Diyarbakır’da siyasi halay
Diyarbakır’a her gelişimde heyecanlanırım. Sevdiğim bir şehir burası. İlkokulun 5. Sınıfını burada, Mehmetçik İlkokulunda okudum. Ben eskidim ama hatıralarım taze.
Şehrin eski kısmında gitmediğim yer yok. Nedir şehrin eski kısmı? Sene 1969. Nüfusu yüz bini biraz geçiyor. Şimdi bir milyona yakın. Demek ki bugünkü Diyarbakır’ın onda biri.
Eski şehirin sokakları dahil her tarafı tarih. Ulucami, Nebi Camii, Dört Ayaklı Minare, kaçakçılar çarşısı, Melik Ahmet.
Demek ki geziyormuşum çocukken. Gerçi bu saydığım yerlerin çoğuna babamla birlikte gitmiştim.
Bir gün de sabahtan akşama kadar dedemi gezdirmiştim.
Bu şehrin insanı yavan değildir, rengi, tadı tuzu vardır. Bu şehirde konuşulan Türkçe de çok lezzetlidir.
Kürtçe bilmiyorum. Ama konuşanların Kürtçeden lezzet aldıklarını hissediyorum.
Arkadaşım Vahdettin Bahadır’ın oğlu Muhammed Mus’ab’ın düğünü vesilesiyle buradayım. Gelinimizin adını zikretmek nezakete uygun düşer. Gelinimiz Merve hanım.
Beni havalimanından Vahdettin’in oğlu Mehmet aldı.
Salona geldiğimizde Vahdettin beni Adil Bor Bey’in yanına oturttu. Orada tanıştık. Diyanet’in Haseki Eğitim Merkezi’nin müdürü Adil Bey.
Düğün hayli kalabalık. Farsça, Kürtçe ve Türkçe şarkılar, türküler dinliyoruz. Yani tipik bir molla düğününde değiliz.
Çok güzel. Düğün dediğin şenlikli olur.
Vardığımda eski bakanlar İdris Güllüce ve Hüseyin Çelik oradaydı. Güllüce’nin yanında eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz.
Galip Ensarioğlu’nu sonradan fark ettim. Birazdan TBMM eski Başkanı Bülent Arınç geldi. Sonra eski vekil Altan Tan.
Urfa’nın eski belediye başkanı ve Refah vekili İbrahim Halil Çelik’i ihmal edemem. Çelik, ‘okumuş’ bir siyasetçi. Hala da okuyor. Edebiyatla, şiirle haşır neşir.
Adil Bey’le sesimizi birbirimize duyurabildiğimiz anlarda, birer ikişer cümle ile sohbet ettik.
Adil Hoca, Vahdettin’in medrese arkadaşı. Kuvvetli bir molla.
Müslümanların parça parça olmasından müşteki. Bu şikayeti işitmek hoşuma gitti. Çünkü ben, bunun şikayet olarak bile artık gündemden kalktığını düşünüyordum.
Birazdan bir folklor ekibi çıktı ortaya. Şalvarları, yelekleri haki, gömlekleri nefti yeşil, başlarında koyu kahverengi külah.
Halaya başladılar.
Ekibin şalvarları çok geniş. Halayın ayak figürlerinin fark edilmesine mani olacak kadar. Ama olabilir. Aslı öyleyse öyle kalsın.
Adil Hoca, halayda okunan türkülerin Zazaca olduğunu söyledi.
Biraz sonra protokol masasındaki siyasi zevat halaya dahil oldu. Az önce adını andıklarımın hepsi.
Böylece AK Partilisiyle, HADEP’lisiyle, AK Partilisiyle siyasetin elele halay çektiğini dünya gözüyle gördüm.
Ben resim çekmeye çalışırken Vahdettin beni de elimden tuttu, halayın içine soktu.
Eh, bir iki dakikalığına da olsa, -halayın intizamını bozma pahasına- arkadaşının düğününde halay çekmek iyidir.
Ben böyle oyunları beceremiyorum. Güzel oynayanlara da imreniyorum.
Vahdettin Bahadır siyasi yelpazeyi tamamlamış. CHP’den, MHP’den yerel temsilciler de davet etmiş, onlar da icabet etmişler.
Siyasi yelpazeyi toplamaktan memnun. Hem nikahtan sonra yaptığı konuşmada hem sabahleyin kahvaltıda bunun altını çizdi.
Derken, Halim Ömeri çıktı sahneye. Çaldığı çalgının sesi aynı bizim kemençe.
Baktım, rebab.
Yanına gittim, bu ne dedim?
Kürt kemençesi dedi.
Bir müddet Kürt kemençesiyle halay çektiler.
Evet, figürleri bizim horon kadar yoğun değil ama andırıyor.
‘Kürt lazın deniz görmemişidir’ sözü orada da birkaç kez söylendi.
Güzel düğündü.
Ne denir?
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Diyarbakır’da her şey dört dörtlük mü?
Düğünde dört dörtlük ama Diyarbakır’da dert çok.
Ama düğün günüdür, dertleri deşmeyelim.