Senin katliamın benim katliamım!

Bir tuhaflık var ve biz bu tuhaflığı senelerdir yeniden, yeniden, yeniden üretiyoruz.

Temmuz başlarında daha bariz görülüyor bu tuhaflık.

Tarih 2 Temmuz 1993.

Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a gelen yazar ve sanatçıların kaldığı Madımak Oteli kuşatılıyor.

Otel ateşe veriliyor.

Otelde bulunan insanlardan 33’ü yanarak veya dumandan boğularak ölüyor.

Bu bir katliam.

Üstelik, doğru tedbirler alındığında önlenebilir bir katliam.

Devlet, almamış tedbir. Uğraşmamış o insanları kurtarmak için.

(Neden tedbir almadı? Derin devlet mi mani oldu? ‘Düz devlet’ derin devletten korktu mu?)

Aralarında kamuoyunun yakından tanıdığı isimler de var. Metin Altıok, Asım Bezirci, Nesimi Çimen aklıma ilk gelenler.

Aziz Nesin de o otelde.

Toplumun bir kesimi bu katliamı unutmuyor.

Haklılar unutmamakta.

Toplumun bir başka kesimi de bu katliamı hatırlamamaya çalışıyor.

Hatırlamak zorunda kaldığı zaman da -hani bazen yargı süreçlerinde ‘hafifletici nedenler’den bahsedilir, ona benzer bir şekilde- konuyu ‘hafifletici nedenler’ eşliğinde tartışıyor.

Bu mantık, doğru bir mantık değil.

Bu mantığın şuuraltında katliamı onaylama hissi olduğu söylenebilir mi?

Söylenmese bile akla gelir.

Sivas’taki katliamdan üç gün sonra, Kemaliye’nin Başbağlar köyünde 33 insan katledildi.

Katiller, Başbağlar katliamının Sivas’ın intikamı olduğunu söylemekten çekinmediler.

Başbağlar’da katledilenler arasında şöhretli bir kimse yoktu. Hemen hepsi cami cemaatiydi.

Öyle anlaşılıyor ki, katiller, 33’ü tamamlamak için saya saya katlettiler.

Öldürülenlerin içinde şöhretli bir kimse yok.

Bu katliam, maalesef, sessiz ve sahipsiz bir katliamdır.

Hatırlayanı azdır.

Daha çok Sivas katliamının karşısına koymak, tartışmadaki ağırlığını dengelemek için bahis mevzuu edilir.

Tuhaflık dediğim buralarda işte.

Biz, 26 senedir her sene Temmuz başlarında bu tuhaflığı sergiliyoruz.

Bazılarımız her sene bu vakitlerde Sivas Katliamını hatırlıyor, bazılarımız hatırlamamaya çalışıyor.

Yine bazılarımız, Başbağlar katliamını hatırlar görünüyor, bazılarımız hatırlatılmasından bile rahatsız oluyor.

Burada da, şuur altında bir onaylama hissi olduğu söylenmese bile akla gelir.

Kim yaptı bu katliamları? İki katliamın failleri arasında bir ilişki var mıydı?

‘Derin ilişkiler’ ‘derin devlet’ demek kolay.

Diyelim ki birilerinin bir menfaati vardı 1993 Temmuz’unun ilk haftasında 66 kişinin katledilmesinden.

İnsanların bir kısmının diğer bir kısmından öldüresiye nefret etmesi devletin derinindeki ‘karanlık çekirdek’in kendisini iyi hissetmesine sebep oluyordu.

(Çorum’u, Maraş’ı bu bağlama dahil edebiliriz.)

Fakat, adı batasıca derin devlet hele bir derinde dursun.

Karşılarında güçsüz bir ‘öteki’yi görünce canavarlaşanlara ne demeli? Onlar da mı derin devlet?

Hayır. Onlar, kötülük için fırsat kollayan hazır askerler.

Böyle bir ruh var.

Geçenlerde bir haber kanalında gördüm. 17 yaşında bir çocuk. Taraftar tartışmasında birisi onu bıçaklıyor.

Çocuk yere düşüyor.

Sonra birileri çocuğun başına toplanıp tekmeliyor.

Çocuk sonunda ölüyor.

Diyor ki tekme atanlardan biri, “Maktulün yerde yattığını gördüm. Sırtı bana dönüktü. Birkaç tekme attım. Öldüğünü öğrendiğimde kahroldum.”

Hangi saikle tekme atıyorsun, yerde yatan, sırtı sana dönük, tanımadığın çocuğa?

Ne yaptı o çocuk sana?

Bu apolitik bir örnek.

Tekme atmanın riskli olmadığını düşündüğün zaman atıyorsun.

Karşı taraf kendisini savunamayacağı zaman.

Savunma ihtimali varsa atmıyorsun, yoluna gidiyorsun.

Güçsüze şahin, güçlüye güvercin.

‘Derin devlet’ kim ise... Çok kötü bir şey.

Fakat bu ruh hali daha kötü.

Biz, cemiyet olarak her sene Temmuz başlarında, iki katliamı da ‘ama’sız tel’in edecek insani terbiyeden uzak olduğumuzu ispat ediyoruz.

YORUMLAR (17)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
17 Yorum