Partinin kiramen katibinleri
Siyasetin bu kadar ağır bastığı bir Ramazan hatırlamıyorum.
İttifaklar, aday adayları, adaylar, listeler…
Bu sefer merak etmedim listeleri. Birkaç kişi için baktım, o kadar.
“Aman, ne iyi olmuş!”
Ya da “Bu kadarı da olmaz, Rezalet!”
Deme külfetine katlanacağım birileri yok.
(Rezalet de aleladeleşti. Kimse utanmıyor, kimse sıkılmıyor.)
Listesi yüzünden kazanmayacak partiler. Kaybetmeyecek de.
Bir ramazana bu kadar siyaset fazla kaçmadı mı?
Hiçbir ramazanda siyasetle din bu kadar yüz göz olmamıştı. Birbirlerinin orucunu bozacaklar!
Partiye imanla Allah’a imanı birbirine ne kadar çok yaklaştırdılar!
Bizim partiden olmayanlar başka partidendi eskiden.
Halk partili ile Adalet Partili, Selamet partili komşuluk yaparlardı.
Kız alıp verirlerdi.
Tamam her gün alıp vermezlerdi belki ama aralarında aşılmaz engeller yoktu.
Şimdi bizim partiden olmayanlar hain, şerefsiz, namussuz.
İkiye bölündük. Memleketin bir yarısı öteki yarısına göre hain.
Eğer iki tarafın dediği de doğruysa 85 milyon hainimiz var.
(Şükür ki iki tarafın dediği de yalan!)
Hocalarda da bir gayret. Neredeyse oy vereceğimiz partinin adını söyleyecekler.
Ramazan’ın başlarında bizim köydeki imam da ima etmeye çalıştı.
İma ettiği şeyi benden başkasının anladığını zannetmiyorum.
Ama başarılı bir anlatımdı.
Keyfi kaçmasın diye sesimi çıkarmadım.
Kim ödüllendirecek bizim köyün imamını? Herhalde dünyada ödüllendirilmesi lazım. O kadar çalışmış çocuk.
Troller aşikare sevap işliyorlar, onların muhasebesini tutmak kolay. Yapay zekayla beş dakikada dökümünü çıkarırsın.
Zor olan ıssız yerlerde, yalnızken bile parti dinine iman etmeyi sürdürmek.
Partilerin kiramen katibinleri mi var?
Bir partiyi tutmak dini bir vecibeyse, o dinin melaikesi de olması lazım.
Kimler o melekler? Meraka değer.
Kimsenin görmediği sevapları yazıyorlar mıdır acaba?
Yoksa kapalı yerlerde yapılan trollükler boşa mı gidiyor?
***
Benim bu mollalarla, hoca efendilerle bir sorunum mu var?
Hayır.
Hafızalarındaki ilmi severim. Aralarında çok faziletli insanlar var. Meclislerinde bulunmak güzel meyveli ve şifalı bir ağacın gölgesinde bulunmak gibi. Bir ‘hal’ görürsün. Edep tahsil edersin. Feyz alırsın.
(Babamın dostları öyleydi. Bazen telefonla arıyorum, sohbet ediyoruz. O sohbetlerin ruhuma da sıhhatime de iyi geldiğini hissediyorum.)
Böyle vesileler bulduğum zaman seviniyorum. Bayram ediyorum.
Buna ilim denilebilir mi? Faziletli bir insanla aynı mecliste bulunmak?
Bence denir.
‘Kırıtkan’ bir mollanın kürsüden ya da minberden üstümüze boca edeceği bir sürü gürültülü malumattan çok daha kıymetli.
(Ayıp mı oldu kıyaslamak?
Galiba…)
Din konusunda bilinecek veya bilinmesi gereken çok fazla şey olmadığına dair kanaatim gitgide pekişiyor.
Evine helal rızık götüreceksin. (Helal sertifikalı demedim, ‘helal’ dedim.)
Sertifika faydalı olabilir. Sertifikacılar kızmasın hemen.
Mamafih, emekle, helal yollardan kazanmadıysan ambalajın kenarındaki ‘helal’ damgası seni kurtarmaz.
Başkasının hakkını yeme.
Adam kayırma.
Bak, Mustafa Çağrıcı Hoca ne yazmış?
“Adam kayırmak Kur’an’a göre kul hakkı yemektir.”
“Sahte dindarlara değil samimi olanlara bakalım.”
“Müslüman bir toplum tanımına ne kadar uyuyoruz?”
(Mustafa Çağrıcı Hoca’nın Karar’daki Ramazan yazıları ‘Ramazan yazısı’ kavramını aştı. Çoğu hocanın girmekten kaçındığı konulara ilmi bir olgunluk ve nezaketle giriyor. Allah razı olsun.)
Hiçbir kitapta yazmasa bile Allahu Te’alanın haksızlığa kızacağı belli. Hocaya sormaya ne lüzum var?
İslam’ı anlamak istiyorsan şu ayet-i kerime yeter.
“Zerre kadar hayır işleyen onu görür. Zerre kadar şer işleyen onu görür.”
Oğlum, göreceksin ahirette. Yeter! Tut boğazını! Haram yeme, hak yeme…
Tut dilini, şer söyleme, yalan söyleme, palavra atma, iftira atma, gıybet etme.
Hayır söyle, güzel söyle.
Özetlersek… İlim sahibi, faziletli insanların önünde diz çökebiliriz.
Ukalaların önünde ayakta durmamız lazım.