‘Dünya benim deyip zapta geçirse’
Âşık’ bir insanın taşıyabileceği en yüksek sıfatlardan biri olmalı.
‘Neye aşık olduğuna bağlı’ derseniz, deyin.
Neye aşık olursan ol, aşık olmak insanın ‘derece’sini yükseltir.
‘Abi ben tabiata aşığım.’
Çok iyisin sen, devam et.
‘Ben edebiyata aşığım.’
‘Ben makinalara aşığım.’
‘Ben zurnanın ve klarnetin sesine aşığım.’
O kadar da demedik!
‘Trompet olur mu? Ya da keman?’
Keeees!
‘Ben Leyla’ya aşığım.’
‘Ben Leyla’yım’ desen yeterdi!
Böyle seslendirince, neye veya kime aşık olduğunun bir fark oluşturduğu daha iyi anlaşılıyor.
Bazen radyolarda bir ‘aşık’ muhabbetine rastlıyorum.
Kafiyeyi tutturuyorlar. Heceleri denk getiriyorlar.
İkisi karşı karşıya geçip, kucaklarında bağlamaları birbirlerine laf yetiştiriyorlar.
Söylemesem olmaz. Bağlamanın sesini bir gürültüye dönüştürüyorlar.
Sonra avazı çıktığı kadar bağır, bağır bağır.
Felaket! Kaçabiliyorsan kaç oradan. Ya da kapat radyoyu.
Çünkü, bazen öyle sığlaşıyorlar ki, müzikten, bağlamadan soğursun.
Allah eksikliklerini vermesin, o arkadaşlar neye aşık acaba?
Vardır bir dertleri, bir sevdaları. Allah yardımcıları olsun.
Hepsini aynı kefeye koymak günah.
Aralarında yıldızlar var.
Daha yeni Aşık Veysel’den bahsettik. Rahmetli adam, şiir ve musiki zenginliğinin önemli bir parçasını teşkil ediyor.
Aşık Daimi’nin “Ali Bizim Şahımız” deyişini de burada andık.
O zirvelere bu yamaçlardan çıkılıyor.
Aşık Sümmani yıldızlardan biri. (1861-1915)
“Ervah-ı ezelde levh ü kalemde/Şu benim bahtımı kare yazmışlar”
Türküyü biliyorum. Rastgeldiği zaman dinliyorum.
Bir fena hissi. Yani fanilik. Nedense şiirde veya nesirde, hatta hayatta böyle şeyler gördüğüm zaman peşine takılıyorum.
“Herkes dosta vermiş arzuhalini/Benimkini ürüzgara yazmışlar”
Aşık diye ben buna derim işte!
Şiir, şiir gibi devam ediyor:
“Bilmem tecelli mi yoksa ki kader/Beni bir vefasız yâre yazmışlar
Yazanlar Mecnun’un Leyla’nın adın/Sümmani’yi bir kenare yazmışlar”
Bir de, türküdeki zenginliğe bakar mısınız? Levh, Kalem, Ervah, Ezel, Tecelli, Kader... Leyla, Mecnun.
Bir dünya görüşü, bir irfan var içinde.
***
Aynı irfanı Aşık Seyrani’de de görürsünüz. Seyrani, Sümmani’den biraz eski. (1800-1866)
Derinden söylüyor.
“Eski libas gibi aşığın gönlü
Söküldükten sonra dikilmez imiş”
“İbrişimden nazik saydığım güzel
Meğer pulat gibi bükülmez imiş”
Biraz mollalık var Seyrani’de. Ama öğütleri dervişane. Oldukça da sarsıcı. Sarsılana tabii.
“Rızka sebep olan türap/Gözlerine dolar bir gün”
“Sana secdesiz namazın/Kısmet olan kılar bir gün.”
Bazı ‘mutaassıp’ şiir erbabı sorabilir:
Böyle ibretli nazımları şiirden mi sayacağız?
Mesela, Kul Himmet’in 16. Yüzyılda söylediği “Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün” diye başlayan deyişi çok sarih.
“Söz söylersin söz içinde sözün var
Çalarsın çırparsın oğlun kızın var
Şu dünyada üç beş arşın bezin var
Tüm bedesten senin olsa ne fayda”
Sarih, ama şairane.
500 sene önce söylenmiş, hiç eskimemiş.
Söyleyişte bir kuvvet ve bir incelik var.
Hala söyleniyor, yaşıyor.
“Dünya benim deyip zapta geçirse
Karun kadar malın olsa ne fayda”
Tabii ki şiirdir.
Ne tarafından bakarsanız bakın.