‘Hünkara minnet eylemem’

Türkünün, dini, mezhebi, meşrebi olur mu?

Olur tabii niye olmasın? Hatta var.

Haylaz olanı, huysuz olanı, serkeş olanı, isyankar, sitemkar olanı bulunsa da, benim dinlediğim, okuduğum türkülerin hepsi mü’min.

Mezhebi meşrebi de olur.

Fakat, taassubu olmaz türkünün.

‘Olmaz’ diyerek çizmeyi aşmış olabiliriz. Olmasa iyi olur diyelim orada duralım.

Alevi-Bektaşi geleneği, türkülerimizin orta yerinde çok kuvvetli bir çizgidir.

Mutlaka işitirsiniz. “Aleviler bu işi iyi biliyor” denilmiştir sizin olduğunuz yerde de.

Anadolu’nun her tarafı gam kasavet. Her tarafı dert.

Şanlı tarih anaforundan başınızı kaldırıp insanlara, hanelere bakmayı başarırsanız, o derdi görürsünüz.

Bazı dönemlerde Aleviler daha çok dertlenmişler.

İki büyük kuvvetin arasında... Süper güç işte, İran’la Osmanlı. Siyasetin acımasız cenderesinde çok hırpalanmışlar.

Seslerinin yanık olması... Sözlerinin yakıcı olması... İsyankârlıkları, hep acıdandır.

Acısı olan haklıdır. Derdi olan haklıdır.

Kul Nesimi’nin ‘Kula minnet eylemem’ demesi muhteşemdir.

Kaç tane var ‘kula minnet eylemem’ diyebilecek şair?

Tamam, eski şiire meftunuz, öyle ki, onunla kabil-i kıyas şiir yoktur. Ama divanların bile bir bölümü kula minnet eyleme bölümüdür.

Tamam, dersin ‘kula minnet eylemem.’

Laf kolay, devrimizde önüne gelen langır lungur konuşuyor.

‘Ben de kula minnet eylemem...’

Ama ağzından burnundan yağ damlıyor, neden acaba?

Ahmet Arslan da hain söylüyor türküyü!

“Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına

Rızkımı veren Hüdadır kula minnet eylemem.”

Nesimi daha da ileri gidiyor. İleri gitmek, haddi aşmak anlamına değil. Ağır söylüyor.

“Cümlenin rızkını veren ol gani settar iken

Yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem”

Bu da işin tarihi veçhesi.

Hünkara minnet eylememek güzel.

Aynı şey Şah için de geçerliyse ‘nurun ala nur.’

Duralım, mübarek Ramazan günü hüsnü zan edelim.

“Ben melamet hırkasını kendim giydim eğnime.”

Bunu bizim dervişler de severler.

Güzeldir.

“Nesimi’ye sordular yârin ile hoş musun

Hoş olayım olmayayım o yar benim kime ne.”

***

Aşık Daimi 1932 doğumluymuş. Ama, bin yıllık aşık gibi türküler söylemiş.

Ben, Daimi’nin olduğunu bilmiyordum, anonim zannediyordum.

“Bugün bize Pir geldi

Gülleri teze geldi”

Öyle de bir ritmi var. Zikir gibi. Beni çok etkiliyor.

Semah’ın zikir olmadığını kim söylüyor. Zikirdir zaten.

“Önü sıra kanberi

Aliyel Murtaza geldi.”

Tam burada tüylerim diken diken oluyor.

“Ali bizim şahımız

Kabe Kıblegahımız

Mi’raç’daki Muhammed

O bizim padışahımız.”

Görüyorsunuz, ‘Ali’siz, Muhammed’siz Alevilik’ olmuyor.

Cem bilirsiniz, Alevilerde önemlidir. Hikayesi de şiir gibi. Peygamberimiz Miraç’tan dönüşte Kırklar Meclisi’ne geliyor.

Selman-ı Farisi bir üzüm tanesi getiriyor ve “Ey yoksulların hizmetkarı bu üzüm tanesini bize paylaştır” diyor.

Cebrail bir tabak getiriyor. Peygamberimiz tabakta üzümü ezip şerbet yapıyor. Bu şerbet, ilk tadanın dudağına değer değmez hepsi mest oluyor.

Bunlara hurafe diyecekler çoktur. Desinler.

Selman’ın Peygamberimiz’e “Ey yoksulların hizmetkarı” demesi heyecan verici değil mi?

Birinin dudağına değince kırkların hepsinin mest olması, şiir değil mi?

YORUMLAR (31)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
31 Yorum