Eğitimci Bekir Birbiçer, Suriyeli mülteci çocuk ve gençlerin entegrasyonunu sağlayacak eğitim politikalarının acilen oluşturulması gerektiğini belirtiyor.
2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş, milyonlarca insanın vatanını terk etmesine yol açtı. Bugün dünyanın değişik coğrafyalarına savrulan bu insanlar yabancı diyarlarda var olma savaşı veriyor. Evsiz, yurtsuz, vatansız kalmış çoğu kadın ve çocuk olan bu insanlar tanımadıkları; dilini, kültürünü bilmedikleri ülkelerde yeni hayatlarını kurma mücadelesi verirken misafir oldukları ülkelerin de çehresini değiştiriyorlar. O ülkelerden biri de bu mültecilerin yüzde 54’ünü misafir eden Türkiye.
Göç idaresi Genel Müdürlüğü’nün 13.07.2017 tarihli verilerine göre ‘geçici koruma’ kapsamındaki Suriyeli sayısı 3 milyon 88 bin 61. Herhangi bir statüsü olmayanları da dâhil ettiğimizde 4 milyon civarında bir Suriyeli nüfusun ülkemizde bulunduğu görülüyor. Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde beşine tekabül eden bu insanların 1 milyon 300 bin civarındaki bölümü 0-18 yaş arası çocuklardan oluşuyor. Bahçeşehir Üniversitesinin araştırmasına göre her birinin ailesinde iç savaşa kurban verilmiş en az bir kişinin bulunduğu bu çocukların yarısından çoğu klinik manada depresyonda iken yüzde 35’i travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor. Gelecekten de oldukça umutsuz olan bu neslin ‘kayıp kuşak’ olma ihtimali ciddi bir tehdit olarak önümüzdeyken aynı zamanda bu nüfusun ülkemize katkı sunabilecek bir vaziyete kavuşması da önemini, önceliğini ve hayatiyetini koruyor.
Genç nüfusun başlı başına bir güç parametresine dönüştüğü günümüz dünyasında Suriyeli mültecilerin uzun vadede Türkiye için taşıdığı önem açıktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aile başına üç çocuk önerisini son dönemde dörde çıkarması durumu teyit eder niteliktedir. Zira bugün çok konuşuluyor olmasa da Türkiye nüfusu yaşlanıyor. Nüfus artış hızımız yıllık yüzde 1.3 ile erkeklerin çoğunun askere alındığı İkinci Dünya Savaşı dönemi seviyelerinde seyrediyor. Eğilim bu yönde devam ettiği takdirde nüfusu yaşlanan ve üstü açık huzur evine dönen Avrupa’nın korkularını yaşamaya başlamamız yakındır. Bu anlamda orta yaş ve emekli nüfusun artıp genç nüfusun azalmaya başladığı Türkiye’ye gelen genç nüfusu kazanım olarak görmek mümkün. Ancak bunun sofistike bir entegrasyon politikasıyla yürütülmesi gerekiyor.
Peki göçmenlerin sosyal, kültürel ve ekonomik uyumlarını sağlama anlamında durumumuz nedir? Milyonları bulan bir nüfusun entegrasyonu hemen halledilecek bir şey değil elbette. Ancak yüzyıllara yayılacak ve kendiliğinden hal yoluna girecek bir mevzu da değil. Suriye krizinin başından beri “açık kapı politikası” sürdüren ülkemize 2012 yılında 7 yaşında giren çocuk bugün ergenlik dönemini yaşıyor. İnsanların beslenme, barınma gibi temel gereksinimlerinin yani fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanmasına hasredilmiş krizle mücadelemiz açık ki bir stratejiden yoksun şekilde ilerliyor. Eşgüdüm eksikliği diğer bir problem. Ancak savaşın etkilerinin giderilmesi, güvenlik ihtiyacının karşılanması, kısaca hayatın normale döndürülmesine yönelik bir yol haritasının olmayışı daha büyük problem. Suriye krizinin seyri ve göç olgusunun doğası dikkate alındığında “savaş bitince geri dönecekler” düşüncesinden sıyrılmamız ve her türlü takdirin ötesinde olan yardımların ötesine geçmemiz gerekiyor. Özellikle eğitim ve istihdam olmak üzere pek çok alanda adım atmak durumundayız.
“Geçici koruma” statüsünde bulunan Suriyelilerin yaklaşık yüzde 7-8’i kamplarda barındırılıyor. Geri kalanı ise Artvin ve Edirne hariç 79 ilimize dağılmış durumda. Okul çağındaki çocukların sadece yüzde 45’i eğitim sistemine dâhil edilebildi. Kamplarda okullaşma oranı yüzde 90 iken kamp dışındaki şehirlerde bu oran çok düşük. Suriyelilerin eğitimi AFAD tarafından kurulan kamplarda ve kamp dışında açılan “Geçici Eğitim Merkezleri (GEM)” ile devlet okulları tarafından sağlanıyor. 2017 yılında geçici eğitim merkezlerinde 328 bin, devlet okullarında ise 169 bin öğrenci eğitim gördü.
Geçici Eğitim Merkezleri, MEB koordinatörlüğünde faaliyet gösteriyor. Gönüllü öğretmenlerin eğitim verdiği bu okullar, Baas ideolojisinden arındırılmış Suriye müfredatına bağlı kalarak Arapça eğitim veren ilköğretim ve ortaöğretimi kapsayan eğitim merkezleri. GEM’lerde eğitimlerini tamamlayan öğrenciler “YÖS” (Yabancı Uyruklu Öğrenci) sınavlarında başarılı oldukları takdirde Türkiye’de üniversite eğitimlerine devam edebiliyorlar. Bu yolla 2017’de 13 bin 663 Suriyeli öğrenci üniversite eğitimi gördü. Fakat yeterince denetlenemediği için her biri kendi standartlarına göre eğitim veren bu merkezlerde ezberci ve monologa dayalı eğitim anlayışı hakim. UNICEF’in katkılarıyla 900 TL gibi cüz’i bir ücrete çalışan öğretmenlerin görev yaptığı, rehber öğretmeni olmayan, iş hanlarında, STK binalarında veya devlet okulunda faaliyet gösteren bu merkezlerin kapatılması kararının alındığı basına yansıyan bilgiler arasında. Oysa kapatılması yerine müfredatlarının, teftişinin, finansmanının düzenlenerek yapılandırılmalarının sağlanması mevcut şartlarda daha işlevsel olurdu. Zira bu çocukların tamamının devlet okullarına geçişinin sağlanabilmesi için MEB’in en az 45 bin öğretmene, 35 bin dersliğe ihtiyacı var.
Diğer taraftan Suriyeli öğrenciler devlet okullarında da eğitim görebiliyorlar. Ancak buradaki eğitim çocukları sokaktan uzak tutma dışında bir işlev görmüyor. Zira mevcut müfredat Türkiyeli öğrenciler için. İkincisi mevcut öğretmenlerin pedagojik formasyonu Türkiyeli öğrenciler üzerinden yapılandırılmış. Yani ne Suriyeli öğrencilere göre hazırlanmış bir müfredat var ne de Suriyeli öğrencilere göre formasyon alan öğretmenlerimiz mevcut. Ne de eğitim sistemimizde bu gerçekliğe uygun bir hafıza ve pratik var. MEB, 2017 eğitim sezonunda bir proje kapsamında Suriyeli çocuklara Türkçe öğretmek amacıyla geçici öğretmen statüsüyle 1500 öğretmeni Suriyelilerin yoğun olduğu okullara görevlendirerek en temel sorun olan dil sorununu çözmek istedi. Hem ana dillerinde hem de Türkçe yani “çift dilli” eğitim görmeleri gereken çocukların kendi dillerini bilmeyen ve yine bu yönde eğitim görmemiş öğretmenler tarafından eğitilmeleri beklenen verimi sağlayamadı. Çocuklarla da velileriyle de sağlıklı iletişim kurulamazken, Suriyeli öğrencilerin Türkiyeli öğrencilerle kaynaşması da maalesef gerçekleşmedi.
18 milyonu bulan Türkiyeli öğrencinin yanısıra bir milyonu aşan Suriyeli çocuğu da eğitmek zorunda olan MEB’in karşı karşıya bulunduğu bir sorun da kültürel homojenlik üzerine kurgulanmış eğitim anlayışını revize etmek zorunda kalacak olması. Eğitim sistemine çeşitli kademelerinden giriş yapan farklı kültürlere ait öğrenciler fiili olarak homojenliği bozduğu gibi homojenliğe göre şekillenmiş klasik pedagojiyi de atıl bırakıyor. Özgür Eğitim Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer’in de ifade ettiği gibi, “Eğitim paradigmasını yenilemeyi, “kültürlerarası bir pedagoji” tesisini dayatan süreç aynı zamanda post-travmatik uygulamaları, güven tesisini, sosyal-kültürel ve ekonomik altyapının oluşturulmasını ve bu anlamda sağlıklı bir oryantasyonu zorunlu kılıyor”
Okula devam eden 496 bin Suriyeli öğrenciye dair çözülmesi gereken sayısız sorun dururken okula kaydedilemeyen yüz binlerce çocuk maalesef sokakta her türlü tehlikeye açık şekilde bulunuyor. Özellikle lise çağındaki çocukların okullaşma oranı çok düşük kalmış durumda. Erkekler çalışmak zorunluluğundan kızlar da erkenden evlendirildiğinden okula gidemiyorlar. O yüzden akademik eğitimin yanısıra özellikle yaygın eğitime ağırlık vererek bu gruptaki öğrencilerin meslek edinmelerini sağlamak gerekiyor. Aynı şekilde Suriyeli aile fertlerinin Türkçe öğrenmesinin kolaylaştırılması; okullarda Halk Eğitim Merkezleri’yle işbirliği içinde kurslar açılması entegrasyonun önemli adımlarından birini oluşturuyor.
“Geçici koruma” kapsamındaki Suriyelilerin yanısıra kaçak durumunda olan ve Irak, Afganistan vs. gibi diğer coğrafyalardan gelen mültecilerle çoğu ülkenin nüfusuna denk bir insan sayısından bahsediyoruz. Bu açıdan tarihin gördüğü en büyük göç dalgalarından birini yaşayan bir ülkenin karşı karşıya olduğu sorunları ve alınması gereken çözümleri tartışıyoruz. Son beş yıl içerisinde Erzincan’ın nüfusundan fazla Suriyeli bebek Türkiye’de doğdu. Çoğunlukla göçlerin geri dönüşsüz olduğu dikkate alındığında bu insanlar artık bizimle birlikte yaşayacaklar. O halde birlikte ve nitelikli bir yaşamın inşası için şu an yapılanların yeterli olmadığı görülmelidir. Acil şekilde STK’lar ve kamu kurumları arasında eşgüdüm sağlanmalıdır. 20 milyar doları aşan maliyete işlevsel bir iskân politikası eşlik etmelidir. Olayı kendi mecrasında seyreden bir doğallıktan çıkaracak ve gelecek perspektifi derin olan bir stratejiye bağlayacak müdahalelere ihtiyacımız var. Etkin bir kamu diplomasisine ihtiyaç var. Akademilerin nitelikli çalışmalarına ihtiyaç var. Örneğin Suriyelilerin eğitimine dair hazırlanan rapor sayısı bir elin parmakları kadar bile değil.
Özetlersek, önümüzde el atılması gereken dört milyonluk bir realite bulunuyor. Eğitimin yanı sıra açlık, barınma, sağlık, güvenlik gibi sorunları bulunan bu insanlar aynı zamanda acımasız bir savaş ortamından geldiler, büyük kısmı travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor ve psikolojik açıdan desteklenmesi gerekiyor. Gelecekten umutları yok, taşımak zorunda oldukları yük çok fazla. Bir kısmına sokakta, pazarda, trafik lambalarında dilenirken rastladığımız ve bu nüfusun önemli bir kısmını oluşturan çocuklar yarının potansiyel sorunları hükmünde. Kazanamadığımız her çocuk bumerang gibi bizi vuracak. Okula aldıklarımıza sadra şifa olacak eğitim veremediğimiz ve uyum sürecine sokamadığımız gibi yarıdan fazlası okulla hiç tanışmadı ve taşıdığı tüm psikolojik sorunlarıyla birlikte sokakta dolaşıyor. Suç organizasyonlarının, terör örgütlerinin, fuhuş, uyuşturucu ve hırsızlık çetelerinin potansiyel elemanları olan bu çocuklar için şu ana kadar yapılandan çok daha fazlası gerekiyor.