Sonradan bıraktık bu işleri
Ecnebilerin yazdığı İstanbul veya Türkiye seyahatnamelerini okumayı seviyorum. En hoşuma gidenleri Knut Hamsun’un ve Edmondo de Amicis’nin seyahatnameleridir. Son zamanlarda bir de İngiliz subayı Fred Burnaby’nin 1800’lerin sonlarında yazdığı ve İletişim’den “At Sırtında Anadolu’ adıyla çıkan seyahatnamesini de Anadolu’nun yakın tarihi hakkında fikir edinmek bakımından faydalı buldum.
Busbecq’in Habsburg Kralı’nın sefiri olarak Kanuni Sultan Süleyman’ın son döneminde (1554-1562 arası) İstanbul’a ve Anadolu’ya geliş gidişleri var.
Bu kitaptan bölük pörçük pasajlar görüyordum. Geçen yıl Ötüken ‘Türk Mektupları’ adıyla basmış. Aldım, okudum.
Çeviri Hüseyin Cahit Yalçın’ın. Dili çok güzel.
Busbecq’in sefirlik görevi Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün ve genişlemesinin zirvesinde olduğu zamana rastlıyor. Viyana kuşatılalı aşağı yukarı çeyrek asır olmuş ama Osmanlı genişlemesi devam ediyor. Busbecq’in ilk sefaretinde Kanuni doğu seferinde. Busbecq’i Amasya’da kabul ediyor.
Yazar, sık sık Osmanlı ile Avrupa’yı kıyaslıyor mektuplarında.
İlginç. Mesela ‘Muhteşem Süleyman’ döneminde evlerimiz Avrupalıların evlerine göre çok mütevaziymiş. “Bütün Türkiye’de oldukça zarif bir eve sahip bir zengin adam bulamazsınız. Bahçe ve hamama düşkündürler. Büyük evleri vardır. Fakat aydınlık revaklar, seyre değer holler yahut muhteşem ve garip süsler görülmez.”
O zamanlar, yani imparatorluğun güçlü olduğu devirde öyleymiş. Topkapı Sarayı bile dikkat ettiyseniz, çok muhteşem bir saray değil.
Sonradan, yoksulluk dönemimizde öğrendik süslü sarayları, kasırları.
Hanlarda, kervansaraylarda duvar deliklerine sokuşturulmuş kağıtlar görüyor ve sebebini merak ediyormuş Busbecq.
“Dostlarımdan öğrendim ki Türkler kağıda çok hürmet ederler. Çünkü üzerine Allah’ın ismi yazılabilirmiş. Onun için bir kağıt parçasının yerde sürünmesine hiç meydan vermezler. Nerede görürlerse derhal yerden alırlar, çiğnenmesin diye bir deliğe sokarlar.”
Eskiden, yani beş yüz yıl önce değil, 30-40 yıl önce de öyleydi. Bizim köyde birkaç ihtiyarın yazılı bir kağıdın üzerinden atlanmamasını aynı Busbecq’in söylediği gerekçeye dayandırdıklarına tanık olmuştum.
“Türkler gül yapraklarının da yere düşmesine hiç meydan vermezler. Çünkü itikatlarınca gül Muhammed’in (s.) terinden peyda olmuştur.
Ter konusunu işitmedim, ama gül koklandığı zaman Peygamberimiz’e salavat getirmenin adet olduğunu biliyorum.
O adet de pek kalmadı. Belki güller eskisi gibi kokmuyor, ondandır.
“İstanbul’dan daha güzel, daha iyi mevkide bir şehir tasavvur edilemez.”
Ben söylemiyorum, Busbecq söylüyor.
Bizim bozduğumuz kısımlarını saymazsak, İstanbul hala çok güzel.
Busbecq bir yerde Haçlılar’ın din için Doğu’ya düzenledikleri seferleri övüyor.
Avrupalıların “Bu kadar güzel, bu kadar menfaat ve zenginlik dolu yerleri barbarların elinden geri almak” yerine gözlerini “okyanus ötesine ve Hindistan’a” çevirmelerini eleştiriyor.
Türkler, tutmak için ilinizi uzattığınız zaman kaçtıkları için balık tutmazlarmış. Kuşları da, el uzattığınız zaman uçtukları için yakalamıyorlarmış.
Bununla ilgili pasajın bir yerde alıntılandığını hatırlıyorum. Tabiata müdahale etmemekle ilgili bir tür ilkeselliğin belirtisi olarak aktarılıyordu.
Belki öyledir. Belki ihtiyaç duymuyorlardır. Belki de Busbecq balıkçılığın meslek olduğu sahil bölgelerinde gözlem yapmamıştır.
Fakat, o zamanki balık ve kuş bolluğunu tahayyül edebiliyor musunuz?
Şimdi bizim açgözlülüğümüz ve kirliliğimiz yüzünden kuşların ve balıkların alanı gitgide daralıyor.
Busbecq, Amasya’da, Kanuni’nin huzuruna kabul edilişlerini anlatırken ilginç bir noktaya değiniyor.
Önce huzura çıkmak için toplanan beylerbeylerinin, sipahilerin, yeniçerilerin oluşturduğu kalabalığı anlatıyor. Sonra ilave ediyor:
“Bu koca mecliste hiçbir adam yoktur ki haiz olduğu mevkii ve rütbeyi kendi şahsi liyakat ve cesaretine borçlu bulunmasın. Hiç kimse sırf filanın neslinden gelmiş olmak dolayısıyla diğerlerinden mümtaz bir mevkie çıkamaz.”
“Namussuz, tembel ve atıl olanlar hiçbir zaman yükselemezler. Türklerin neye teşebbüs ederlerse muvaffak olmalarının, hakim bir ırk haline gelmelerinin ve her gün hükümetlerinin hudutlarını genişletmelerinin hikmeti bundadır.”
O zamanlar öyleymiş. En azından Busbecq’in yorumladığı kadarıyla.
Sonradan bıraktık bu işleri.
Busbecq’in mektuplarında dikkate değer başka gözlemler de var.
Ama benim yerim bitti.
Geri kalanını kitaptan okursunuz.