Dış güçlerin oyununa geldik!

İnsan eşref-i mahlukattır.’

İsmet Özel’in ‘Amentü’sünde çok güzel durur bu söz.

“İnsan eşref-i mahlukattır derdi babam

Bu sözün sözler içinde bir yeri vardı”

Bu söz, insanın, yaratılmışların en şereflisi olduğunu ifade ediyor.

Yani, diğer mahlukata göre daha şerefli.

Ne zaman?

İnsan olduğu zaman.

İnsanın eşref-i mahlukat olduğu tartışma götürmez.

Fakat, bazı insanların insani olmayan davranışları, bu sözün kapsamının sınırsız olmadığını düşündürüyor.

Kim mahlukat?

Çeşit çeşit hayvanlar, türlü türlü bitkiler. Hesabını yapamayacağımız, adedini bilemeyeceğimiz kadar.

Hepsi yaratılışının gereğine hatta gayesine uygun davranıyor.

O zaman, ‘mal gibi’ ‘hayvan gibi’ hatta ‘bel hüm adal’ daha aşağı olanlar kim oluyor?

Demek ki varmış daha aşağısı.

Her zaman eşref-i mahlukat değilmişiz.

Kendimizin ‘eşref-i mahlukat’ olduğunu düşünmemiz kolay.

Çünkü biz çok güzeliz. Mükemmeliz, muhteşemiz!

Peki başkalarının da ‘eşref-i mahlukat’ olduğunu düşünmeye açık mıyız?

Altımda lüks bir araba var.

Demek ki ben eşref-i mahlukatım.

Öteki yaya geziyor.

O halde ben ondan daha şerefliyim.

Ötekinin altındaki araba bir marka düşük.

O zaman ben ondan bir tık daha şerefliyim!

Ben müdürüm. Demek ki eşref-i mahlukatım.

O müdür değil, ‘benim altımda’ çalışıyor. Demek ki benim kadar şerefli değil.

En gıcık olduğum laflardan biri; ‘benim altımda çalışıyor.’

Oğlum, o arkadaşın, senin altında ya da üstünde çalışmıyor.

Önünde ya da arkanda da çalışmıyor.

Birlikte çalışıyorsunuz.

Beraber bir iş yapıyorsunuz.

Tek sen değilsin mahlukatın şereflisi.

Bak, o adam, o kadın, evinden çıkıyor, çalıştığınız mekana kadar geliyor.

Mübarek bir iş için. Evine ekmek götürmek ve götürdüğü ekmeği karısıyla, kocasıyla, çocuklarıyla, annesiyle, babasıyla paylaşmak için.

“Ben onu işe aldım, ekmek verdim.”

Sen kimseye ekmek veremezsin.

Suriyelilere, Iraklılara, Afganlılara... Türklere, Kürtlere, hiç kimseye.

Kendine bile ekmek veremezsin.

Razzak-ı alem, Allahu te’aladır. O vermezse, bir dilim ekmeğin kokusuna hasret gidersin.

Kimsin sen?

Bilebilsem kimim ben?

Allah’ın kıymet verip yeryüzüne gönderdiği bir erkeği bir kadını sen küçümseyemezsin, aşağılayamazsın.

Kimsin sen diyemezsin.

O da adam mı, diyemezsin.

Ben kimim?

Ah, insanın kendi kendisine sorduğu nefs muhasebesi sorusu olsaydı keşke. Öyle soru sorana can kurban.

Zaten, göremezsin ki nefsine soru soranı. Göstermez çünkü.

Gökten zembille inenler var ya...

Avurtları şişik, boynu hindi kabarık, bir diğer görüşe göre ‘kubarık,’ arkası yüksek, hafif göbekli veya göbeği kontrolden çıkmış, bol parfümlü bol markalı, gitgide sayıları çoğalan sürüsüne bereket tipler var ya, hani dayısından ihale alıp taşerona yaptırıp parayı cebine koyup salahana gezen... Onların sorusu.

Sen benim kim olduğumu biliyor musun?

Benim çakarım var.

Benim arkam var.

Biliyoruz arkan var.

Gele gele böyle bir devire geldik.

Bunlar makbul. Bunlar revaçta. Bunlar mebzul. Mebzul olunca ucuzlaması lazım. Ucuzlamıyor.

Hani fiyatlarda devlet koruması olur ya, onun gibi.

Bize tuvaletin önünde nöbet tutma cezasını işte böyle tipler veriyor.

Ve Amerikası, Avrupası, siyonizmi, İsrail’i, Davos’u, Bilderberg’i, masonları ve sairesi...

Bütün dış güçler onlara karşı.

Eğer oyuna gelmeyip tuvaletin kapısında nöbet tutma görevini hakkıyla ifade etseydik dış güçleri yenecektik!

Allahu Teala hepimizi ıslah etsin.

YORUMLAR (44)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
44 Yorum