Vaktiyle sormadığımız sakıncalı sorular
70’li yıllarda solda fraksiyonlar vardı. Dev-Sol, Dev-Yol, Enver Hocacılar, Maocular falan filan... Meraklıları 49’a kadar sayarlardı fraksiyonları.
Aslında bizde de fraksiyonlar var(dı) ve sayısı solcularınkinden hiç de az değil.
Partiler, cemaatler, tarikatlar, kimileri derneklerle kimileri vakıflarla hatta dergi veya gazetelerle temsil edilen irili ufaklı gruplar.
Her biri isimleriyle hatta birçoğu liderlerinin simasıyla gözümün önüne geliyor.
Fakat dünyada ‘Siyasal İslam’ tabir edebileceğimiz, İslam’ın siyasi yönüne vurgu yapan iki ana akım vardı. Hatta Türkiye’deki Milli Selamet hareketini ilave edersek -ki etmemiz gerekir- üç ana akım.
Biri Mısır’da Hasan el-Benna öncülüğündeki İhvan-ı Müslimin, ikincisi Pakistan’da Mevdudi öncülüğündeki Cemaat-i İslami.
Bunlara sonradan Sünni dünyada da belli ölçüde karşılık bulan İran İslam Devrimi eklendi.
Afgan Cihadı da İran’la hemen hemen eşzamanlı olarak bizim dünyamızda yeni ideolojik çizgiler oluşturdu.
Bizler Türkiye’de bu andığım siyasi çizgilerin hepsinin etkilerine açıktık. Hatta açıktan da öte istekliydik.
Hasan el-Benna çevirileri, Seyyid Kutub, Said Havva, Mevdudi, Ali Şeriati ve İran’ın ‘Ruhani’ ideologları...
Hepsiyle az veya çok etkileşimimiz olmuştur.
***
Kitaptan anladığım kadarıyla Türkiye’deki Milli Selamet veya daha sonraki Refah hareketi hariç bunların hepsiyle teşrik-i mesaisi oluyor Serdar’ın. İhvan’dan ve Cemaat’ten çok etkileniyor.
Bu hareketlerle kendince bir hesaplaşması var.
“Sürekli Seyyid Kutub’un Fi Zilal adlı tefsirini okuyor ve Müslüman Kardeşler’in sloganlarını haykırıyorduk: Allah gayemiz, Resul önderimiz, Kur’an anayasamız, cihad yolumuz, Allah yolunda ölmek en yüce emelimiz.”
Serdar bu şiarlara şöyle bakıyor:
“Düşünüyorum da ben ölmek isteyenler arasına katılmak istemiyorum. Allah için yaşama seçeneğini tercih ediyor ve Allah’ı gayem olarak değil yaratıcım olarak anlıyorum. Kur’an’ı anayasamız olarak görmek için hayalimi çok fazla zorlamam gerekiyor. Çünkü hukuk dinamik ve değişken bir kurumdur. Kur’an’da oldukça az sayıda hukuki kural yer almaktadır. Kendisini ebedi rehberlik kitabı olarak tanıtan Kur’an, sabit kurallar setine indirgenemez.”
Ziyauddin Serdar İslam dünyasında yaşamış ve yetişmiş bir ‘İslamcı’nın olmakta zorlanacağı kadar soğukkanlı ve serbest.
Biz böyle değerlendirmeler yapmadık, yapanlara da kulak asmadık.
Acaba iyi mi ettik, kötü mü ettik?
Mevdudi’ye de eleştirileri var Serdar’ın.
Öğrenciler Mevdudi’ye soruyor: Gerçekten silahlı devrim yoluyla bir İslam Devletinin kurulabileceğine inanıyor musunuz?
Mevdudi hiç tereddütsüz “Bunun bizim için doğru yol olduğunu düşünmüyorum” diyor.
Mevdudi bu görüşünü çok güzel gerekçelendiriyor. Kitapta uzunca bir paragraf yazmış. Serdar da beğeniyor bu görüşleri.
Ancak bir sorun var.
***
“Mevdudi’nin toplumu, ekonomiyi, politikayı ve uluslararası ilişkileri kapsayan bütüncül bir sistem olarak İslam’ı betimlemesi bana ütopuk görünüyordu.”
“Yüzyıllar boyu bütün toplum için etkin bir işlev görmeyen eski hukuk sisteminin raftan indirilip tozları alındıktan sonra hiçbir şekilde henüz çözülememiş ve en gelişmiş toplumlarda bile samimi tartışmalara konu olan yönetim, kalkınma, modernite gibi karmaşık sorulara cevap sağlaması mümkün müydü?”
Bu sorular da cesurca sorular.
Ama sorulması gereken sorular.
Eğer cevabımız ‘evet’se, gereğini yapmıyoruz, dolayısıyla ‘zarf’ın üstüne bir slogan yazıyoruz, (Belki ‘İslam gelecek vahşet bitecek’ gibi bir slogan) zarfın içini boş bırakıyoruz.
Serdar’ın bir eleştirisi de kadın konusunda.
“Her şeyden de öte Mevdudi’nin kadınlar konusundaki görüşlerinden çok rahatsız oldum. (...) Mevdudi’nin içinde yaşadığımız dünyayı, hatta bırakın dünyayı annem ve kız kardeşimin bakışı ve tavırlarını kesinlikle anlamadığı gibi, öğretmenler, hemşireler, çeşitli görevlerdeki memurlar, sınıf arkadaşlarım ve diğer öğrenciler arasındaki çeşitli kadınları da hiç anlamadığını açıkça görmüştüm.”
Zannediyorum, bilhassa bu son eleştiri, sadece merhum Mevdudi’ye değil, müslüman entelektüellerin (münevver mi demem gerekiyordu? Münevver de, kullanıldığı anlamıyla tarihi biraz eski de olsa icat edilmiş bir kelime değil mi?) hepsine yöneltilebilir.
‘Cenneti Arayan Adam’ı fazla uzattığımın farkındayım. Fakat önemli bulduğum bir iki nokta daha var.
Müsaade ederseniz onları da aktarıp bitireyim.