‘Gitti Ramazancığımız’
Şeyh Mustafa Devati Camii’nin Arap Müezzin’in kızı Saliha’nın hesaplarına göre 165 yıllık ahşap meşrutasının bir tarafında biz, bir tarafında Hasan Çelebi ve ailesi oturuyoruz.
Hasan Çelebi?
O sıralar yeni yeni meşk ediyordu.
Büyük, hat üstadı Hasan Çelebi.
Alt katta da müezzin Arif Efendi oturdu mu? Emin değilim. Onun annesi miydi, Feyyaz Yaşar Hoca’nın kasetlerini dinleyip dinleyip coşan?
Bir çok şeyi hatırlıyorum. Rahmetli Fahinur’u. Hasan Hoca’nın kızıydı. Çook geç haberim oldu vefatından. Çok üzülmüştüm. Biz, hepimiz, birbirimizin çocukluğuyduk.
Mustafa’yı da hatırlıyorum. Fahinur’dan biraz küçüktü. Şimdi Hoca’yla beraber. Allah işlerini rast getirsin.
Bahçedeki derin kuyuyu... 15 metre miydi, 20 metre miydi derinliği? Suyu berbattı, asla içilemeyecek kadar. Fakat çok soğuktu.
Buzdolabı ne gezer o yıllarda? Olanda var da bizde yok. Karpuzu fileye koyup uzun bir iple sarkıtırdı babam. Akşama buz gibi olurdu.
Rahmetli annemin “Ramazancığımız da bitti” deyişi, benim, annemin bunu söyleyişini ilk hatırlayışım, bu eski, pide kokulu, susam ve çörek otu kokulu anılarla gelir gözlerimin önüne.
Hüzünleniriz, ‘Ramazancığımız’ giderken.
O Ramazan’da kar yağmıştı.
Hasan Çelebi Hoca’nın bir teravih sonrasında taze karı işaret edip “Yusuf, yat, resmin çıksın karın üstüne” deyişini elbette kendisi hatırlamaz.
Ama ben hatırlıyorum, karın üstüne yattığımı ve resmimin çıktığını ve pek fazla üşümediğimi, bundan, yani karın üstüne yatmaktan ve üşümemekten hoşlandığımı.
“Gitti Ramazancığımız, bir daha ya nasip.”
Allahu Te’ala Ramazan’ı senenin içinde dolaştırıyor.
Bu senenin içinde değil. Aşağı yukarı 36 senede bir Ramazan yılı tamamlanacak şekilde, ezel ile ebet arasında dolaştırıyor.
Bizler için de ömrümüze dair bir ölçek.
Kaç kış oruç tuttun? Veya kaç yaz?
“Gitti Ramazancığımız,” bir daha gelir mi, gelmez mi?
Ramazan gelir de, sen gelir misin, gelmez misin?
Ya nasip!
Ben okula gidiyordum o sıra. Hattat İsmail Hakkı’nın birinci sınıfına.
Orucun hepsini tutturmamışlardır bana o sene. Birkaç tane tutmuşumdur.
Oruçlu musun?
Çocuklar birbirini inandırmak için ağızlarını açıp dillerini gösterirdi.
Ben, kimseye ağzımı açıp dilimi gösterdiğimi hatırlamıyorum. Belki gösterdim, unuttum. Ya da inanıyorlardı bana, oruçluyum dediğim zaman, ispat etmemi istemiyorlardı.
Bazen Teravih’e Mihrimah Sultan’a giderdik. Üsküdar’daki Yeni Cami’de hiç Teravih kılmadığımı şimdi fark ettim.
Ramazan gidiyor diye hüzünleniyoruz da... Bayram geliyor diye sevinmez de değiliz ha!
O başka, bu başka.
11 ayın sultanı, dönsün dolaşsın, yine gelsin.
Bayramda bir tek Bayram gazetesi var. Osman Dayım rahmetli, bizde kalıyordu. Yaşı 15-16 vardı. Caminin önüne bir kucak bayram gazetesi getirdi. Satabildiği kadar sattı.
Ah! Benim gariban dayıcığım!
Haylazdı biraz. Şu alemde dikiş tutturamadı. Göçtü gitti.
Dikiş tutturanlar ne oldu?
Onlar da göçtü gitti.
Henüz gitmeyenler?
Onlar da gidecek. ‘Bu dünyadan sağ çıkan yok.’
Halini hatırını sorduğum zaman, “Ne yapalım Yusuf, iyiyiz Allaha şükür, tencerede pişirip kapağında yiyoruz” derdi dayım.
Artistlik olsun diye herkes söyleyebilir, “Tencerede pişirip kapağında yiyoruz.”
Osman Dayım ve Emine Yengem için artistlik değildi, gerçekti bu söz.
Zekat, fitre, kumanya, ucuz kumanya-pahalı kumanya, hurma, zeytin, pirinç, kandil simidi, siyah ip, beyaz ip... İyi güzel de...
Yoksullara ulaşabildik mi Ramazan’da?
Seçim var, vatan millet sakarya, memleket elden ha gitti ha gidecek...
İstanbul giderse ahiret gider ve saire.
Yoksullar, görünüyor mu baktığınız pencereden?
Yoksul yok memlekette be!
Baksana herkes lüks arabalara biniyor. Herkesin evinde televizyon. Herkesin cebinde akıllı telefon. Herkes çocuğunu özel okula gönderiyor.
Nah gönderiyor!
Eğer bulunduğumuz yerden yokluğu, yoksulu göremiyorsak...
Allah bize mağfiret etsin, gitti Ramazancığımız!
Ne bayramıydı bu bayram?
Ramazan Bayramı... Şeker Bayramı...
En güzeli Yaratılış Bayramı.
Bayramınız mübarek olsun.