Görüşler

Asgari ücret, gerçeklik ve bitmeyen retorik

Asgari ücret, gerçeklik ve bitmeyen retorik

“Asgari ücret üzerinden konuştuğumuz rakamlar, ekonominin kendi gerçekliği içinde anlamlı ve önemli göstergelerdir elbette. Ancak mesele burayla sınırlı kalmıyor ve belirttiğim üzere hayatın tüm alanlarına taşan ve orada kalıcı, yapısal müdahalelerde bulunan bir sınır tanımazlıkla ilerliyor. O yüzden asgari ücret ile ilgili konuştuğumuzda bu konuşmanın hayatımızın tüm alanlarına değen ciddi boyutlarının bilincinde olmak zorundayız.

Asgari ücreti sadece asgari ücretle çalışanların meselesi olarak anlamak mevzudan bihaber olmaktır.”

Hükümet kanadı, çalışanları “enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” söylemini tekrarlamakta bir beis görmüyor. Ülke olarak bilfiil kendi deneyimimizden biliyoruz ki, ekonomik vaziyetimiz iyi değil. Çalışanlarımızın durumu da emeklilerimizin durumu da önümüzde duruyor. İlmel yakîn, aynel yakîn bildiğimiz bu durumu, resmi anlatının çarpıtan söylemiyle ele aldığımızda enteresan bir manzara çıkıyor. Tam da 2025 yılı için asgari ücretin belirleneceği şu günlerde siyasal-ekonomik gerçekliğimize ilişkin bazı hususlara değinmekte yarar görüyorum.

Fırsat buldukça altını çizmeye çalışıyoruz. Türkiye’nin en büyük sorunlarından birisi meselelerini ciddiyetle ele almamasıdır. Ciddi meselelerini ciddiye almadığı gibi maalesef gündelik meselelerini de ciddiye almamakta çok ısrarcı. O yüzden sorun çözme kapasitesi son derece düşük. Gündelik hayat, kendi döngüsünde ilerliyor, büyük meselelerimizin her biri ise kronikleşiyor. Normalde çözemediğimiz sorunların büyük bir kısmı rahatlıkla çözebileceğimiz nitelikteki sorunlar. Hem sorunların zorluk düzeyi hem de sahip olduğumuz insan kaynağının niteliği anlamlı bir mesafe almamızı mümkün ve hatta kolay kılması gerekiyor. Ancak ciddiyet olmadığında yapabilme kapasitemiz atıl hale geliyor ve rahatlıkla çözebileceğimiz meselelerimiz bile büyük bir soruna dönüşüyor. Diğer taraftan zor ve ciddi meseleler ise mevcut kapasitemizi aşan, onu zorlayan nitelikte sorunlar oldukları için tabiatı icabı çok daha büyük ciddiyet ve dikkat gerektiriyorlar. Bunların en önemlilerinden birisi de, maalesef çok da ciddiye almadığımız asgari ücret meselesidir.

Asgari ücreti hayatın yalıtılmış bir kompartımanı olan ekonomiye ait teknik bir meseleye dönüştüren egemen yaklaşım, ciddi meselenin ciddiyetini aşındırdığı gibi aynı zaman da meseleyi çarpıtan bir hüviyet arz ediyor. Günümüz dünyasında çalışma ve ücret meselesi ekonomik bir mesele olmanın çok ötesinde ahlaki, siyasi, toplumsal bir varoluş meselesine dönüşmüş durumdadır. Daha doğrusu çalışmanız ve ücretiniz sizin varoluş koşullarınızı ve biçiminizi doğrudan tayin eden en önemli unsur olarak beliriyor. Çok teferruatlı olan bu bahis ne ahlaki ne siyasi ne de toplumsal etkileri dikkate alınarak gündem ediliyor ülkemizde. Asgari ücret üzerinden konuştuğumuz rakamlar, ekonominin kendi gerçekliği içinde anlamlı ve önemli göstergelerdir elbette. Ancak mesele burayla sınırlı kalmıyor ve belirttiğim üzere hayatın tüm alanlarına taşan ve orada kalıcı, yapısal müdahalelerde bulunan bir sınır tanımazlıkla ilerliyor. O yüzden asgari ücret ile ilgili konuştuğumuzda bu konuşmanın hayatımızın tüm alanlarına değen ciddi boyutlarının bilincinde olmak zorundayız. Asgari ücreti sadece asgari ücretle çalışanların meselesi olarak anlamak mevzudan bihaber olmaktır. Asgari ücret ile onurlu yaşam arasında bağ var. Asgari ücret ile eğitimde başarı arasında bağ var. Asgari ücret ile adil ve özgür bir Türkiye arasında bağ var vs. Bu bağı yeteri kadar kuramadığımız için ücret meselelerini ya mekanik bir mevzuya dönüştürüyoruz veya nimete şükürsüzlük döngüsünde geçiştiriyoruz. Geleneksel üretim ve yaşam tarzının baskılandığı bir tarihsel-toplumsal eşikte savunma mekanizması kabilinden fakirliğin yüceltilmesi anlaşılabilir. Ancak bütün dokusu başkalaşım geçiren günümüz dünyasında da aynı şekilde yol almaya çalışmak hem gerçekliği yitirmek hem de derinleşen toplumsal eşitsizlik ve gelir adaletsizliği sistematiğine karartma uygulamaktır.

Asgari ücret meselesi dünyanın her tarafından ciddiye alınması gereken bir meseledir. Birincisi ve önemlisi doğrudan insan hayatı ve onuruyla ilgili bir mesele olmasıdır. Asgari ücretin belirlenmesindeki amaç da budur zaten. Öyle bir rakam belirleyelim ki bu rakam en düşük bile olsa bu düşüklük, insan onuruna ilişkin seviyeyi muhafaza etsin. Asgari ücret en düşük olduğu için bize yukarısına ilişkin bir güvence vaadinde bulunmaz. Asgari ücret anlamını ve güvencesini kendinden daha aşağı bir ücretin olmayacağını, olamayacağını belirtmesinden alır. Bu açıdan baktığımızda asgari ücret tartışmamızda altı çizilmesi gereken hususlardan birisinin de bu seviyenin altında bir ücretin yasal, meşru ve makul olamayacağına ilişkin vurgudur.

Ancak mesele burada biraz çatallanıyor. O yüzden üzerinde durmakta yarar var. Spekülatif bir tartışma yürütmüyoruz. Zamandan mekândan bağımsız şekilde asgari ücretin ne olması gerektiği ile ilgili fantastik bir arayışta da değiliz. 2025 yılının Türkiye’sinde, açlık sınırının 30 bine, yoksulluk sınırının 70 bine yaklaştığı gerçeklik içinde konuşuyoruz. Üstelik belirlenecek ücret anlaşıldığı gibi ülkemizde en düşük çalışma ücreti olarak kalmıyor. Çünkü asgari ücret örneğin Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi çalışanların yüzde onundan çok azı için geçerli olmaktan ziyade ülkemizde çalışanların yarısı için geçerli olan temel ücret olarak farklılık gösteriyor. Dolayısıyla Türkiye’de asgari ücret denildiğinde sınırlı sayıdaki insanın ekonomik vaziyetini değil esasında ülkenin tamamına etki eden büyük ve yapısal kriz durumuna işaret ediyor. Bu yüzden de ekstra bir ciddiyet talep eden meselenin; hükümetin ve kamuoyunun müdahalesiyle rakamların, yüzdelerin, istatistiklerin gölgesinde görünmez hale gelmesine dikkat edilmelidir. Çünkü sert ve tahripkâr koşulların girdabında sürüklenen milyonlarca insanın bugünü ve yarını, hükümeti kayırmak üzere çarpıtılan istatistikler üzerinden başkalaştırılıyor. Oysa yoksulluk, yoksullaştırma ülke insanının ihmal ve istismar edilmesidir. İnsanların onurlarının, haysiyetlerinin, insan olma kapasitelerinin zedelenmesidir. “İnsan onuruna uygun bir yaşam sürme” amacının görmezden gelindiği bir süreç bürokratik dili, teknik detayları ve çarpıtılmış istatistikleri ile bir iktidar oyunu olarak değerlendirilmelidir. Sosyo-ekonomik gerçekliğimizin bu hâli toplumun geniş kesimlerine yönelen yapısal bir şiddettir. Toplumun yaşam standardını belirleyen ve kuşaklar arası transfer eden bu ekonomi-politik tam da bu boyutları nedeniyle hayati önemdedir. Yeni kuşakların John Rawls’ın ifadesiyle “toplumdaki başlangıç konumunu” sınıfsallaştıran, kadere dönüştüren gerçekliğimiz hükümetin sosyal-sınıfsal tercihlerini göstermesi açısından da ibretliktir.

Alt sosyo-ekonomik durumdaki kesimlerin konumlarının pekiştirilmesini ve bir takım sosyal yardım mekanizmalarıyla siyasal iktidara bağımlı kılınmasını önceleyen mevcut ekonomi-politik en büyük beka tehdididir. Ülkemizde asgari ücretin temel ücrete dönüşmesi uygulanan ekonomi-politiğin beklenmeyen, istenmeyen sonucu olarak asla değerlendirilemez. Hükümetin bölüşüm/paylaşım düzeneğinin doğal, beklenilen ve istenilen sonucu olarak görülmelidir. Mesele teknik bir rakamın belirlenmesinin ötesinde nerede, nasıl, kimden yana konumlandığınız, kimin için çalıştığınız ve tercihte bulunduğunuz, neyi ne kadar öncelediğiniz gibi son derece açıklayıcı, tanımlayıcı nitelikler taşımaktadır.

“Asgari ücret” asgari yaşam demektir. Kısır koşullar, imkânsızlıklar, yoksulluklar, yoksunluklar demektir. İnsan onurunun tehdit altında olması, insanların insandışılaştıran koşullarda hırpalanması, insan bilincinin, ufkunun körelmesi, duygu, inanç ve ilişkilerinin yapısal bir şiddetin süreğen baskısına maruz bırakılması demektir. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun ve Hükümetin mevzuyu kaydırması gereken odak burasıdır. Elbette ekonomik işleyişin bir rasyonellik temelinde işlemesi gerektiğini heterodoks ekonomi maceralarından hayatımız karararak biliyoruz. Ancak mevcut bölüşümü gerçekleştiren rasyonelliğin de haktan, adaletten yoksun olduğu apaçık görülmektedir. Bu nedenle “Enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” söylemlerinin kuru bir retorik olmanın ötesinde anlamı olamaz. Heterodoks ekonomiyle ölümü tecrübe ettik ancak mevcut rasyonellikle de ölümden beter olmayan sıtmaya mahkûm ediliyoruz.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir