidar, son 20 yılın en düşük toplumsal desteğine sahip görünüyor. Sistem çalışmıyor, sorunlar çözüme kavuşturulamıyor, kriz her geçen gün derinleşiyor. İktidar ülkeyi yönetmekte zorlandığı gibi siyasal söylem ve politika geliştirmekte de zorlanıyor. Karar alıcılar işlerin yolunda olduğunu vazederken, işlerin yolunda gitmediğini düşünen kadrolar seslerini duyurma imkanına sahip değiller.
Bu koşullar altında, mevcut gidişatı değiştirmediği müddetçe, iktidarın önümüzdeki seçimleri kaybetme olasılığı kazanma ihtimalinden daha yüksek görünüyor. Erdoğan ve AK Parti son 20 yılın en ciddi siyasi kriziyle karşı karşıya bulunuyor. Bu siyasi çıkmazı, 31 Mart’tan bu yana yapılagelen siyasi ezber ve alışkanlıkları sürdürerek aşmak mümkün değil. Defalarca denenmesine rağmen, başka bir yol bulamamanın çaresizliğiyle, akamete uğraması mukadder etkisiz hamleleri tekrarlamanın Erdoğan’ın ve AK Parti’nin çıkmazını derinleştirmenin ötesinde bir sonuç üretmediği açıktır. Kasım 2020’den bu yana yaşananların da gösterdiği gibi mevcut ittifakla, kadrolarla, söylemle ve siyaset tarzıyla iktidar bu krizi atlatamayacaktır.
İktidarın siyasi çıkmazını uzun uzadıya değerlendirmek mümkün. Ancak çıkmazın siyasi yansımalarına işaret etmek daha kestirme bir yol olabilir. Mevcut siyasi çıkmaz rasyonel yönetimden uzaklaşılması, muhafazakâr-dindar siyaset konsolidasyonunun bozulması ve Kürt seçmenin (ve siyasetin) muhalefete eklemlenmesiyle ilişkilidir. Rasyonel yönetimden uzaklaşma merkez-sağ seçmenin İYİ Parti’ye yönelmesine, muhafazakâr konsolidasyonun bozulması Gelecek ve DEVA partilerine yönelişe, Kürt seçmenin muhalefete yönelmesi ise Millet İttifakının sayısal çoğunluğa erişmesine yol açmış durumda.
Bu dinamikleri hedeflemeyen bir çözüm teşebbüsünün başarıya ulaşma şansı oldukça düşüktür. Başka bir deyişle, rasyonel yönetime geri dönülmedikçe, muhafazakâr konsolidasyon sağlanmadıkça, Kürt seçmen geri kazanılıp HDP “özerk” bir tutuma ikna edilmedikçe, bu kritik eşiği aşmak mümkün olmayacaktır.
Dolayısıyla, iktidarın önünde zor bir denklem duruyor; ya mevcut gidişatı sürdürüp yenilme ihtimaline teslim olacak ya da bugüne kadar ki siyasetten vazgeçip zor ama kaybetme ihtimalini azaltan yeni bir yola çıkmaya cesaret edecek.
Mevcut siyasi çıkmazı aşmanın -varsa eğer- tek yolu, radikal ve yapısal kararlar almaktadır. Mevcut ittifak, sistem ve siyasetten feragat etmeden, çoktan miadı dolmuş bu düzen yerine zamanın ruhuna ve toplumun beklentilerine uygun demokratik bir siyaset geliştirmeden, bu siyaseti taşıyacak bir söylem ve kadro değişimine yönelmeden mevcut kötü gidişatı tersine çevirmek mümkün olmayacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu yapısal kararları alır mı, alabilir mi, içinde bulunduğu denklem buna imkân tanır mı, ayrı bir bahis. Kasım 2020’den bugüne yaşananlardan çıkarılacak ders, bu zor kararları almadan çıkmazın aşılamayacağıdır. Dolayısıyla, burada, Erdoğan’ın bu kararları alıp alamayacağından öte, bugünkü eşiği aşma ihtimalinin ancak bu yolla mümkün olacağının altı çiziliyor. Ayrıca bu yola girildiğinde sonuç alınıp alınmayacağının garantisi de yoktur. Her hâlükârda bugünkü gidişattan daha iyi olacağı açıktır, ancak bu iyileşmenin seçimleri kazanmaya yetip yetmeyeceği belli değildir.
Aslında denklem çok karmaşık değil; mevcut gidişat sürdürüldüğünde kaybetme ihtimali oldukça yüksek iken, yeni bir siyasete yönelindiğinde kazanma garantisi olmasa da kaybetme ihtimali zayıflamaktadır. Bu çerçevede, her geçen gün daha yoğun bir baskıyla “kazanımların kaybı” endişesini tetikleyerek “safları sıklaştırma”ya kanalize edilen enerjinin, Erdoğan’ı ve AK Parti’yi sahici bir siyaset değişimine zorlamaya harcanması daha işlevsel olabilir.
İktidar değişimi ve yeni siyaset önerisi
Sonuç olarak; önümüzdeki seçimlerin kaderini iki dinamik belirleyecek görünüyor; iktidar değişimi ve yeni siyaset önerisi. İktidar mevcut siyasetini sürdürdüğünde iktidar değişimi beklentisi yeni bir siyaset önerisi talebine galebe çalacaktır. Bu durumda muhalefet yeni bir siyaset öneremese de önümüzdeki seçimleri iktidar değişimi motivasyonu üzerinden kazanabilir.
İktidar mevcut gidişatın kendisine kaybettirdiğini görüp yapısal bir siyaset değişimine yönelirse, iktidarı değiştirme duygusu zemin kaybedecek, muhalefet siyaset üretmek durumunda kalacaktır.
Seçimlere kadarki süre -iktidarı ve muhalefetiyle- siyasetin topluma/seçmene alternatif bir siyaset önerip önermeyeceğiyle şekillenecektir.
HATEM ETE KİMDİR?
Lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimini ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde yapan Hatem Ete, 2007-2008’de doktora araştırma bursuyla Columbia Üniversitesi’nde bulundu. 2008-2014 arasında SETA’da Siyaset Araştırmaları Direktörlüğü, 2014-2017 arasında da Başbakan Başmüşavirliği yaptı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde Öğretim Üyesi ve Ankara Enstitüsü’nde Araştırma Direktörü olarak görev yapmaktadır.