Görüşler

Dr. Ümit Alperen yazdı: ABD-Kuzey Kore gerilimi nereye çıkar?

Dr. Ümit Alperen yazdı: ABD-Kuzey Kore gerilimi nereye çıkar?

Ankara Politikalar Merkezi’nde Doğu Asya Uzmanı Dr. Ümit Alperen, ABD-Kuzey Kore gerilimini değerlendiriyor.

Kuzey Kore’nin, 4 Temmuz 2017’de yani ABD’nin Bağımsızlık Günü’nde, nükleer başlıkla donatılabileceği iddia edilen ilk kıtalararası balistik füzesi Hwasong-14’ü başarılı bir şekilde denediğini açıklamasıyla düşük düzeyde de olsa devam eden ABD-Kuzey Kore gerginliği karşılıklı restleşmelerin ve tehditlerin artmasına neden olmuştur. 4 Temmuz’daki ilk denemenin ardından 28 Temmuz’da Kuzey Kore’nin 3000 km. orta menzilli ikinci kıtalararası balistik füze denemesi, ABD Başkanı Donald Trump’a, agresif politikalarını retorik düzeyde de olsa uygulama fırsatı vermiş ve kendisini oldukça kızdırmıştır. BMGK, Kuzey Kore’nin füze denemelerine karşı 5 Ağustos’ta Çin’in ve Rusya’nın dahil olduğu tüm üyelerin desteği ile kömür, demir, demir cevheri gibi madenlerin ihracatını yasaklayan, yaklaşık 1 milyar dolara yakın bir maliyeti olacak yaptırım kararı almıştır. Fakat bu yaptırımların Kuzey Kore’yi sakinleştirmek yerine daha da kızdırdığı görülmektedir. Kuzey Kore’nin, Pasifik’te Japonya’nın güneyinde, Filipinler’in doğusunda yer alan ve 25.000 Amerikan askerinin bulunduğu stratejik Guam Adası’na saldırabileceğini açıklaması mevcut gerginliği yeni bir düzeye taşımıştır. Bu açıklamalara karşı Trump’ın, Kuzey Kore’nin tehditlerini sürdürmesi halinde, ateş ve öfke ile karşılaşacağını söylemesi, krize yeni bir boyut katmıştır.

Çin’in ABD-Kuzey Kore gerilimindeki  pozisyonu

Çin’in Kore Yarımadası’ndaki en büyük önceliği, sürdürülebilir bir istikrardır. Çin her ne kadar Kuzey Kore’nin öngörülemez liderinden çok hoşlanmasa da nükleer çalışmalarının Doğu Asya’da bir silahlanmayı tetiklemesinden çekinmektedir. Fakat Kuzey Kore rejiminin yıkılması halinde, ABD ve müttefikleri ile arasındaki tampon bölgenin ortadan kalkması ve 29 bin Amerikan askerinin bulunduğu Güney Kore’nin kontrolü altına girmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla, 1950-53’te Çin’in zayıf bir döneminde bile taviz vermediği bir konuda, güçlü sayılabileceği bir durumda geri adım atması beklenmemelidir. Aynı zamanda Çin, Kuzey Kore’de rejimin çökmesi ile milyonlarca insanın sınırına yığılması ve istikrarsızlığa yol açmasından kaygı duymaktadır. Çin Dışişleri Bakanı,  Nisan 2017’de ABD ve Kuzey Kore’ye, bir savaşın çıkması halinde herkesin kaybedeceği bir durumun söz konusu olacağını  ifade etmiştir.

Çin daha önceki gerilimlerde de olduğu gibi, ABD-Kuzey Kore arasındaki gerginliği kendi ulusal çıkarlarını merkeze alarak yatıştırmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda Çin, BMGK’nın, daha öncekiler gibi, Kuzey Kore’ye bu yaptırım uygulama kararlarını da desteklemiştir. Çin’in BMGK’daki bu tavrı, Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan arındırılması konusunda ABD ile retorik olarak ortak görüşte olduklarını göstermektedir. Fakat Çin, Kuzey Kore’ye karşı BMGK yaptırımlarını desteklerken, Kore yYarımadası’ndaki statükonun bozulmamasını ve sorunun Kore Yarımadası bağlamında bir bütün olarak ele alınması gerektiğini ifade etmektedir. Bu çerçevede de Çin, yaptırımları desteklerken, ABD ve Güney Kore arasında Doğu Asya’da gerçekleşen askeri tatbikatların da gerginliği tetiklediğini, dolayısıyla bu tatbikatların durdurulması gerektiğini resmi kanallar ile ifade etmektedir. Fakat Çin’e göre, bu hedefe, Kuzey Kore’ye yaptırım ve baskı uygulayarak ulaşılması zordur. Çin bu tehdit, baskı ve yaptırımların, Kuzey Kore’nin varoluşsal tehdit algı düzeyini yükselttiğini ve sorunun çözülmesini engellediğini düşünmektedir.

ABD-Kuzey Kore arasında bir savaş  çıkması ihtimali  neden zayıftır?

Fiili olarak devam etmese de Haziran 1950’de başlayan Kore Savaşı resmi olarak halen devam etmektedir. Pekin ve Washington yönetimleri arasında 27 Temmuz 1953’de imzalanan ateşkes antlaşması ile savaşa ara verilmiştir. Yani Kore Yarımadası’nda ABD ve Çin arasında bir ateşkes vardır ve hangi taraf karşı saldırı yaparsa, o taraf ateşkesi ihlal etmiş sayılır. Ne ABD ne de Çin’in bu ateşkes antlaşmasını ihlal etmek istemesi ihtimal dâhilinde gözükmektedir.

Açıkçası Kuzey Kore’de bir savaşın çıkmasını ve bu savaşa  ABD ile Çin’in de dâhil olmasını beklemek, 1970’li yılların başında başlayarak Soğuk Savaş sonrasında devam eden ve son 10-15 yıldır inişli-çıkışlı da olsa “kurumsallaşarak  » bir dengeye oturan ABD-Çin ilişkilerinin de yıkılması demektir. ABD-Çin arasında savaşa varan bir durum, sadece bu iki ülkeyi değil, bütün uluslararası sistemi sarsar ve “Pandora’nın Kutusu” açılır. Oysa her iki ülke arasında tecrübelerle öğrenilmiş bir “rekabetsel işbirliği  » olarak ifade edebileceğimiz bir ilişki vardır. Diğer bir ifade ile her iki güç arasında zaman zaman krizler ortaya çıksa da belirli bir seviyenin ötesine geçmesine taraflar müsaade etmemektedir. Kuzey Kore ve Tayvan, Çin’in hassas noktalarıdır. ABD yönetiminin, Kuzey Kore’ye Çin’i ikna etmeden saldırması uzak bir ihtimaldir. Kuzey Kore, ABD’yi ve Trump’ın Ocak 2017’de Beyaz Saray’a oturmasından itibaren artan tehditlerini “varoluşsal bir tehdit” olarak algılamaktadır. Trump’ın, Nisan 2017’de Mar-a-Lago, Florida’da görüşmesinde Xi’ye, Kuzey Kore nükleer sorununun çözümünde Çin’in yardımcı olmasını talep etmiş ve aksi durumda bu sorunu tek başına çözme konusunda kararlı olduğunu ifade etmiştir. Çin-ABD arasındaki geleneksel kriz çözümünün bu kez Kuzey Kore geriliminde çalışmadığı ve Trump’ın agresif kişiliğinden de kaynaklı bir şekilde gerilimin karşılıklı olarak adım adım tırmandığı görülmektedir. Trump’ın aksine ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’ın ve ABD’li diğer politika yapıcıların daha diplomatik bir dil kullanması, söz konusu gerilimin tırmanmasına Trump’ın agresif kişiliğinin neden olduğunu ortaya koymaktadır.

17-08/14/1408krr11a.jpg

Her şeyden önce, Doğu Asya’da ABD’nin yakın müttefiki olan Japonya ve Güney Kore de Kuzey Kore sorununun savaş ile çözülmesi -aslında savaş ile daha da karmaşıklaştırılması- seçeneğine şiddetle karşıdır. Kuzey Kore’nin füze çalışmalarının doğrudan hedefi olan bu iki ülke, bir savaşın çıkması durumunda en çok kendilerinin ekonomilerinin ve altyapılarının zarar göreceğinin farkındadırlar. ABD’nin Doğu Asya’daki iki önemli müttefiki de sorunun savaş ile değil diplomatik yollardan çözülmesi taraftarıdır. İkinci olarak, Kuzey Kore nükleer bir güçtür. Kuzey Kore’ye saldırılması halinde, Trump gibi pek de normal bir kişiliğe sahip olmayan Kim Jong-un’un nükleer silah kullanmayacağının ve kontrolden çıkmayacağının garantisini Çin de dâhil kimse verememektedir. Fakat Kuzey Kore’nin savaşı başlatan taraf olması durumunda, ABD’nin karşı saldırısını meşrulaştıracağı gibi, kendi üzerinde de yıkıcı etki bırakacağının Kim Jong-un da farkındadır. Dolayısıyla Kuzey Kore’nin, Guam Adası dâhil ABD hedeflerine bir saldırıya cesaret edemeyeceği açıktır. Ayrıca herkesin malumudur ki ABD ve Kuzey Kore arasında nükleer silahların kullanılmasının sadece bölge için değil, bütün dünya için yıkıcı bir etkisi olacaktır. Üçüncü olarak, 1961 yılında Çin ve Kuzey Kore arasında imzalanan  “Çin-Kuzey Kore Karşılıklı Yardım, İşbirliği ve Dostluk Antlaşması’na” göre iki ülke müttefik olmuştur. Bu antlaşmaya göre eğer taraflardan birisi dışarıdan bir saldırıya uğrarsa diğeri ona askeri ve diğer yardımlarda bulunacaktır. Bu antlaşma, 1981 ve 2001 yıllarında olmak üzere iki defa uzatılmıştır ve şu anda da 2021 yılına kadar geçerlidir. Doğusu, ABD ve müttefikleri -Güney Kore, Japonya, Tayvan- tarafından bloke edilmiş durumdaki Çin için Kuzey Kore “tampon bölge” görevi görmektedir. Nasıl ve hangi yöne evrileceği tahmin edilemeyen ikinci bir Kore Savaşı’na, ABD ve Çin başta olmak üzere aktörlerin cesaret edemeyeceği ve bir şekilde savaşın önüne geçileceği kanısı hâkimdir. 

ABD-Kuzey Kore  geriliminin  muhtemel sonuçları  ne olabilir?

ABD-Kuzey Kore gerginliğine, Kuzey Kore nükleer sorununun ve rejiminin agresif politika gerçekliğini gözden kaçırmadan Çin-ABD ilişkileri çerçevesinde de bakmakta fayda olduğu kanısındayım. Hatırlanacağı gibi, Trump ilk göreve geldiği günlerde Çin’i hedef almış ve “Tek Çin” -Tayvan sorunu- tartışmaları ikili ilişkilerde gerginlik yaratmıştı.

Aslında Doğu Asya’da bu tür gerginlikler zaman zaman yaşanmakta, taraflar birbirinin sınırlarını test etmekte ve taviz elde etmeye çalışmaktadırlar. Çin-ABD gerginliğinin maliyeti yüksek olması nedeniyle diğer sorunlar üzerinden bir gerginlik yaşanmaktadır. Doğu Asya’da genellikle Tayvan ve Kuzey Kore merkezli krizler patlak vermektedir. Bir yönüyle de bu tür krizler özellikle ABD tarafından Çin’e karşı diğer konularda pazarlık unsuru olarak kullanılmaktadır. Kore Yarımadası’nda savaş patlak verecek derken, ABD’nin oldukça “meşru  » bir şekilde Güney Kore’ye - Çin’in de ulusal güvenliğine tehdit olarak gördüğü- THAAD füzelerini yerleştirdiğini ve Tayvan’a 1.4 milyar dolarlık silah satışına onay verdiğini görmekteyiz. Dolayısıyla Doğu Asya’da, Tayvan ve Kuzey Kore’nin merkezde olduğu krizlerin tam olarak anlaşılması için ABD-Çin ilişkilerinin durumuna da kapsamlı bir şekilde bakmakta fayda olduğu kanısındayım.

Ayrıca Trump, Doğu Asya’da Japonya ve Güney Kore’nin kendi güvenliklerini sağlaması gerektiğini ve ABD’nin koruma harcamalarına destek vermelerini istemişti. Muhtemelen bundan sonraki süreçte, ABD bölgedeki müttefiki Japonya’nın 2. Dünya Savaşı sonrasında öz savunma dışında silahlanmasının önünde engel teşkil eden anayasasının 9. maddesinin değiştirilmesini daha “meşru” bir zeminde destekleyebilir. Dolayısıyla Japonya’nın yeniden silahlanmasını sağlayarak bölgede Çin’i bir “bölge ülkesi” aracılığı ile dengeleme yoluna gidebilir. Son olarak, krizin kısa vadede yatışacağı ve Çin’in de başlatmak istediği Altılı Görüşmeler’in (Six-party Talks) diplomatik çabalarla yeniden başlayacağı beklenebilir.

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir