Şiir serencamım
Ünlü heykeltraş Rodin’e heykellerini nasıl yaptığını sorduklarında, fazlalıkları atıyorum, geriye eser çıkıyor, demiş.
Hayat maalesef çok istememe rağmen benden bir şair çıkartamadı. Belki de fazlalıklarımı atamadığım içindir. Oysa 14 yaşında hülyalı bir gençken en çok istediğim şey işçi sınıfının şairi olmaktı. Tıpkı hayatına fevkalade öykündüğüm Nazım Hikmet gibi.
Nazım Hikmet ile aramızda pek çok benzerlik vardı. Kökenlerimizin Selanik oluşu, dalgalı saçlarımız, bir gün hürriyetin, en şanlı elbisesi, işçi tulumuyla memleketimizde gezeceği ortak mefkuremiz gibi.
Ben de şiir sandığım metinleri tıpkı Nazım Hikmet gibi yürürken, çocukluğumun geçtiği Büyükçekmece’nin sokaklarını arşınlarken yazıyor, Samsun 216 sigaramın kağıtlarına not ediyordum.
40’ıma merdiven dayamışken en büyük burukluklarımdan biri de hayatın benden bir şair çıkartamamış olması diyebilirim.
Bazen şaka yollu ilk şiir kitabımın emniyet müdürlüğü tarafından basıldığını söylerim. Bir tarafıyla da doğru aslında, zira sınıf arkadaşım Volkan’ın polis memuru babası elyazısı ile kendisine teslim ettiğim şiirlerimi karakolun daktilosunda temize çekip; bir tomar olarak elime tutuşturulduğunda ilk kitabı basılmış çiçeği burnunda bir şair edasıyla evin yolunu tutmuştum.
Otobüste her halinden yoksulluğu belli olan, ama iğreti bir tavırla başka bir dünyanın insanıymış gibi davranan çocuk için hemen oracıkta şunu yazmıştım mesela, yaşım 15 idi:
“Gözlerinin buğusu
Her gün yüzyüze baktığın
Yoksul çocukların
Sıcacık nefesleri değil mi?
Boşa saklanmak.
Hayat nerde olsak tanır bizi
Camekanlardaki parmak izlerimizden”
Şiir emek ister tabii, öyle irticalen her aklına geleni yazmak, abilerin, ablaların imgelerini beğense de şiir sayılmayabilirdi.
Bazen de serbest şiirle tarihe not düşer gibi, kısacık şeyler yazıverirdim:
“Gülüyorum sanıyorsun ya
Çocukluğumdan geliyorum
Kiraz dalı çizdi yüzümü yine.”
Bazen tonu sertleştirip, politik mülahazalar vermemek de olmazdı. 2000’li yılların başında Fransa’nın banliyölerinde patlak veren isyana bir ses de benim vermem lazımdı sanki:
“Yazgısını teninde taşıyan
Mağribi kardeşlerim!
Öfke yalazlanınca, mum alevi gibi titriyorsa zulüm
Anka kuşu değil, Picasso’nun güvercini doğacak
Küllerinden yaktığınız ateşin”
Yaşım ilerledikçe, daha çok kendime çekildi tonum, şiir diye yazdıklarımın sayısı da azaldı. Bir de bakmışım ki, burjuva bireyciliği diye kestirip attığım şiirler döktürüyorum:
“bak bu sözlerin hepsi, kitaplardan devşirdim
yalnız matemler için, salonlardan azade!
konfetiler sevgilim, saçlarımın akına
halel getirmesin, çok mu istediğim!”
Nazım yaşasa genç yoldaşının yüzüne bir tokat aşkeder, Be hey Berkley! diye başlayan şiirini beğenmediği sesiyle yüzüme karşı okurdu belki, ama ne edeyim, bazen de şu dizeler döküldü kalemimdem:
zorluyor hududları, nice kurduğum misal;
hudud çiziyor yine, akla doğrulan sual!
başım avuçlarımda, tek başıma çaresiz;
aklın bu oyununda, tetik düşüren öksüz
Sanma ki imdadına koşar kalın kitaplar
Beylik sözlerin hepsi salonların süsü
Aklın, biçarelikle dağılmayan pusu
Belki bulur nusreti içten bir yakarışta.
Ya da şunu işitseydi büyük usta;
renkler, rayiha ah çağın sanrıları!
mahşeri kalabalık; mahşerin yadsıycısı
unutmak olağan. hesap, üstü çizilmiş
borçlu kimse kalmamış, kalan hep alacaklı
ruhlar ipotek, değerler haraç mezat;
köleler bağışlıyor, birbirlerine azat.
Edeb tezgahlarında, günler biterken kesat,
tamahkâr tüccarların önü hep kalabalık
Kabze düşüp, şiir yazamadığımda da, bir bakmışım yine şiire sığınmışım:
Üzülme delikanlı, kim olsa yazamazdı
Sayrılı bir dünyada, öyle incecik şeyler
Dilinde jilet gibi gezinen kelimeler
Sadece nüksettirir şiir denen mereti.
Gurbette de şiir bırakmıyor peşimi, evet bazen karanlık, kötümser, ama yine de duygu dünyamdan bir aksi sada:
Müzmin bir lanetle geziyor gibiyim
Bütün şehirlerini ümitsiz ülkelerin
Kaderi alnımda, hükmümü boynumda taşıyorum
Kanımı dindiriyorum sararmış mektuplarla, yaralarıma berceste sözleri basıp
tek çare ağlamak kapanıp kitaplara
İzbe sokaklarda, titrek bir fener ile
Yaşayan ölülerde beyhude arıyorum
Başsız omuzlarda bulacağım teselliyi
Dualarla avuçlarımda topladığım
nadim yüzümü yunmadan önce
utanıyorum yeter diye kaldırmadığım elimden
Hayata biraz kırgınım, benden bir şair çıkartamadığı için.
Ah, bu kadar gevezelikten sonra bir usta ile kapatmak şart oldu:
“Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?” (İsmet Özel)