İsrail katliamlarını Filistin’den Lübnan’a ve Suriye’ye uzanarak devam ediyor. Nasrallah’ın suikast sonucu öldürülmesiyle İsrail ve Hizbullah arasındaki çatışma arttı. Saldırılar nedeniyle Güney Lübnan şehirleri boşaltıldı. Lübnan halkının bu süreci nasıl değerlendiriğine dair sorularımızı Lübnanlı Gazeteci Havra Kubeysi bölgeden yanıtladı. Kubeysi, ‘İsrail’in hedefi, Lübnan’da iç savaş çıkararak direnişi kırmak’ dedi.
FEYZA NUR ÇALIKOĞLU
7 Ekim Aksa Tufanı operasyonundan sonra İsrail Gazze Şeridi’ne yönelik başlattığı katliama 13 aydır devam ediyor. Soykırımın ilk gününden beri İsrail’in hedeflerinden biri de Lübnan oldu. İsrail 8 Ekim günü Güney Lübnan’a füze fırlattı. Savaşın şiddetini gün geçtikçe arttıran İsrail Devleti savaşa Lübnan başta olmak üzere bölgedeki ülkeleri de çekmek istediği gündeme geliyor. İsrail’in Lübnan’a yönelik bombardımanlarına Suriye’ye yaptığı yoğun saldırılar da eklendi. İsrail’e karşı direniş cephesinde HAMAS’a destek olan ve İsrail’e karşı savunma hattında bulunan Lübnan, Yemen, İran ve Suriye’yi de bombalamaya devam ediyor. İsrail, 17 Eylül’de gerçekleşen çağrı cihazı patlamasıyla Lübnan’a büyük bir saldırı gerçekleştirdi. Ardından 27 Eylül’de Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ı, düzenlediği suikast sonucu öldürdü. 30 Eylül’de İsrail Güney Lübnan’a karşı kara harekatını resmen başlattı. Aynı dönemde Nasrallah’tan sonra ikinci lider olarak görülen Haşim Safiyüddin’i de öldürdü. Lider kayıplarının ardından 29 Ekim’de Naim Kasım Hizbullah’ın yeni lideri konumuna geldi. Şu ana kadar İsrail saldırılarında 3400 kişi hayatını kaybetti. 14.400 kişi yaralandı. Lübnan içerisindeki hastanelerin vurulması ve iç göç nedeniyle Lübnan’ın sağlık hizmeti yaralılara yetmez halde. İsrail bombardımanlarının yoğunlaştığı eylül ayından beri Lübnan’dan Suriye’ye yoğun göçün devam ettiği kaynaklarda yazıyor.
‘İSRAİL ELİNDEKİ TEK KARTI OYNADI’
Güney Lübnan Dahiye bölgesinde gazetecilik yapan İsrail Uzmanı Havra Kubeysi, lider değişikliğinin Hizbullah’ı nasıl etkileyeceğine ve Lübnan halkının durumunu sahadan KARAR’a değerlendirdi. Bizzat Dahiye bölgesinde yaşayan Kubeysi, Hizbullah’ın silah bırakma ihtimali, Güney Lübnan’da yaşanan iç göç, Lübnan halkının mezhepsel dinamikleri ve İsrail’in askeri gücüne dair sorularımızı yanıtladı. Kobayssi, “İsrail elinde kalan tek kartı oynadı, Nasrallah’ı öldürerek Hizbullah’ı yenebileceğini düşündü ancak eline hiçbir şey geçmedi. Güney Lübnan’da insanlar direnişe daha sıkı sarılmaya başladı” dedi.
Lübnan’da yaşayan bir gazeteci olmasının yanı sıra Güney Lübnan'da yaşayan ve Hizbullah’ı yakından takip eden, Havra Kubeysi, Hizbullah’ı var eden dinamikleri ve halk ile ilişkisini anlattı:
“Hizbullah kuruluş itibariyle kendini bir lidere bağlı değildir. İşgale karşı direnmek ve Lübnan halkını işgalci İsrail’den korumak Hizbullah’ın devamlı hedefidir. İsrail direnişin liderlere bağlı olduğunu düşünüyor, liderleri öldürerek direnişi bitiremeyeceğini anlamadı anlamayacak. Hizbullah silah bırakamaz çünkü İsrail karşısında onu sarsan bir güç görmediğinde asla durmayacak ve savaşı büyütecek. Nasrallah’ın şehit edilmesi ve yerine Şeyh Naim Kasım’ın geçmesi Hizbullah’ın ve direnişi destekleyen Lübnan halkının azmini daha fazla arttırdı. İsrail elinde kalan tek kartı oynadı, Nasrallah’ı öldürerek Hizbullah’ı yenebileceğini düşündü ancak eline hiçbir şey geçmedi. Güney Lübnan’da insanlar direnişe daha sıkı sarılmaya başladı. Hizbullah halkın kendisi ve halk beyaz bayrak kaldırmadığı sürece Hizbullah’ta yenilmeyecek.”
HİZBULLAH’TAN ‘ACITMA STRATEJİSİ’
Naim Kasım’ın liderliğe gelmesiyle Hizbullah’ın yeni bir savaş stratejisi başlattığını ifade eden Havra Kubeysi, Lübnanlılar yeni aşamaya ‘Acıtma Stratejisi’ diyor diyerek, artık direnişin İsrail’e ait fabrika ve sivil yerleşimleri vurduğunun altını çizdi:
“Şeyh Naim Kasım Hizbullah’ın yeni lideri olarak seçildiğinde artık direniş için yeni bir dönem başladı. İsrail’e karşı savaş Gazze’ye yardım stratejisi iken, şimdi direkt olarak İsrail’e yıkıcı saldırılar yapmaya başlandı. Hizbullah buna acıtma stratejisi adını verdi. Hizbullah Lübnan’a doğrudan saldıran İsrail’e doğrudan saldırarak yalnızca askeri noktalarını değil sözde sivillerin yaşadığı bölgeleri, İsrail’in fabrikalarını hedef alıyor. İsrail kuzeyi tahliye edildi ve ölü sayısı arttı. Artık onlar da göç etmek zorunda. Bu strateji yeni bir şey değil. İsrail’e karşı savaş stratejileri önceden belirlenmişti. Hizbullah yerinde bir devlet ve devlet ordusu olsaydı son saldırılardan sonra yıkılabilirdi. Güney Lübnan'da tek saldırıda 4000 yaralı oluyor.”
‘LÜBNAN 8 EKİM’DEN BERİ İSRAİL’İN HEDEFİ’
Hizbullah, Gazze’de ateşkes olmadıkça silahı bırakmamak konusunda kararlı. Ancak Lübnan’a yönelik saldırıların artmasıyla İsrail-Hizbullah çatışmasının artık Gazze’den bağımsız olmaya başladığı, Gazze’de ateşkes olsa dahi Hizbullah’ın ateşkesi kabul etmek için yeni bileşenleri olduğu tartışılıyor. Güney Lübnan’a yönelik saldırıların 8 Ekim’de başladığını söyleyen Kubeysi, Hizbullah’ın savaştaki konumunu nasıl gördüğünü anlattı:
“Hizbullah’ın savaşa girmesinin tek sebebi mazlum bir halka yardım etmek değil. İsrail karşısında onu sarsan bir güç olmadığında had bilmeyen ve önü alınamaz hale geliyor. Hizbullah’ın savaşa girmesinin bir nedeni de kendini korumak ve savaşın Ortadoğu’ya yayılmasını engellemek. 7 Ekim’de Aksa Tufanı operasyonu yapıldı. 8 Ekim’de Hizbullah İsrail’e füze attı. 10 Ekim’de Dahiye’de 55 hedef vuruldu. Lübnan’ın güneyinde ise 80 hedef vuruldu. Savaşın ilk gününden beri İsrail için Lübnan hep hedef oldu.”
A27 YASASI
Gazeteci Kubeysi, İsrail’den gelen ölü sayısını sansürleyen A27 yasasından bahsederek, İsrail medyasını direkt olarak İsrail ordusunda bulunan birimin yönettiğini ifade etti:
“Bu savaş hem meydan hem strateji hem de medya savaşı. İsrail ordusunda var olan bir birimin tek görevi medyayı yönetmek. Bazı olaylarda olay yaşandıktan hemen sonra A27 dedikleri yasayı uyguluyorlar. Hiçbir medya kuruluşu olayla ilgili bilgi paylaşımı yapamıyor. Buna karşı çıkıp haber yapanlar ise sert bir şekilde cezalandırılıyor. Medya yasağı direk olarak İsrail yasalarında var. Yasalara göre medyayı İsrail ordusu kontrol ediyor. A27 yasasının uygulanmasını toplum da reddetmiyor. Bunu milli bir menfaat olarak görüyorlar. Karadan yapılan çatışmalarda veya Lübnan’ın güneyine girmeye çalışan askerler vurulduğunda İsrail bunu saklıyor. Ordularında hem Etiyopya yahudileri hem arap durzileri hem de Filistin'in güneyinde yaşayan bazı bedeviler kullanılıyor. Bu insanlar İsrail için değerli askerler değil. Onlardan biri öldüğünde kayıp olarak görmüyor ve istatistiklere geçmiyor. Asker ailelerine para veriyorlar ve ölümün üstünü örtüyorlar.”
MEZHEPÇİLİK ÜZERİNE KURULU BİR ÜLKE
Lübnan’da Hizbullah’ın yanı sıra Lübnan hükümeti ve Lübnan ordusu gerçekliği kendisini gösteriyor. Yönetim mekanizmaları gibi Lübnan halkı da iç çatışmaları yoğun olan bir ülke. 1943 yılında Fransız sömürgesinden kurtulmasına rağmen Lübnan hükümeti hala Fransa’nın etkisi altında. Macron yaptığı açıklamada Lübnan ordusunu güçlendirmeye başlayacağını bu şekilde de Hizbullah’ın silahsızlandırma ve güney Lübnan’ın Gazze’ye dönüşmesinin engelleneceğini ifade etmişti. Havra Kubeysi, Lübnan’da Fransız işgalinin siyasi olarak devam ettiğini ifade etti:
“Lübnan mezhepçilik üzerine kurulmuş bir devlet. Din ve mezhep burada çok önemli. Lübnan’da cumhurbaşkanı Hristiyan, başbakan Sünni, meclis başkanı ise Şii olmalı kuralı uygulanıyor. Bu kural Fransız işgaliyle Lübnan’a girdi ve halen devam ediyor. Lübnan başbakanı Almanların ve Fransızların tüm önerilerini kabul ediyor. Bu öneriler ise direnişe karşıtı öneriler oluyor. Mesela ‘Almanların Hizbullah Güney Lübnan'dan çekilsin’ önerisi Lübnan Devleti tarafından kabul edildi. Yıllar boyunca Hristiyanlar en yüksek konumda Şiiler ise en düşük konumda oldular. Şiiler sürekli ayaklanma çıkartıyorlardı. Lübnan ordusunun komutanı dahi Hristiyan ve tamamen Amerikaya bağlı bir ordu var. Bu nedenle Lübnan Devleti’nin kararı Hristiyanların kararı anlamına geliyor.”
Lübnan’daki sınıfsal ayrımın mezhep üzerinden kurgulanması halk arasında sürekli çatışmalara sebep oluyor. 8 Ekim’le birlikte İsrail’i hedef alarak direnişi sürdüren şii ve sünni gruplar arasındaki birlikteliği Gazeteci Kubeysi'ye sorduk. Bölgesel olarak da Güney’de yaşayan Şii halkın doğalından direnişle iç içe olduğu 1982 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgalinde de bugün olduğu gibi ilk hedef Lübnan’ın güneyi olmuştu.
“Lübnan’da Sünniler ise gruplara ayrılıyor. Siyasi Sünnilerin tersine Sünni halk Aksa Tufanı’ndan itibaren Hizbullah’la dayanışma içerisinde. Lübnan’da Sünni güçlerden Fecr Kuvvetleri yani Lübnan’daki Müslüman Kardeşler. Direniş Seriyyeleri, Sünni ama sosyalist bir grup, HAMAS’ın güçleri, İslami Cihad gibi gruplar var. Öte yandan bu gruplar Hizbullah’ın yönetimi altında. Hizbullah bu örgütlere eğitim ve destek vererek bugüne hazırladı. 8 Ekim’den sonra sınır bölgelerinde saldırılar düzenliyorlardı. Bu durum Lübnan’ın milli birliği adına çok güzel sonuçlar ortaya koydu. Mezhepler arasındaki birlik adına önemli bir adım oldu. Savaş büyüdükçe örgütler Hizbullah kanadıyla savaşmaya başladı. Direniş Lübnan’da yalnızca Şiilere has bir şey değil. Yalnızca coğrafi durumdan dolayı Lübnan’ın güneyinin vurulduğu için işgale maruz kalan bölge halkı Şiiler oluyor. 1982’den ve 2000 yılından beri Lübnan’da Şiiler mücadele etmek zorunda. 82’de Lübnan’da Hristiyanlar Şaron’la yanyanaydı.”
‘12 GENÇ DİRENİŞİ BÜYÜTTÜ’
İsrail’in 1982 yılında Lübnan’ı işgal etmesinden sonra İsrail ve Lübnan arasındaki en sıcak savaş 2006’da yaşandı. 36 gün süren savaşta İsrail’e karşı savaşan Hizbullah sınırı geçerek İsrail köylerini vurdu. 1975’te başlayıp 1990 yılında biten Lübnan iç savaşı sırasında yaşanan İsrail işgali en büyük işgal olarak tarihe geçti. 82’de yaşanan savaşta tıpkı bugün olduğu gibi güney Lübnan’dan Beyrut’a kadar uzandı. Kubeysi, Hizbullah’ın nasıl kurulduğunu, siyasi ve askeri kanat ayrımını anlattı:
“Hizbullah için siyasi ve askeri kanat ayrımı yok. Hizbullah Filistinli direniş örgütleri gibi değil. HAMAS’la kıyaslarsak eğer, onlar bir direniş örgütü ancak devlet kurma iddiaları da var. Bu nedenle HAMAS’ta hem siyasi bir kanat hem de askeri bir kanat var. Siyasi kanat Gazze’de yönetimi temsil ediyor. Hastane, okul, üniversite gibi tüm devlet kurumlarını yönetiyor. Hizbullah için böyle bir durum söz konusu değil. Hizbullah 1982 yılında Lübnan işgali sebebiyle 12 gencin bir araya geldi, 1985 yılında ise resmi olarak kuruldu. Direnen 12 genç direnişi büyüttü ve bir örgüt oldu. Bu örgüt farklı tugaylar ve farklı gruplardan oluşuyor. Hizbullah’ın amacı işgallere karşı halkını savunmak bir devlet kurmak amacı gütmüyor. Tabi şu an mecliste olan Hizbullah siyasetçileri var. Bu siyasetçiler 2006 savaşından sonra meclisin Hizbullah savaşı bıraksın tekliflerine karşılık ortaya çıktı. Meclisten direnişe karşı çıkacak teklifleri engellemek için milletvekili olarak orada bulunuyorlar.”
İÇ GÖÇ LÜBNANLILARI ZORLUYOR
Havra Kubeysi, Dahiye bölgesine yapılan büyük bombalamalardan sonra şehrini bırakıp göç etmek zorunda kalan sığınmacılardan biri. Halkın Lübnan’ı kaybetmemek için direnmek zorunda olduğunu ifade eden Kubeysi, sığınmacıların neler yaşadığını anlattı:
“Eylül ayında Güney Lübnan Dahiye bölgesine yapılan saldırılardan sonra iç göç yaşanmak zorunda kaldı. Ben de göç eden sığınmacılardan biriyim. Evimiz ve dükkanımız yıkıldı. Bombalama esnasında sadece üzerimizdeki kıyafetlerle evden çıkabildik. Göç etmek zorunda kalan halk evini iş yerini kaybetti ve Lübnan Devletinden ve çevre devletlerden hiçbir şey beklemeden direnişi desteklemeye yaşamaya devam ediyor. Şii bölgeler vurulduğu için sünnilerin, hristiyanların ve dürzilerin yaşadığı bölgelere göç eden Güney Lübnanlılar için hayat çok zor. Hizbullah sığınmacı olan halka yardım etmeye çalışıyor. Ancak özellikle Hıristiyan bölgelerde Güney Lübnan’dan gelen insanlar karalamaya maruz kalıyorlar. Mesela kendi halinde sığınmacı bir aileyi olası bir tehdit olarak görüyorlar ve o aile Şii olduğu için mahallenin bombalanacağı söylentisini yayıyorlar. Devletten onların güvenli bölgelere alınmaması için yardım istiyorlar. Şu an okullarda bir çok sığınmacı kalıyor ancak hükümet okulları boşaltmayı gündem ediyor eğer böyle bir şey olursa yüzlerce insan sokakta kalacak. Ayrıca kiralık evi olanlar da sığınmacılardan yüksek kira istiyorlar. Lübnan ekonomisi iç göç için dahi zorken dış göç söz konusu bile olamıyor. Şu an Lübnan’dan dışarıya büyük bir göç dalgası yok. Lübnan’ın ekonomik durumundan dolayı insanların ülke değiştirmesi çok zor. Tüm bunların yanında Şiileri izleyen ajanlar da var, Hizbullah hakkında bilgi almaya çalıştıkları için insanların can güvenliği tehlikeye giriyor. Halk, Lübnan yorulup pes ederse tüm bölgelerin İsrail'in kontrolü altına gireceğini konuşuyor. Halk tutuklanır ve esaret altında yaşamak zorunda kalırlar. Eğer silah bırakılırsa ikinci şans ölmek, esir düşmek ve ülkemizi kaybetmek. Sürekli tartışılan silah bırakmanın direnişi destekleyen halkta bir yansıması yok.”
İSRAİL, DİRENİŞİ MEZHEPÇİLİKLE KIRMAK İSTİYOR
Havra Kubeysi, İsrail’in Lübnan’ın iç dinamiklerini mezhepsel bir çatışmayla kırmak istediğini anlattı:
“Lübnan’ın Güneyinde 120 kilometrelik sınır alanında 70 bin İsrail askeri duruyor. Lübnan'da ise az sayıda direnişci var. Buna rağmen İsrail hiçbir köyü ele geçirebilmiş durumda değil. Bu çok büyük bir başarısızlık çünkü Avrupa’nın ve Amerika’nın desteğine rağmen başarılı olamıyorlar. İsrail’in bir diğer taktiği de direnişi içeriden kırmak. Lübnan halkı arasında iç karışıklık yaratarak mezhepçi olguları ortaya atarak halkı birbirine düşürmek istiyor. Bu nedenle Sünni değil Şii bölgeler vuruluyor ve Şiileri Sünni bölgelere göç etmek zorunda bırakıyor. Ancak Lübnan halkı bu provokasyonlara karşı oldukça bilinçli söz konusu durumda düşman bir ve direnişi destekleyen halk bir olmaya çalışıyor.”
1071 KANUNU YENİDEN MÜMKÜN MÜ?
Kubeysi, 2006 yılında yaşanan çatışmanın sonlandırılması için BM Güvenlik Konseyince alınmış bir karar olan 1071 kanunu hatırlatarak Hizbullah’ın silahsızlaştırılmasını şöyle yorumluyor:
“1071 kanunu 2006 savaşından sonra ortaya çıkan bir karar. Birleşmiş Milletlerin kuvvetlerinin Güney Lübnan’da bulunan örgütleri silahsızlaştırılması maddesini içeriyor. Ancak Hizbullah zaten tankları tüfekleri olan profesyonel bir örgüt değil. Hizbullah buradaki gençlerden oluşuyor. Askeri üsleri yada Hizbullah’a ait askeri bölgeleri yok. Gizlilik içerisinde yürütülmeye çalışılan bir örgüt. Halkı savunmak için bir tehdit unsuru gördüğünde ortaya çıkıyor. Sonuç itibariyle Lübnan Devletinin kabul ettiği herhangi bir karar Hizbullah’ı ilgilendirmiyor.”
İRAN’IN NÜFUZ SAVAŞI DEĞİL
Havra Kubeysi, İran ve hizbullah arasındaki tartışmalar için savaşın İran’ın nüfuz savaşı gibi görülmemesi gerektiğini ifade etti:
"Bu savaş İran’ın nüfus savaşı ya da İran’ın yayılma savaşı değil. İran hem Hizbullah’a hem Yemen’deki Ensarullah’a hem de Filistin'deki direniş örgütlerine destek veriyor. Karşılığında bu örgütlerden bir şey beklemiyor. Şuan kadar İran’ın Filistin’den bir şey istediğini görmedik. Hizbullah’tan bir şey istemedi. Siyaseten bunu yapın ya da şu bölgeyi vurun demedi.”
Röportaj esnasında Havra Kubeysi’nin bulunduğu bölgeden bombardıman sesleri geliyordu. Bombardımanın her an devam ettiğini söyleyen Kubeysi’ye son olarak Türkiye hakkında neler söyleyebileceğini sorduk:
“Türkiye’yi birçok Arap ülkesinden daha yakın görüyoruz. Ancak Türkiye Devletinin politikalarını beğenmiyoruz. Tabiki her devlet kendi menfaatine göre davranır fakat Türkiye Devletinin bir çok tutumu direnişi rahatsız ediyor. Türkiye halkına gelince, halk her zaman antisiyonist olduğunu gösterdi En önemlisi Türkiye halkı mezhepçi bir halk değil. Türkiye - İsrail ilişkisine çok fazla değinmek istemiyorum. Erdoğan’ın İsraille ilgili bir politikası var. Bu politikalar hakkında konuşmak istemiyorum. Sadece desteklemediğimiz eleştirdiğimiz politikaları olduğunu söyleyebilirim. Öte yandan Türkiye halkına selam yolluyorum.”