Onun gibi yaşayınca ölmezsiniz
Birkaç defa gitmişliğim var Edebiyat’ın Demirkapı’daki yerine.
Nuri Pakdil’i de ilk orada gördüm.
Zarif bir adamdı. Mektuplar yazıyordu. Daha doğrusu o söylüyordu, bir arkadaş yazıyordu.
Mektup yazdığı isimlerden bazılarının sol edebiyat çevrelerinden olduğunu hatırlıyorum.
Arif Ay’a “Sayın Ay” diye hitap edişi dikkatimi çekmişti.
Bir de mektuplarını “Devrimci selamlarımla” veya “İlerici selamlarımla” diye sonlandırışı.
Mazur görülsün, kelimelerde yanılabilirim, ben hatırımda kalanı yazıyorum.
Bazen Nuri Pakdil’in ‘öğretmenim’ olduğunu söylüyorsam, bunun sebebi onun dizinin dibinde çok bulunuşum değil.
Benimki biraz uzaktan eğitimdi.
Yazılarından, kitaplarından, onun yanında bulunanların anlattıklarından aldığım bir eğitim.
Mesela Ankara’daki uzun yürüyüşlerini, sabah namazlarına Hacı Bayram-ı Veli’ye gidişlerini Atasoy Ağabey’den dinlemiştim.
Sonradan Biat’te de okudum.
Hacı Bayram-ı Veli’nin huzuruna gitmek bir yoklamada ispat-ı vücut etmek gibiydi, gidiyorsun, Hacı Bayram-ı Veli’ye “Ben geldim, buradayım” diyorsun.
Bütün ‘put’lara karşıydı.
‘Karşı’ ne kadar sıradan!
Bütün putlarla kavgası vardı demem daha doğru.
Rahmetli Alaeddin Özdenören’in anlattığı bir yürüyüş hatırasında putların kirinden arınma öyküsünü hiç unutmam.
Adeta törensel.
Arkadaşım Baki Kaya da naklederdi Ankara dönüşlerinde Nuri Bey’in sürekli diri olan bilincini yansıtan anekdotlar.
Para da putlardan biriydi.
Belki de kavgalı olduğu için para Nuri Bey’e yaklaşmadı.
Dedelerinden ona miras kalan araziyi “Toprak işleyenin” diyerek köylülere bağışladığını duymuştum.
Devrimciliği diline vurmuş sayısız insan vardır yeryüzünde.
Devrimciliğin lafla olamayacağının hayatta rastladığım ilk kanıtıydı bu.
Bazen Rahmi Kaya, ezberden Nuri Pakdil’den pasajlar okurdu.
Abdesti Pakdil’e özgü kelimelerle tarif eden bir paragraf “İşte bu su uygarlığıdır” cümlesiyle bitiyordu.
Bizim uygarlığımızın faik bir yönünü tarif eden en güzel cümlelerden biriydi bana göre.
Bu cümleyi de sonradan kitaplarında gördüm.
Edebiyat dergisinde ve Edebiyat Yayınevi’nde inşa ettiği estetik bilincin mümessillerinden biri Necip Evlice’dir.
Necip her işini güzel yapar.
Kitap kapakları sade ve güzel, kitaplarda düzelti hatası yok.
Gönderilere adresler güzel bir yazıyla yazılır.
Paketler muntazam yapılır.
Necip Evlice’ye Nuri Pakdil’in verdiği isim İdris Hamza’ydı.
Rahmi Kaya’ya Yusuf Nili.
İbrahim Çelik’e Hüseyin Su.
Daha çok var.
Bu müstearların o arkadaşlara ilave bir kuvvet verdiğini düşünmüşümdür.
Ve Kudüs.
“Tur Dağını yaşa/Ki bilesin nerde Kudüs/Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum”
“Ayarlanmadan Kudüs’e/Boşuna vakit geçirirsin/Buz tutar/Gözün görmez olur”
Nuri Pakdil’in dizeleri mutlaka bizim okuduğumuzdan daha gerçektir.
Ve daha ziyadedir.
Keşke onun yazdıklarını onun kelimeleriyle okuyabilsek.
Kubbetü’s Sahra’nın resmini görünce ayağa kalkması, önünü iliklemesi, asla artistik bir ‘jest’ değildir.
Nuri Pakdil’de daima faal olan Kudüs bilincinin içten gelen tezahürüdür.
Kaç şair, kaç yazar, kaç öykücü onun rahle-i tedrisinden geçmiştir?
Sayamam. Her biri ayrı bir kıymet.
Şimdi de zengin sayılmayız ama Nuri Pakdil’in yetiştirdikleri olmasaydı bu alanlarda çok daha fakir olurduk.
Son yıllarda onunla görüşmek, temas kurmak kolaylaşmıştı.
Bu kolaylıktan ben de istifade ettim.
Bir defa sitem etmek için (kulağımı çekmek için de diyebilirdim) bir iki defa da bana bir mevzuyu anlatmak için aradığını hatırlıyorum.
Birkaç hafta önce Umut oyununun Devlet tiyatrolarındaki sahnelenişi hakkında bilgi almak için Necip Evlice’yi aramıştım.
“Bugün ismin geçti” dedi Necip.
Nuri Bey, “Bugün Karar’da Yusuf Ziya Cömert’in yazısı yok” demiş.
Hem sevindim, hem utandım.
Şimdi niye sevindiğimin ve niye utandığımın şerhini yapmayayım. Erbabı anlamıştır.
Bu, Nuri Pakdil’le ilgili son hatıram oldu.
Bir büyüğünüzü kaybetmek, insanın içine bir yetimlik hissi yerleştiriyor.
Bir mü’min olarak sapasağlam, firesiz yaşadı ve gitti.
Her Müslümanın imreneceği bir ömürdü yaşadığı.
Nuri Pakdil gibi yaşayıp göçünce ölmüş sayılmazsınız.
Allah ona Rahmet etsin.
Allah ona umduğundan fazlasını versin.